İvan İllich ve sessiz kalma onuru

İvan İllich'in "Geçmişin Aynasında" kitabı Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlandı. "Geçmişin Aynasında", tarihin aynasında 12. yüzyıla kadar uzanırken, İllich okumalarını çağdaş okuyucuya rapor verecekmiş gibi güncelleştiriyor ve sosyal hayatımızı saran meselelere de ayna tutuyor.

Google Haberlere Abone ol

İvan İllich modern toplum ve kurumlar üzerine radikal eleştiriler getirebilen isimlerin başında gelir. Türkiyeli okurun daha çok Sağlığın Gaspı, Okulsuz Toplum, Şenlikli Toplum gibi kitaplarıyla tanıdığını düşündüğüm İllich, meseleleri ele alırken de, çözümler üretirken de sınırları aşmaya çalışır. Okurken belki o kadar da değildir diye düşünseniz de yaşam pratiğinizde ondan devşirdiklerinizi hatırladığınızda ne kadar haklı olduğunu fark edersiniz. Benim okurluğumda en etkilendiğim kitaplarından biri Sağlığın Gaspı'dır ki neredeyse her hastane deneyimimde onun fikirlerini hatırlarım. Bedenin bir nesne gibi ele alınışı, hastalığa yoğunlaşılıp, bedenin sadece hastalığı teşhis edilecek bir “şeymiş” gibi değerlendirilmesi ve tüm bunların kurumsallaşmayla, tüketimle ilişkisinin kurulması, hasta ve doktor arasında özellikle dil üzerinden kurulan tahakkümün deşifre edilmesi gibi pek çok meseleyi ele alış şekli üzerine düşününce, yazarın haksız olmadığını fark edersiniz. Eğitim, politika, tıp, devlet, tüketim insan yaşamının ortasında duran kurumlar ve bence insanın kendi oluşunun farkına varması için yüzleşmesi gereken yerde duruyorlar. Bu nedenle İllich okurluğu aynı zamanda “ölü insanın” gerçekliğinin farkına varmak ve onunla hesaplaşmak demek ki düşünürün metinleri bize bu imkânı veriyor.

Yeni İnsan Yayınevi, Oya Tuğcu Özağaç çevirisi ile İllich’in, Geçmişin Aynasında adlı kitabını bastı. Metin, çeşitli yerlerde yaptığı konuşma notlarından oluşuyor. Bu nedenle kitapta düşünürün farklı konularla ilgili bakış açılarını bulmak mümkün. Ayrıca bu metinde çok “sıradan” gelebilecek konuların yazarın bakışıyla bambaşka yerlere taşındığına şahit olabiliyorsunuz ki İllich, okurlarının bileceği gibi biraz da bu yönüyle öne çıkan bir yazar ve yine ele aldığı konularda eleştirel bakışı eksik etmiyor. Hafıza, sessizlik, anadil, tıbbi kurumlar, okurluk, teknoloji, eğitim gibi konularda üzerine tartışabileceğimiz epey fikir veriyor. Ayrıca bu metin belki de bütünlüklü bir metin olmadığından yani yazarın konuşma metinlerinden derlendiğinden, okurken aynı anda farklı meseleleri düşünme imkânı da veriyor.

SESSİZLİK HAKKI

İllich’in bu kitabında en çok dikkatimi çeken konu “sessizlik” oldu. Devamlı konuşmak zorunda hissettiğimiz bir ortamda açıkçası başka açılardan konuya bakmak iyi olabiliyor. Örneğin: “Onurlu Sessiz Kalma Hakkı” yazısında İllich bazı konularda konuşmanın bir anlamda ona ortak olmak anlamına gelebileceğini savunuyor ve sessiz kalmanın nasıl gürültülü ve korkutucu olabileceğini hatırlatıyor. Almanya’da seksenli yıllardan bir örnekle başlıyor konuşmasına ve şöyle anlatıyor: “Geçtiğimiz yaz Almanya’nın adını vermeyeceğim bir şehrine gidenler son derece ilginç bir görüntüyle karşılaştılar. Belirli zamanlarda ve sadece bir saat boyunca, bir grup insan kalabalık noktalarda bir araya gelip, sessizce bekliyorlardı. Buz gibi havada, arada bir ağırlıklarını bir ayaktan diğerine aktararak, hiç konuşmadan ve gelip geçenlere cevap vermeden öylesine bekliyorlardı. Bir saatin sonunda sessizce dağılıyorlardı… Arada bir bazıları ‘sessiz kalıyorum çünkü nükleer yıkım konusunda söyleyecek bir şey bulamıyorum’ yazan, böylece sessiz kalma sebeplerini açıklayan pankartlar taşıyorlardı.” Böyle bir eylem en başta şunu yapar; akışı bozar, gündelik yaşamın normal devam eden seyrini bozar, düzen dışı bir durum ortaya çıkarır ki böyle bir sessiz kalma rahatsız edici ve ürkütücüdür de. Çünkü İllich’in de ifade ettiği gibi; “böyle bir grubun sessizliği susturulamaz bir ses şiddetine sahip.” İşte İllich bir bakıma sözün bittiği yerde sessizliğin devreye sokulabileceğini ve onun da bir ses çıkarmaya dönüşebileceğini hatırlatıyor. İllich “sessiz kalma” konusunu başka boyutlarda da ele alıyor. Örneğin, atom bombası, nükleer silahlar (yazar bu tarz silahlara soykırım makinesi adını veriyor) gibi meselelerde konuşmaya dâhil olmak hakkında söyledikleri de üzerinde durmayı hak ediyor. Şöyle söylüyor İllich: “Soykırım makinesi de mantıkçıların ‘sıradışı epistemolojik durum’ diye adlandırdıkları kavramlar arasındadır. atom bombası (ve benim açımdan nükleer santraller için de geçerli) hakkında onun ancak soykırım makinesi olduğu savını öne sürebilirim. Ancak bu kanıtlandıktan sonra, bu kavramı bir cümlede kendimi konuşmacı olarak kişiliksizleştirmeden kullanamam. Hatta ne kadar dikkatlice ve üstü kapalı söylenirse söylensin, sırf tartışmış olmak için dahi soykırım tehdidinin geçtiği bir tartışmaya dâhil olamam.” Buna şu açıdan bakılabilir, bir konuda konuşmak bazen onu meşrulaştırabilir çünkü bir şey hakkında söz söylemek onun varlığını kabul etmektir, atom bombası hakkında konuşmamak belki de onu tanımamak anlamına gelebilir. Tartışmalı bir konu elbette her zaman böyle olması gerektiğini söyleyemeyiz ama bunun da demokratik bir hak olduğunu kabul edebiliriz. Hatta İllich’in dikkat çektiği gibi, “ortak bir dil konuşmayan değişik ülkelerden ve yaş gruplarından insanlar, sessiz bir çığlık ile ortak bir dilde konuşmuş olurlar.” Yani sessizlik ortaklığı da doğurabilir. Bir de İllich sessiz kalan birinin yönetilemeyeceğini söylüyor. Bu da epey ilginç geldi bana ve özellikle yönetenlerin belirlediği gündemlerde sessiz kalmanın böyle bir sonucu olabileceği kanaatine vardım. Çünkü o konuda sessiz kalmak itaatsizlik anlamına gelebilir, bu bir açıdan senin sözünün hükmü ben de geçerli değil demek de olabilir.

Geçmişin Aynasında, İvan İllich, Çevirmen: Oya Tuğcu Özağaç, 224 syf., Yeni İnsan Yayınevi, 2019.

MÜŞTEREK OLANIN YOKLUĞU

İllich’in kitapta yer alan yazılarında “Sessizlik Müşterektir” yazısından da bahsetmek istiyorum. Yazar bu kitapta teknolojinin hâkim olduğu çağda müşterek olanın nasıl yitirildiğine ve bunun nasıl sonuçlar doğurduğuna odaklanıyor. Eskiden yazısız bir hukukla müşterek olarak “kullanılan” çevrenin “çevrelenmesinin” (buna çitleme de denebilir) teşebbüslerin kullanımına açılması yazara göre; “ücretli işçiliğin geçerli olduğu, doğanın müşterilerin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için mal ve hizmete aldıkları bir kaynak haline dönüştü.” Böylece doğanın varlığı sadece kaynak olmaya indirgendi. Önceden ise, yazılı olmayan bir müşterekler hukuku vardı. Düşünür müşterek olmayı şöyle açıklıyor: “Bir meşe ağacı müşterek sayılabilir. Yazın gölgesi çobanlar ve sürüleri için, palamutları çevre köylülerin domuzları için, kuru dalları köyün dullarına yakıt olarak, baharda bazı taze ince dalları kilise için süs olarak ve güneş batımında köylülerin toplanması için bir mekân olarak ayrılmıştır. İnsanlar müştereklerden bahsederken iriai’den (orta çağa ait müşterek kelimesinin anlamı yazar hâlâ Japonca’da kullanıldığından bahsediyor) bahsederken çevrenin kısıtlı, toplumun hayatta kalması için elzem, farklı açılardan farklı gruplar için gerekli, ancak ekonomik açıdan kısıtlı olmayan bir yönünden bahsederlerdi.” Bu bakış açısında da sorunlar yok değil elbette çünkü ağacın varlığı sadece insanın ihtiyaçları üzerinden ele alındığında, insan yanlı bakıştan kurtulamıyoruz. Ancak burada anlatılmak istenen müşterek hukukta insanların çevreden “faydalanması” ihtiyaca göre belirleniyor, doğa bir tüketim malzemesi, alınıp satılan bir kaynak değil ve çevre bir grubun elinde tüketim nesnesi olarak ele alınmıyor. İllich müşterek olanın yokluğunu sorunsallaştırıyor bu yazıda, ortak olanın tüketim nesnesine dönüşümünü ve bunun belli bir zümrenin eline geçişini. Yazar ayrıca müşterek mekânların teknolojik ilerlemeler nedeniyle de zarar gördüğünü düşünüyor Örneğin; yollar önceden insanların kullanımındayken şimdi çoğunlukla araçlara yönelik olarak inşa ediliyor.

MESKEN

Günümüzde çok tartışılan ve sık sık karşımıza çıkan “ev” konusunu da tartışıyor İllich “Mesken” adlı yazısında. Geçmişten bugüne evin değişen anlamını yaşamak ile ev arasında bağlantı kurarak ele alıyor. Çünkü ona göre; “ ‘Nerede yaşıyorsun?’ sorusunu sormak, varlığın dünyaya bir şey kattığı yeri öğrenmeye çalışmak anlamına gelir.” Ancak günümüz insanının dünyaya bir şey kattığı yer olarak ev tanımı sanırım çok uzakta kaldı. Çünkü ev daha çok uğrak bir mekân, özellikle kent insanı için. Bu nedenle yazarın da bahsettiği gibi; “yaşamak ve mesken tutmak denklemi dünyanın yaşanır olduğu insanların da gerçekten yaşadığı zamanlarda kaldı.” Bu tabi ki yaşam biçiminin değişmesiyle de ilgili günlük hayat artık ev ile iç içe değil, bu nedenle İllich’in bahsettiği “yaşadığı yere iz bırakmak” kısmı çoğu insan tarafından başarılamıyor çünkü çalışmaktan, hep bir yerlere yetişme çabasından pek fırsat kalmıyor. Yaşam yeri yaratmak artık mimarların sorunu ama gerçekten yaşanacaksa İllich’in bu yazıda sorunsallaştırdığı gibi belki işi onlara bırakmamak gerekiyor. Çünkü özgün yaşamak yani yaşadığın yerde kendi varlığını duymayı sorun etmek gerekiyor ancak bu zamanımızda biraz da sınıfsal bir sorun çünkü düşünürün de vurguladığı gibi kendi istediği gibi evi yapma hakkı zenginlerin elinde. Sınıfsal olarak alt konumda olanlar daha çok tek biçimli, herkesin ihtiyacı aynıymış gibi biçimlenmiş proje mekânlarda yaşamaya itiliyorlar. Gecekondulaşma gibi sivil itaatsizlik mekânları olarak değerlendirilebilecek yerler ise yazarın vurguladığı gibi sadece konutlaşma isteği olarak görülüyor. Oysa ev, insanın yaşama sanatıyla da yakından ilişkili. İllich bu yazısında kısaca bahsedebildiğim başlıkları ayrıntılı bir şekilde tartışıyor, konuyu kapı önü sohbetleriyle bağlayarak, müşterek olanın yokluğu ile de ilişkilendiriyor. Tabii mülkiyet fikrine karşı olanların da İllich’e söyleyecek sözü olabilir ama meseleye varlığın ev ile ilişkisi üzerinden bakınca konu epey önemli.

İvan İllich’in Geçmişin Aynasında kitabı -sadece birkaç yazısından bahsedebildiğim düşünülürse- daha tartışacak, konuşacak çok meselesi olan bir metin. Yazar, tıp, eğitim, unutkanlık, teknolojinin etkisiyle değişen okurluk biçimleri, barış, kalkınma, ekonomi gibi kavramları kendi bakış açısıyla ele alırken, yine tersine çevirmeleriyle değerlendirdiği konuları başka gözle görmemizi sağlıyor.