Yürümek
Yürümek, insanın kendini Arthur Rimbaud gibi mahvetme sınırına vardırmadan, gerçekten insanın kendisiyle baş başa kaldığı, kendi derinliklerine inebildiği ve zor karar verme zamanlarında çok etkili olan bir eylemdir. İnsanlık düşünce tarihinin kilometre taşlarından Nietzsche’nin uzun yürüyüşleri olmasa, belki de “Dostluğa Dair” şu düşüncesini keşfedemeyecekti:” Yalnız için dost daima üçüncü kişidir. İki kişinin arasındaki konuşmayı bölen bir mısır sömeğidir…
Günümüz modern kent insanının “sağlıklı yaşam için yürüyüş” pratiği giderek yaygınlaşıyor. İşte, çoğu yerel yöneticilerin seçim propagandaları arasında “yürüyüş parkurları” vaatlerinin bile yer aldığını görebiliyoruz. Gerçekleşen bu parkurlarda son derece “bireylik bilinci” ne sahip insanların tek başlarına, ikili, üçlü gruplar halinde yürüdüklerine tanık oluyoruz. Ben de bu tür yürüyüşlerimi yıllardır sahilde sürdürürüm. Sabah erken saatlerde başladığım yürüyüşlerim genellikle en az bir saat sürer. Aslında bu yürüyüşler benim için aynı zamanda küçük serüvenlerdir. Benim gibi, yalnızlığıyla birlikte yürüyen bazı “entelektüel” tanıdıklara rastlamak, “üçüncü kişi” olduğumun farkındalığıyla ayaküstü iki laf etmek, hayatımın en “dolaysız”, en “yormayan”, en “karşısındakini adam yerine koyan” konuşma fırsatlarıdır. Bu konuşmalar dışarıdan “öylesine”, teğet, önemsiz gibi görünse de, aslında benim için son derece önemli ve etkilidir. Bu yürüyüşlerin birinde, örneğin yol arkadaşım şair Arif Damar’a kargaların saldırdığı görüntüyü unutamam. Arif Damar, birilerinden, piposunu temizlemek için karga teleklerinin çok etkili olduğunu öğrenmiş ve bir sabah kargaların sahilde, kanatlarından ve kuyruklarından düşürdükleri telekleri toplamış. Sanırım kargalar Arif Damar’ın elinde tuttuğu telek demetini yavruları sanmışlar ve Arif Damar’a saldırmışlardı. Sanki Hitchcock’un “Kuşlar” adlı filminden bir sahneyi yaşamıştık.
Modern olanın uzağında, ilkel ve doğal bir atmosferde yürümenin zemini, hiç kuşku yok ki yine ilkel bir yol olmalıdır: Patika! Robert Moor, “Patikalar Üzerine” söz ederken, uzun bir patika yürüyüşüne Zen Kaçıkları romanının kahramanı Jack Kerouac’ın “patika meditasyonu” diye atıfta bulunduğunu anlatarak, onun Japhy Ryder adlı arkadaşına şu önerilerde bulunduğunu söyler: “Patika boyunca yürürken yalnızca ayaklarına bak, zemin fermuar gibi açılırken yalnızca transa gir”
Uzun yürüyüşe çıkanların, patikanın özellikle zorlu kısımlarından yakınmak istediklerinde, “bütün günü ayaklarımıza bakarak geçirdik” diye sızlandıklarını anlatan Moor, bizim daha çok yukarıya, uzağa, öteye bakmayı tercih ettiğimizi öne sürer. Moor’a göre modern yürüyüş patikaları, varlıklarını parlak renklerle boyalı tabelalar ve ağaç gövdelerine kazınmış işaretlerle haykırırken, daha eski patikalar göze daha az çarpar. “Çerokeler” gibi bazı kadim yerli topluluklarının patikalarının beş-on santim genişliğinde olduğunu öne süren Moor, patikaların serüvenini trajik biçimde şöyle özetler; “Avrupalılar Kuzey Amerika’yı işgal ettiklerinde, yerlilerin patika ağının belirli kısımlarını, önce atları, sonra vagonları, daha sonra da otomobilleri sığdırabilmek için genişletti…”
Elias Canetti, Sözcüklerin Bilinci'nin bir yerinde, hayatta kalmak’tan söz etmek istediğini belirterek, ayakta duran, oturan ve yatan insanla ilgili olarak çok ilginç yaklaşımlarda bulunur. Canetti’ye göre ayakta duran insan özerk bir görünümdedir. Sanki yalnızca kendisi için vardır ve her türlü kararı verebilme olanağına sahiptir. Oturan insan, oturduğu yere basınç yapar, ağırlığı dışarıdan algılanır ve bir süreklilik duygusu uyandırır. Dinlenmek için yatan insan ise tümüyle silahsızdır. Yeniden ayağa kalkmadığı sürece ona güçlü biri gözüyle bakılmaz. Artık asla ayağa kalkamayacak ölü ise olağanüstü bir etki yaratır. Bir ölüyle karşılaşan birinin ilk tepkisi onun ölmüş olduğuna hemen inanmamaktır. Düşmanıysa korkuyla, dostu ise umutla…Bu algılamanın en eski örneği, Sümerli Gılgamış’ın arkadaşı Enkidu’nun ölümü karşısında duyduğu acıdır.
Peki yürüyen insan için ne söylenebilir? Canetti bu konuya değinmemiş. Ama bu konuya değinen, hatta bu konuyu uzun uzun araştıranlar bile var. Philippe Mengue, Yürümek, Koşmak, Yüzmek adlı çalışmasında, Etiyopya (eski adı Habeşistan) içlerinden Aden Körfezi’ne kadar olan, katırların bir kez gidebildikleri 300 km’lik yolu on kez yürüyerek giden, bu nedenle sağ dizinde kanser oluşan Arthur Rimbaud’dan söz eder. Rimbaud, çok genç yaşta, yirmi yaşında şiirin anlamını değiştiren ve şiir yazmayı bırakan bir şairdir. Mengue, Arthur Rimbaud’nun yazgısını beat generation şairlerinin ve yazarlarının yazgısına benzeterek, onda da engellenemez bir “yola koyulma”, gitme arzusunun öne çıktığını savunur.
Yürümek, insanın kendini Rimbaud gibi mahvetme sınırına vardırmadan, gerçekten insanın kendisiyle baş başa kaldığı, kendi derinliklerine inebildiği (derinliği varsa elbette) ve zor karar verme zamanlarında çok etkili olan bir eylemdir. İnsanlık düşünce tarihinin kilometre taşlarından Nietzsche’nin uzun yürüyüşleri olmasa, belki de “Dostluğa Dair” şu düşüncesini keşfedemeyecekti:” Yalnız için dost daima üçüncü kişidir. İki kişinin arasındaki konuşmayı bölen bir mısır sömeğidir… (Böyle Buyurdu Zerdüşt)”
Yürümek insanın son derece bireysel iç dinamiklerini kışkırtan bir eylem olmasına karşın, aynı zamanda da son derece toplumsal dinamikleri kışkırtan bir eylemdir. Bir toplumun siyasal önderlerinden birisinin tek başına yürümesi, siyasal iktidara karşı etkili bir muhalif eylemdir. Aynı biçimde sıradan yurttaşlardan oluşan kalabalık bir kitlenin yürümesi de siyasal iktidara karşı etkili bir muhalif eylemdir. Bu nedenle devletlerin karar mekanizmalarının sırf insanların yürümesini düzenleyen yasalar çıkarmaları boşuna değildir.
Fréderic Gros, Yürümenin Felsefesi'nde, Antik Yunan felsefesinden söz ederken, “yürüyüşçü filozoflar” olarak adlandırdığı “kinik” felsefecileri ile diğerlerini karşılaştırır. Gros’a göre, “masa başı felsefecisi” diye adlandırabileceğimiz felsefeci, şeylerin görünümüyle özleri arasındaki zıtlıkları ifşa etmekten zevk alır. Kiniklerse (Yunanca “köpek” anlamına gelen “kunos” sözcüğüyle örtüşen bu “hiçbir yere kök salmayan” felsefeciler) görünümlerin ötesine geçmekte aceleci davranmazlar. Özgün çilecilikte şeylerin ardına değil içine bakılır, maddi olan kazılıp gösterdiği direnç hissedilerek, enerji gibi doğallığı şüphe götürmeyen özüne ulaşılır.
Thomas Bernhard, Yürümek adlı uzun anlatısında, arkadaşlarının delirmesiyle yürüyüş programları değişen iki arkadaşın hikâyesine yer verir. Anlatı, yürümeyi ve düşünmeyi hayatın doğal bir etkinliği haline getirmiş, bunun aynı zamanda zorluklarını fark etmiş olan Oehler’in “yaşlılık”, “devlet” kavramı ve işleyişi, dünyaya çocuk getirmek, “umutsuzluk” gibi konular üzerine görüşlerini içerir. Bernhard, Yürümek'in bir yerinde şu cümlelere yer verir: “Yıllar boyunca bir şeyin, yani her şeyin değişeceğini düşündüm ve Klosterneuburg sokağından çekip gitmeyi, ama hiçbir şey değişmedi. İnsan yeterince erken gitmezse, birden çok geç olur ve artık gidemez.”
Evet, insan zamanında gitmezse, birden çok geç olur ve artık gidemez. Kavafis’in şu dizelerini sanki zorunlu bir dağ yürüyüşünde, kayalara oyulmuş bir metinde okuruz:
AYNI KENTTE
Dedin "Bir başka ülkeye bir başka denize gideceğim.
Bundan daha iyi bir başka kent bulunur elbet.
Yazgıdır yakama yapışır neye kalkışsam;
ve yüreğim gömülü bir ceset sanki.
Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede.
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam
Hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma,
Yıllarıma kıydığım boşa harcadığım."
Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.
Bu kent peşini bırakmayacak.
Aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede yaşlanacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma.
Bir gemi yok, bir yol yok sana.
Değil mi ki hayatına kıydın burada
Bu küçücük köşede, ona kıydın demektir bütün dünyada.
Kavafis
Çeviri: Barış Pirhasan, Erdal Alova
Demek, yürümek ile gitmek arasında “zorunlu” bir ilişki var. Düz mantıkla baktığımızda, yürümek, gitmenin temel aracıdır, diyebiliriz. Yürümek olmazsa, gitmek gerçekleşmez. Ama ben hareketin amacının yürümek olduğu, gitmeyi de içinde taşıyan bir eylemden söz ediyorum. İşte bu anlamda yürümek, insanın iç yolculuklar yapmasına olanak tanır. Gerçekten sağlıklı bir ruh, sağlıklı bir zihin bu yolculuklarda elde edilebilir. “Sağlıklı yaşam yürüyüşleri”nden ben bunu anlıyorum. Ama bu iç yolculuklarda kaybolmamak şartıyla! Aksi halde, bir gün Thomas Bernhard’ın kahramanlarından biri oluverirsiniz.