Atwood’un 'Evlenilecek Kadın'ı: Tüketim, gözetim ve yüzleşme

Margaret Atwood'un 1969 tarihli ilk romanı "Evlenilecek Kadın" Doğan Kitap tarafından okurla buluştu. Atwood "Evlenilecek Kadın" kitabında, toplum kadın üzerindeki gözünü devamlı açık tutuyor. Ev sahibinden, komşulara, apartman görevlisine ve hâttâ mahalle bakkalına kadar kadın varlığı algının en seçilen “nesnesi” durumunda...

Google Haberlere Abone ol

Tüketim kültürünün toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirdiğini inkâr edemeyiz. Ürünlerin paketlenmesinden, dizilmesine, rengine, simgelediği şeylere bakınca kadınlık ve erkeklik inşasının parçası olduklarını fark ederiz ki son yıllarda bunun daha da belirginleştiği, tüketim nesnelerinin bilinçli olarak cinsiyetlendirildiği, çikolata ve şampuan gibi ürünlerin kadınlar ve erkekler olarak ikili cinsiyet üzerinden kategorize edildiği örneklere de rastladık. Bundan bahsetme sebebim Margaret Atwood’un Evlenilecek Kadın kitabı. Metin ana tema olarak bu konuya odaklanıyor diyebiliriz.

Reklam tasarımları, billboardlarda sunulan kadınlık ve erkeklik, tüketici davranışlarının ölçümünde cinsiyet rollerine göre hazırlanan anket soruları gibi temaların yer aldığı metin, toplumsal cinsiyetin tüketim kültürü ile ilişkisi üzerine epey düşündürüyor. Ayrıca ayrıntıya girdikçe ilk bakışta görünenden çok fazlası olduğunu da fark ediyorsunuz. 1965 tarihli bir metin olmasına karşın Atwood, günümüzde de çokça tartıştığımız meseleleri kurguya işleyerek bize karakterlerinin yüzleşme deneyimleri üzerinden mesajını iletiyor. Şimdide bu metni okumanın bazen “klişe” gelebilecek yanları olsa da kullanılan simgeler, yaratılan karakterler, merak duygusunun devamlı canlı tutulması gibi unsurlar kitabı sonuna kadar okuma hissini kaybettirmiyor ki aşağıda ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğim meselelerin ne kadar güncel olduğunu fark ediyor ve metnin tarihi itibariyle yazarın öngörüsünü takdir ediyorsunuz.

TOPLUMUN GÖZÜ

Toplum, kadın üzerindeki gözünü devamlı açık tutuyor. Ev sahibinden, komşulara, apartman görevlisine ve hâttâ mahalle bakkalına kadar kadın varlığı algının en seçilen “nesnesi” durumunda. Atwood’un Evlenilecek Kadın kitabının belirgin temalarından biri bu. Karakterleri Marian ve Ainsley yalnız yaşayan iki kadın olarak bunun sıkıntısını sonuna kadar yaşıyorlar. Apartmanın giriş dairesinde oturan ev sahipleri onları devamlı gözetliyor, kızının ahlâklı kalması için onları “kötü örnek” olmamaları konusunda uyarıyor öyle ki eve alkol almaları bile sorun oluyor. Atwood gözetim konusunu başka karakterleri üzerinden de anlatıya taşıyor. Örneğin, Marian’ın iş arkadaşlarından, “başına dert almamak için” bakire kalmayı tercih eden Lucy’nin hissettiği şöyle anlatılıyor kitapta: “Lucy, toplumsal baskılardan çekindiği için (“İnsanlar ne der sonra!”) tüm yatak odalarının dinleme cihazları ile donatılmış olduğuna ve bu cihazların diğer ucunda tüm toplumun kulaklıklar takıp sesleri dinlediğine inandığı için…” Bu durum toplumsal gözetimin nasıl içselleştirildiğinin de göstergesi oluyor. Toplum kadın bedenini ve yaşamını o kadar baskılıyor ki onu kendi kendini disipline eder hâle getiriyor ve en mahrem mekânında bile toplumsal denetimin gözüyle yaşamak zorunda bırakıyor. Keşke artık böyle olmadığını iddia edebilecek durumda olsaydık ancak günümüzde hâlâ o gözlerin varlığını bedenimizde hissediyoruz, reddedebildiğimiz kadar etsek bile hele ki yalnız yaşayan kadınlarsanız bu gözlerden ve toplumun denetleme çabasından kurtulamıyorsunuz. Atwood’un kitabına taşıdığı konu bu nedenle şimdimizde de güncel maalesef.

Evlenilecek Kadın, Margaret Atwood, Çevirmen: Canan Sılay, 376 syf., Doğan Kitap, 2019.

YÜZLEŞME BAŞLAYINCA

Evlenilecek Kadın başkarakteri Marian üzerinden ilerliyor, anlatı boyunca karakterin yüzleşmelerine tanık oluyoruz. Marian başlangıçta usturuplu, “normal” olduğundan emin hâttâ ev arkadaşı Ainsley’ne göre gözetimci ev sahibinin daha çok takdir ettiği bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Marian gelecek göremediği bir işte çalışıyor -tüketici davranışlarını ölçen bir araştırma şirketi- bunun da getirisiyle güvenli bir gelecek vaat eden Peter ile nişanlanıyor. Ancak bu durum Marian’ın beklediği rahatlamayı ona vermiyor ve onu kendisine dönük bir sorgulamaya itiyor. Ve bana kalırsa metnin en ilginç yanı bu sorgulama sırasında açığa çıkıyor çünkü Marian hayvan yemeyi birden bire bırakıyor. Bu anlamda Marian için başlangıç kabul edilebilecek romanın şu sahnesi oldukça önemli: “Peter’in önündeki et parçası üzerinde o kadar dikkatle işlem yapmasını, büyük bir parçayı kesip, onu daha küçük düzgün parçalara bölmesini seyrederken, Marian evdeki yemek kitabının giriş bölümündeki inek şemasını hatırladı. İnek krokisi çizgilerle bölünmüştü: Hangi parçadan hangi cins et çıkartılabileceği açıklanıyordu.” Bana kalırsa bu sahnede Marian, tabakta bir nesne gibi parçalanan, yemek malzemesi olarak şeması çıkartılan hayvan ile kendisini özdeşleştiriyor. Çünkü metnin başka bölümlerinde Marian’ın, Peter’in kendisine de bir nesne muamelesi yaptığını düşündüğüne tanık oluyoruz: “Demek böyle oluyordu: Peter, yeni bir fotoğraf makinesini değerlendirir gibi tartıp biçiyordu Marian’ı; dişlilerinin ve küçük mekanizmalarının odak noktasını keşfedip, olası zayıf noktalarını bulup, gelecekte nasıl bir performans sergileyeceğini anlamaya, yani makinenin zembereğine ulaşmaya çalışıyordu.” Böylece, Atwood kadın bedeninin ve hayvan bedeninin nesneleştirilmesi arasında bir ortaklık kuruyor, bunu romanın başka bölümlerinde de görebiliyoruz.

NESNE OLARAK GÖRÜLENDEKİ YAŞAM

Marian hayvan yemeyi bırakıyor çünkü nesne olarak görülendeki yaşamı fark ediyor tıpkı kendisindeki başka yaşamı fark ettiği gibi. Kitabın bu bölümü Han Kang’ın Vejetaryen (2017) kitabını da çağrıştırıyor. Han Kang başlangıçta sıradan bir yaşam süren bir çifti konu ettiği kitabında kadın karakteri Yonğhe’nin et yemeyi bırakışını kafkaesk bir üslupla anlatıyordu. İki metin arasındaki benzerliklerden biri Marian’ın nişanlısı Peter’in ve Yonğhe’nin eşinin bu kadınları sevme sebeplerinin, onları oldukça “sıradan”, “normal”, sorun çıkartmayacak kişiler olarak görmeleri. Bir diğeri de iki kadının da hayvan yemeyi bırakmasının onları “anormal”, “hastalıklı” kategorisine taşıması ve aile, çevre baskısından çekinmeleri. Han Kang’ın karakteri bu konuda daha açık davranabiliyordu, hayvan yememeye gönüllüydü ancak Atwood’un karakteri bunu kimseye söyleyemeyecek kadar “tuhaf” buluyor. Elbette bunun kitabın yazılma dönemlerinin farkı ile ilgili olabileceğini de düşünebiliriz. Ancak bu iki metinde, kadınların kendileriyle, bedenleriyle, toplumsal cinsiyet rolleriyle yüzleşmelerinin hayvan yemeyi reddetmeleri üzerinden ilerlemesi hem ilginç hem de önemli. Çünkü kadın bedeniyle hayvan bedenine bakışın ortaklaştığı epey nokta tespit edebiliriz. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz örnekte, Peter’in tabağındaki hayvana nesne gibi davranması ile Marian’a olan tavrının benzemesi gibi.

ERKEKLİK, GÜÇ VE TÜRLER ARASI EŞİTSİZLİK

Bu kitabın benim açımdan dikkat çeken bir diğer yanı hayvan yeme kültürü ile erkeklik arasındaki ilişkinin tüketim konusuna dâhil edilip, güç ilişkileri içinde ele alınması. Örneğin bir dergideki bira reklamı taslağından şöyle bahsediyor Marian: “İlan başlıklarında, iki boynuzlu geyik ortasında bir tüfek ve olta kamışı resmi vardı. Şarkılı radyo reklamları da bu temayı destekliyordu; şarkının pek orijinal bir parça olduğunu söyleyemem ama ‘geleneksel bir dinleme yöntemiyle’ sözlerindeki kurnazlığa hayran kalmıştım. Ortalama bir bira içicisinin ruh haline öyle uygun düşüyordu ki bu ifade! Zira düşük omuzlu ve şişkin göbekli tipik bir biracı, resimdeki bir ayağını öldürdüğü geyiğin üstüne bastırırken, ya da alabalığı tel kepçesine koyarken poz vermiş, ekose desenli ceket giymiş sporcu adam ile kendisini anlaşılmaz bir şekilde eşleştirecekti.” Bu “anlaşılmaz” değil aslında Carol J. Adams Etin Cinsel Politikası adlı kitabında şöyle diyor: “Etin hangi özelliği erkek egemenliğinin övgüsü ve sembolü hâline gelmiştir? Cinsiyet eşitsizliği birçok yönden tür eşitsizliğinin içine işlemiştir zira çoğu kültürde eti temin etmek erkekler tarafından yapılan bir iştir. Et ekonomik anlamda değerli bir maldır; bu malın kontrolüne sahip olanlar güce de sahip olur” (age. 90). Bira tüketimini sağlamak için avcılığın veya alabalığı tel kepçeye koymanın sembolik anlamı, sıradan bir tüketiciyi hayvan üzerindeki tahakkümün gücüyle etkileme çabasıyla ilişkisiz değil bana kalırsa. Metnin bir başka yerinde Marian’ın nişanlısı Peter’in avcılık anılarından bahsettiği cümleleri de bu bağlamda düşünebiliriz: “Ve bastım tetiğe, bam…Tek vuruş, tam kalbinin ortasından! Diğerleri kaçıştı. Aldım hayvanı elime, ‘bağırsaklarını nasıl temizleyeceğini biliyorsun’, dedi Trigger, ‘karnını yarıp bir güzel silkeleyeceksin, tüm içi dışına çıkar.’ Çıkardım bıçağımı, iyi bıçaktır, Alman çeliğinden; karnını yardım, arka ayaklarından tuttum, kamçı şaklatır gibi sertçe silkeledim…” Bu sahnede yine avcılık ile ilişkili olarak hayvan üzerinden kurulan güç ilişkisine tanık oluyoruz çünkü bu sahnede Peter’in hikâyeyi anlattığı kişi Marian’ın Peter’i tanıştırdığı başka bir erkek arkadaşı. Bu nedenle bir anlamda burada olan başka bir türün bedeni üzerinden yapılan erkeklik ve güç gösterisi olarak düşünülebilir ve bu bizi tür eşitsizliğinin kültürel erkeklik ile ilişkisine de götürebilir.

REDDETME

Atwood’un Marian karakterinin ilgi çekici bir yanı da kendisini evlenilecek bir kadın olarak görmesi ve bunu “normallik” takıntısı hâline getirmesi. Bu nedenle kendiyle yüzleştikçe, kafasındaki “normal” kişi olmadığını anlaması onu içten içe yaralıyor hâttâ hayvan yememesine de bu açıdan bakıyor. Yüzleşmeyi tam gerçekleştiremediği için her ortamda farklı bir benlikle varolma çabasına giriyor. İş yerinde, evde, Peter’in yanında ve kendisi olduğunda başka bir yüzle yaşamaya çalışıyor. Bu nedenle yaşamına giren ve “tuhaf” olarak nitelenebilecek master öğrencisi Duncan’a kendisinin de çözemediği bir tutku duymaya başlıyor. Duncan, “yabancı” olarak nitelenebilecek bir karakter, dünyayla uyumsuz, ben kimim sorusunun yaşamından eksik olmadığı, hayatta değer verdiği şeyler başkasına benzemeyen, toplumun dışında kalmış bir karakter. Marian’ın ona duyduğu bu tutkunun nedeni bana kalırsa, kendisinden daha “anormal” birinin varlığıyla kendisini “normal” hissetme çabasıyla ilgili. Ancak Marian, metnin sonunda kendi varlığını olduğu gibi kabul etmeyi öğreniyor. Atwood bunu, karakterine yaptırdığı kadın görünümlü bir pasta imgesiyle anlatmış. Marian yaptığı pastayı nişanlısı Peter’a ve Duncan’a ikram ediyor, özenle yaptığı pastada kendisini temsil eden usturuplu kadın görünümünü sunuyor. Arkadaşı Ainsley’nin pastayı görünce kurduğu “sen kadınlığını reddediyorsun” cümlesi bu pastanın şifresini çözüyor çünkü o pasta ile Marian kadınlığını değil, verili kadınlığı, ondan beklenen “normalliği”, “evlenilecek kadın” imajını, tüketilecek bir nesne olmayı reddediyor ve kendi oluşunu seçiyor.

Margaret Atwood, Evlenilecek Kadın'ı 1965 yılında 24 yaşında yazdı. Kitap, Doğan Kitap tarafından, Canan Sılay çevirisi ile basıldı. Metin mesele ettikleriyle oldukça güncel. Bahsedebildiklerim dışında sadece yan karakterleri üzerinden bile birçok cümle kurulabilir. Kitap, feminist hareketin habercisi bir manifesto olarak görülmüş ancak Atwood metninin protofeminist olduğunu söylüyor. Yazıldığı tarihe bakınca sanırım haksız değil. Tüm bunları düşününce de Atwood’a hayran kalmamak zor açıkçası.

KAYNAKLAR

Adams, C., J., (2013), Etin Cinsel Politikası ‘Feminist-Vejetaryen Eleştirel Kuram’, (Çev. G. Tezcan, M. E. Boyacıoğlu), İstanbul: Ayrıntı yayınları.

Kang, H., (2017), Vejetaryen, (Çev. Göksel Türközü), İstanbul: April Yayıncılık.