Gülen, güldüren, şakacı Cahide Birgül
Cahide Birgül, tüm romanlarında heteronormatif “sıcak yuva-mutlu aile” klişesini yerle bir eder. Toplumsal bir patolojinin bireyleri nasıl nevrotikleştirdiğini, hatta daha da ileriye giderek psikotikleştirdiğini, kendilerine ve birbirlerine yabancılaştırdığını, kendilerini ifade edebilmekten uzaklaştırdığını gösteriyor.
Hülya Sürer
Cahide Birgül, cinsiyetçi söylemin önyargılı biçimde erkeğe atfettiğinin aksine, teknik zekâsı hayli yüksek biriydi. İyi bir gözlemci olması nedeniyle, hayata, insanlara ve durumlara dair tespitleri; söyleyecek sözü her vakit olan biriydi. Birgül’ün mimar oluşu, insanı çevreleyen maddi düzene, nesnelerin temsil ettiği sınıfsallığa, insanın bu düzen ile kuşatılmışlık içindeki bunaltısına, yani eşya ve mekânla gerilimli ilişkisine dair güçlü bir bakış geliştirmesinde etkendir diye düşünüyorum. Dolayısıyla mesleki bakışın, eserlerine, anlatımına geçtiğini; mekân ve eşya betimlemelerindeki o keskin gözü mümkün kıldığını düşünüyorum. Ayrıca çalışma yöntemine, öz disiplinine de katkısı olduğunu...Cahide Birgül’ün, radyo oyunları ve senaryolardan sonra bir noktada yüzeyde akıp giden olaylar ve durumlar silsilesiyle yetinemeyip, derinleşme ve insan ruhunu daha fazla deşme ihtiyacıyla roman türüne yöneldiğini düşünüyorum. Psikolojik gerilim de; insan ruhunun karanlık labirentinde gezinmek için uygun bir türdü.
Kişisel tarihçesinde kanser hastalığıyla yoğun mücadelesine denk düşen bir süre ve ciddi sağlık sorunlarına rağmen bu eserleri üretebilmesi onun güçlü, direngen kişiliğinin göstergesidir. Yine de, romanlarındaki karakterlerin tünelin ucundaki ışığı bulamamış olmalarında hastalığının neden olduğu halet-i ruhiyenin de etkisi vardır diye düşünüyorum.
'SICAK YUVA- MUTLU AİLE'
Cahide Birgül, tüm romanlarında heteronormatif “sıcak yuva-mutlu aile” klişesini yerle bir eder. Toplumsal bir patolojinin bireyleri nasıl nevrotikleştirdiğini, hatta daha da ileriye giderek psikotikleştirdiğini, kendilerine ve birbirlerine yabancılaştırdığını, kendilerini ifade edebilmekten uzaklaştırdığını gösteriyor. Bachmann, bir söyleşisinde “Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar” der. Birgül’ün kurgu evreninde de, aile birey üzerindeki psikolojik şiddetin başladığı ilk yerdir, sistemin birey kontrol merkezidir; Doğal olarak, Cahide Birgül anlatısı; ataerkil, heteroseksist baskıcı aile yapısının eleştirisidir.
Cahide Birgül, romanlarında eleştirdiği, çocuklarını duygusal anlamda istismar eden ebeveynlerin ve baskıcı aile yapısının ötesinde, özgürlük alanı hayli geniş bir alternatif bir aile modeline sahipti; oğluyla ilişkisinin son derece liberal olduğunun tanığıyım. Birgül için aile, bireysel gelişimin ve özgürlüğün önünde bir set olmamalıdır; çocuklar da, ebeveynler de özgürlüklerinden vazgeçmemelidir.
Patricia Highsmith ve genel olarak sevdiği polisiye türünün Birgül’ün yazınına etkisi; lafı gereksizce uzatmadan, kakafoni yaratmadan; yalın bir dile yönelerek, iddiasız görünen kısa cümlelerle sarsıcı etki yaratma ustalığı üzerinde olmuştur diye düşünüyorum...
CAHİDE BİRGÜL ŞAKACI, GÜLEN VE GÜLDÜREN BİR KİŞİLİĞE SAHİPTİ
Önce romanlarını okuyup, sonra onunla tanışan bir okur şaşkınlığa düşerdi kesinlikle. O dramatik eserlerin onun kaleminden çıktığına inanmakta güçlük çekebilirdi. Çünkü gündelik yaşamında son derece şakacı, gülen ve güldüren, muzip bir kişiliğe sahipti. Başta kendi hastalığı dahil her durumu sarakaya alabilirdi; doktoru tedavide istenen etkinin sağlanamadığını söyleyince, ona “yani ufak ufak bavulunu topla diyorsunuz?” deyişi gibi... Birgül’ün dostu olma ayrıcalığına eriştiğim için çok çok şanslıyım. Rabelais’in dediği gibi “gülmektir insanı insan eden...” Ve bu sözün anlamını bana öğreten kişidir, Cahide Birgül... Kendine acımanın yaygın bir alışkanlık olduğu bir toplumda zor rastlanır bir kişiliktir. Eflatun Koza, kemoterapi kürleri arasında yazılmıştır. Son yılını kendine acımakla geçirseydi, yazınsal değeri yüksek bu eseri yaratabilir miydi?