Görmekle mi başlıyor körleşme?
Jose Saramago'nun "Körlük" kitabı beklenmedik bir felaketi yaşayan bir toplumun nasıl çöktüğünün ve nasıl değer yargılarını yitirdiğinin hikâyesini okuyucuya aktarıyor. Beyaz körlükle, her şeyin bir perdeyle örtüldüğü yeni yaşamla, her şey kaotik bir evreye girer. Peki göremediğimiz, anlamlandıramadığımız her şey karanlıkla ifade ediliyorsa, fazla gördüklerimizden midir bu beyaz körlük?
Uğur Karaca
İnsan için iktidar kavramı güvende olma duygusuyla paralel seyreder. Kendini tehlikeye atacak bir varlık veya fikir karşısında, onu ötekileştirmek yok etmek için elinden geleni yapar, insanoğlu. Bu ilkel duygu öfkelendiğimiz insanlara karşı düşmanca tavırlarımızdan anlaşılır. Hapishaneler denetim altında tutmak için iyi bir fikir olarak görülebilir.
Jose Saramago’nun Körlük serüveni aklı denetim altında tutmak istercesine, aniden körlük hastalığına kapılanları akıl hastanesine tıkarak başlıyor. Aslında bu bir alegoridir. Akıllı insanları deliler hapishanesine tıkmak, deliliğin özgür alanını duyumsamak… Akılla yarattığımız tüm insanlık değerleri aslında hapishanelerimiz değil midir? Aklımız bizim şahsi hapishanemiz değil midir? Batıl inançlar, kin, nefret, öfke… akılla beslenen duygular değil midir?
Akıl hastanesinde başlayan yaşam mücadelesi, herkese yetecek kadar yiyeceğin, birilerinin daha fazla almak istemesiyle tam bir kargaşaya yol açıyor. İyilikle kötülüğün savaşı böylece başlayacaktır. Elinde daha fazla yiyecek bulunduran körler, diğer körleri açlığa mahkum ederek, insanların asla yapamayacağı değerleri alt üst ediyor. Dışarıdaki dünya da böyledir aslında. Mülk diğer insanlar üzerinde iktidar yaratabiliyor. Elde edilen güç ile kendi körlüğünü örtmeye çalışan bir çete çıkıyor ortaya. Ve bu kötülük başka bir kötülükle, ancak nefret duygusu geliştikten sonra ortadan kalkabiliyor.
Bir salgın olarak yayılan körlüğün, yani normal olmayanın, denetimde tutulması görevi devletindir, yani öldürme yetkisini insanlardan alıp kendinde toplayarak düzeni sağlayan mutlak iktidarın. Ve insanların içinde başlayarak yayılan, zaman zaman faşizme dönüşebilen devlet iktidarı bunun için muktedirdir. Bunun için adres akıl hastanesidir. Aslında hapishaneler ve (akıl) hastaneler işlevsel olarak kardeştirler. Gardiyan üniformalarının yerini sağlık görevlilerinin kıyafetleri, hakimlerin yerini doktorlar almıştır. Tepeden tırnağa yetkilerle donatmıştır sistem kendisini ve sistemin kollarıdır, devlet kurumları. Devletin en önemli işlevsel kurumlarından biri de okuldur. Dünyayı algılayamaya başladığımız andan itibaren başlar iktidar ile ilişkimiz. Okulların kapısı, Platon’un mağarasının kapısıdır bir nevi. O mağaradan çıktığımız andan itibaren, geri dönme şansımızı kaybedip güvenli mağaralar aramakla geçer yaşama uğraşımız. Giydiğimiz elbiseden, yiyeceğimiz gıdaya kadar bizi yaratan küçük tanrılarımızın (anne, baba) tercihleriyle başlar iktidarla ilişkimiz. Risksiz bir yaşamanın duvarları örülmeye başlamıştır. Duvar duvar, sokak sokak, şehir şehir, ülke ülke… büyürken, sınırlılıklarımız da büyür.
Jose Saramago'nun Körlük kitabı, insanın görerek yarattığı değerlerini, algılarını, yaşam biçimlerinin hepsini mercek altına tutuyor. Büyük iktidar -devlet- denetim altında tutmaya çalıştığı bu yaşam biçimi karşısında, onu yok etme çabası yersiz kalır ve sonunda karşıtı körlüğe, yani iktidarsızlığa dönüşür. Ve bu doldurulamayan boşluk karşısında, gözleri tek gören kişi olan doktorun karısı, körler ülkesinin kralı olabilecekken, ne bunu yapmaya kendini güçlü hissetmiştir ne de iktidar olmanın risklerini göze alabilmiştir. Bu avantajlı durumu karşısında, eski yaşamını devam ettirmeye ve hayatta kalmaya çalışmıştır. Bir yönüyle dezavantajdır bu kendisi için. Farklı olanın yok edilme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Eşini körlük durumuyla baş başa bırakmadan onunla birlikte akıl hastanesine kapatılmayı göze alması, iyi olarak sürülen yaşamın hazzını duyumsamasına yetmiştir. Ağlayarak, sızlayarak, göğüs gererek.
İnsan aslında kendi yarattığı bilgiyle körleşiyor. Her şeye bir pencereden bakmak körlük değil midir? İyilik tüm bu vahşetin üstesinden gelmek için yeterli değildir. Yeni yaşamda hayatta kalma dışında başka hiçbir kural yoktur, yeni yaşam biçiminde. Eski yaşam biçimiyle edinilen kurallar, cadde-sokak isimleri ancak görebilince bir anlam kazanıyor. Şehirdeki tüm evler daha önce birileri işgal etmemişse herkesindir. İyi kalabilmek için öldürmek gerekiyor, öldürmek için nefret etmek. Ve hayatta kalabilmek için örgütlenmenin kaçınılmazlığı. Ellerini birbirlerin omzuna atarak ilerleyen körler topluluğu bir arkadaşın hayatta kalabilmesiyle hayatta kalabilir ancak. Yaşamın bir diğerinin yaşamıyla bağlıdır. İyilik zayıf insanların seçmek zorunda olduğu bir eylemdir. Doktorun karısının en önemli silahı gözleri iken, bunu daha önceki yaşamından öğrendiği çaresizliklerden (başka körlüklerden) dolayı, bu üstünlüğü kullanamıyor. Kabullenerek katlanarak atlamaya çalıştığı kötü muamelelere katlanıyor. Başka bir insanı öldürme gücünü nefretle birlikte geliştirdiği iktidar ile gerçekleştirebiliyor. Ama çevresinde iktidar yaratmadığı sürece bu avantajlı durum dezavantaj olarak karşısına çıkıyor. Başkalarının gözleri olmak istemiyor. Oysa hepimiz bir başkasının gözleri değil miyiz? Peki bizim yerimize karar verenler ya da karar vermiş olanlar. Mesela peygamberler bir yönüyle yarattıkları ahlak kurallarıyla birlikte günah yaratmamışlar mıdır?
Sanat eserleri, romanlar, filmler, evler, sokaklar, caddeler, şehirler… başkalarının yarattığı simülasyonlar değil midir? Platon’un idealar dünyasında, mağara duvarına yansıyan gördüğümüz gölgeler midir, bize anlatılan şu dünya?
Beyaz körlükle yani her şeyin bir perdeyle örtüldüğü yeni yaşamla, her şey kaotik bir evreye girer ve yeni bir dizayn için fırsat oluşur. Aydınlanma dediğimiz şey bu mudur? Göremediğimiz anlamlandıramadığımız her şey karanlıkla ifade ediliyorsa, fazla gördüklerimizden midir bu beyaz körlük? İnsanların içinde var olan kötülükleri görmemizi sağlayan bu yeni yaşam, beyazla ifade edilmesi ayrı bir alegoridir. Jose Saramago bu kitabıyla, onur, açlık, ahlak, ölüm, yaşam, iyilik, kötülük gibi kavramları yeniden sorgulamamızı sağlar.
Gören gözlerle yaratılan dünyada elbette göremeyen insanlar zorlanacaktır. Tıpkı erkeklerin yarattığı dünyaya kadınların adapte olmaya çalışması gibi. Kadınlar üzerinde kurulmaya çalışan iktidar ancak onu düşürerek gerçekleşebilir. Kadın karşısında güçlü olmayan erkek, yarattığı dünya içinde kadına iktidar alanlarını kapatarak, üstünlük kurmaya ve yönetmeye çalışmaktadır. Saramago’nun körlük dünyasında kadınlar aynı koşullar altında özgür seçimlerini yapabilmektedirler.
Kitabı bitirdikten sonra aklımın duvarlarında bir cümle olmaya çalışan kelimeler; Doğa karşısındaki acziyetimizi, başka bir varlığın acizliği ile yok etme… başkasının acısını görerek kendi acımızı görmemek… güç ile güvende kalmak… korkularımızdan güç ile kaçma telaşı… başkaların gözleri aynalarımız…
Gördüklerimizi seçebiliriz. Peki ya duyduklarımızı?