Osmanlı ulaşımda nasıl modernleşti?
Prof. Dr. Ali Akyıldız'ın "Osmanlıda Ulaşımın Modernleşmesi" kitabı Timaş Yayınları tarafından yayımlandı. Akyıldız, bu kitabında İstanbul’u merkeze alarak Osmanlı’nın son dönemlerinde deniz ulaşımının geçirdiği evreleri, Galata Köprüsü’nün hikâyesini ve Osmanlı topraklarında demiryollarının gelişim sürecini tüm yönleriyle ele alıyor.
Sanayi Devrimi’ne kadar pek bir dönüşüme uğramadan, özellikle Doğu’da, ilkel yöntemlerle süregiden ulaşım olgusu, 19. yüzyıl itibariyle temelden değişir. Batı dünyasının, dönemin teknolojisini hammaddeye daha hızlı ve daha kolay ulaşım için işlevsel hale dönüştürmesiyle, bireyler ve kitleler arası ulaşım belirgin bir vaziyette artış (ve değişim) gösterir. İşlenen demirin, günlük yaşamın bir parçası olmaya başlamasıyla birlikte kitleler, demiryolu ulaşımıyla ve dolayısıyla trenle tanışır. Batı’dan Doğu’ya “ithal edilen” bu buluş, 19. yüzyılın ortalarında özellikle Osmanlı Devleti’nde bir devrim niteliği yaratır. Aynı dönemde, İstanbul’da şehir içi vapur yolculuklarının başlaması, Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu Osmanlı’da ulaşımın modernleşmesinin ilk örneklerini oluşturur. Prof. Dr. Ali Akyıldız Osmanlı’da Ulaşımın Modernleşmesi ismini verdiği kitabında, ulaşım olgusunun değişimiyle birlikte Osmanlı toplumunda yaşanan değişimleri ele alıyor.
Kitabı değerlendirmeye başlamadan önce Ali Akyıldız’ın yaptığı çalışmalardan bahsetmekte fayda var. Akyıldız, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra, aynı üniversitede yüksek lisans ve doktora eğitimlerine devam eder. 2014 yılında profesör titriyle emekli olana değin, aynı üniversitede çalışmalarını sürdüren Akyıldız, yazının bahsine konu olan kitabını yazmadan önce pek çok kere, 19. yüzyıl Osmanlı toplumundaki değişimleri ele alan çalışma yapar. Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform, Anka’nın Sonbaharı: Osmanlı’da İktisadi Modernleşme ve Uluslararası Sermaye, Haliç’te Seyrüsefer: Haliç Vapurları Şirketi gibi kitaplarında bu dönemi farklı konseptler dâhilinde masaya yatıran Akyıldız, bu kez Osmanlı toplumunun modern ulaşım yolları ile tanışmasını inceliyor.
19. yüzyıl itibariyle modernleşme çalışmalarına başlayan Osmanlı Devleti, özellikle Tanzimat Fermanı ile birlikte bu çalışmalara hız verir. Geniş bir coğrafyayı kaplayan imparatorluğun ücra topraklarına ulaşmak için denizyolları ve demiryolları gibi modern araçları “tedavüle sokan” Osmanlı’nın bu uğurdaki çabalarını kendi isteği ve gayretiyle gerçekleştirdiğini iddia etmek yanlış olur. Zira aynı dönem Osmanlı’nın iktisaden geri kaldığı ve yaygın manada kapitülasyon olarak bilinen birtakım ayrıcalıkların Avrupalı girişimcilere tanınmak zorunda kalındığı bir dönemdir. 19. yüzyıl öncesinde “bir ürüne ulaşmanın” zorluğunun yaşanmaması ve piyasada her daim bulunması için tanınan imtiyazlar, bu yüzyılın gelişi ile birlikte yabancı devletler ile gözle görünür sorunlar yaratmaya başlar. Siyasal ve ekonomik bağlamda koşar adım gerileyen Osmanlı; İngiltere, Rusya ve Fransa uyruklu girişimcilerin özellikle 1838 Osmanlı-İngiltere Ticaret Antlaşması’nı gerekçe göstererek ülkenin iç ticaretine müdahil olmasıyla finansal etki gücünü tamamen kaybeder. Bu antlaşma ile güçlerini iyiden iyiye artıran yabancı girişimciler, Osmanlı hukukuna tabi olmaktan, mahkemeleri tanımaktan ve vergi vermekten kaçınırlar. Bu husus da zaten rekabet etme gücü düşük girişimciyi Avrupalılar karşısında geriye düşürür.
Bu ortamda Şirket-i Hayriye’nin kurulması ve şehir içi ulaşımda kullanılan yabancı vapurlar sorunu da “imtiyaz meselesini” ayyuka çıkarır. Meseleye “ticaret antlaşması” kapsamında yaklaşan yabancı girişimciler, bu hususun “serbestî-i ticaret ilkesine” aykırı olduğunu iddia ederken, uzun süren diplomatik görüşler sonucunda karar neticeye bağlanır. Akyıldız, bu durumu, “Hükümetin kendi başkentinde yabancı devletlerden bağımsız karar alamaması ve kendi gemilerinin hangi limanlara çalışabileceği konusunu İngiltere ile pazarlık konusu yapmak zorunda kalması, herhalde üzerinde derin derin düşünülmesi gereken acı bir tablo olmalıdır” sözleriyle değerlendirir. Akyıldız, çalışmasında Osmanlı’da denizyolları ulaşımını tüm boyutlarıyla, belgeleriyle birlikte, genel bir değerlendirmeye tabii tutar. Şirketin kuruluş dönemini, vapur ulaşımının nasıl uygulanageldiğini Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar gelerek detaylandırır.
Yine aynı dönemde yabancı sermaye girişinin bir diğer önemli yolu olan demiryolları görünür olmaya başlar. Sanayi Devrimi yıllarında İngiltere’de özellikle kömür madeni nakli sırasında ortaya çıkan ve hemen ardından Amerika, Fransa ve Almanya gibi “sanayileşmeye meyilli” ülkelerde kullanılan demiryolları, Osmanlı gibi sömürgeleştirilmeye çalışılan ülkelere de hızla yayılır. Ancak bu ülkelerde hem sermaye, hem de iş gücü bulunmadığından padişahtan alınan imtiyazlarla, sermaye sahibi Avrupalı girişimciler tarafından demiryolları inşa edilir. Osmanlı, bir dönem kendi başına giriştiği inşa etme sürecinde, Hicaz Demiryolu hariç, başarıya ulaşamaz. Günümüzde olduğu gibi, büyük sermaye gruplarına kilometre başına yıllık belirli bir kâr garantisi verilerek yapılan demiryolları, Osmanlı’nın batış sürecini daha da hızlandırır. Ali Akyıldız, bu süreci, “Bugün ‘hazineden bir kuruş çıkmadan büyük yatırımların yapıldığı’ şeklinde bir başarı öyküsü olarak kamuoyuna takdim edilen bu sistem, 19. yüzyılın ikinci yarısında denenmiş, Osmanlı hazinesini iflasa götürmüş ve ülkeyi de yarı-sömürge haline getirmiş bir uygulamaydı.” sözleriyle açıklar. Denizyollarını olduğu gibi, demiryolları çalışmalarını da nesnel boyutlarıyla, belgeler ışığında, masaya yatıran Akyıldız, kapsamlı bir değerlendirme yaptıktan sonra, ulaşımın devletleştirilmesi sürecini de irdeliyor.
Şu günlerde, 3. Köprü ve Çinliler meselesinin konuşulduğu, Osmangazi Köprüsü harcamalarının vergilerle tamamlanmaya çalışıldığı, Kanal İstanbul tartışmasının yapıldığı bu dönemde, Ali Akyıldız’ın 19. yüzyıl Osmanlısı’nda ulaşımın modernleşmesi çalışmalarını anlattığı kitabı ayrıca önem taşıyor.