Sina Akyol’un 2019’u bitiren şiirleri: Çayırkuşu zaten hep
Sina Akyol şiiri oyuyor, şiiri dilde oyuyor, dilden oyuyor ve o oyuğa girip kayboluyor. “Çayır Kuşu Zaten Hep” için geçen yılı, yani 2019’u bitiren kitap demek de Sina Akyol’un ellinci yılını selamlayan şiir toplamı olduğunu söylemek de mümkün.
Şiir alışkanlığı, ezberi, tekrarı, durağanlığı sevmez. Şiir sevmez, ama önemli olan aslında bunları, şairin sevmemesidir. İlk şiiri 1967’de, ilk kitabı 1980’de yayımlanan ve şiirde yarım yüzyılı geride bırakan Sina Akyol’un da ezberi, durağanlığı, tekrarı sevmeyen şairler arasında olduğunu söyleyebiliriz. Onun “Şiir, kahve-konyakla alınacak bir incelik değildir. Çünkü şiir, kalın bir inceliktir” sözünü de bu yönde yorumlamak gerekir.
Anlaşılacağı üzere konu Sina Akyol. Daha doğrusu şairin, şiir açısından 2019’u bitiren yeni kitabı.
Akyol’un Mayıs Yayınları'nın Kasım 2019’da okurla buluşturduğu kitabı “Çayırkuşu Zaten Hep” adını taşıyor. 2017-2019 tarihleri arasında yazılan şiirlerinin yer aldığı “Çayırkuşu Zaten Hep”, Akyol’un kendi açıklamasına göre on altıncı kitabı. Onur Çalı’nın yaptığı söyleşide Akyol, bibyografisini ve yapıtlarını şöyle değerlendiriyor: “Aslında on altı kitap demek gerekir, çünkü yirmi iki kitaplık toplamın biri toplu şiirler cildi, ikisi seçilmiş şiirler cildi, üçü de ortaklaşa yazılmış kitaplar.
1980’de yayımladığım -ve hâlâ sevdiğim, hatta çok sevdiğim şiirlerin de yer aldığı- ilk kitabımın (Su Tadında) önemli bir kitap olduğunu tabii ki söyleyemem. Ama ikinci kitabım (Lokman’la Geçen Şen Günlerim) pek çok kişi tarafından sevildi, benimsendi; ben de katılırım, o kitabı sevip benimseyenlere. Humor ve ironi o kitapla girmiştir şiirime. Üçüncü kitabımı (Haytalarla Hatmiler) ise en çok ben sevdim. (Sevenler de oldu, çok sevenler de… Ama ben ‘Haytalarla Hatmiler’i onlardan çok daha fazla sevdim). Sürecin burasında, öğreniyordum şiiri. Ya da şöyle diyeyim: Epey öğrenmiştim, iyi öğrenmiştim. Bir dönem kitabıdır; 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü anlatır. Çalçene bir kitaptır, 35-40 yaş arasının kitabıdır. Dördüncü kitabım (Ayda Tümör İzleri), sözünü ettiğim öğrenmenin temeli üstüne oturmuş bir kitaptır. Kişisel şiir tarihimdeki yeri itibariyle önemli değil, çok önemlidir (tabii ki bana göre). Kendi sesimi, dolayısıyla kendi şiirimi bulduğum bir kitaptır. Şiir dili ve çizgisi itibariyle, sonrasında gelen kitaplarıma analık-babalık etmiş bir kitaptır çünkü. 40-45 yaş arasının, yani çekmeye başlamanın, yani kısa şiirlerin kitabıdır. (‘Bazı şiirler bekler bazı yaşları’ – Behçet Necatigil) Madem yeterince söz ettik ‘Ayda Tümör İzleri’nden ve madem daha sonraki kitaplarımın anası-babası kıldık onu, bu cevabın daha fazla uzamasına da gerek kalmadı demektir.”
Altmış dört sayfa ve dört ara bölümle ayrılan “Çayırkuşu Zaten Hep”te otuz yedi şiir yer alıyor. “Taş taşı oydukça” başlıklı ilk bölümde on dokuz şiir bulunuyor. Sina Akyol, bu bölümdeki şiirlerde “alnını ovdukça alnına kazıdığı üç derin mananın” peşine düşüyor. Alıntılayacağımız şiirin başlığı “Sakin Resim”:
Görünürde bir şey yok.
Ova…
(Çayırkuşunun gelinciğe
kimbilir neler anlattığı
uçsuz bucaksız ova.
Yanı sıra
geçip giden tren.)
- içimdeki sakin resim -
İlk bölümde geçmişe, hatıralara, gençliğe ve yaşlanmaya dair duyguların, düşüncelerin, duyarlılıkların kristalize olduğu şiirler okuyoruz… Dünyayla kurulan ilişkinin, hayatla oluşmuş bağın, gençliğin, yılların kazandırdığı tecrübenin resim olarak bakılıp yorumlandığı bu bölümde Orhan Alkaya, Enver Ercan, Oktay Rifat ve oğlu Samih Rifat için yazılmış şiirler de bulunuyor… “Enver İçin Sekiz Parça, Bir Hamiş..” başlıklı şiirden 1, 2 ve 6. betikleri okuyalım:
1
Böceğine sorsana,
ne âlemde zaman
Sürçüyor mu mesela,
öpüyor mu yoksa seni
dudaklarıyla?
2
Demiştin ki bana:
Sakın emekli olma,
ölürsün.
Ölmedim be kardeş,
çelenk yolladım
sana.
6
Of be Enver,
sırası mıydı gitmenin
Silopi'ye Madagaskar’a,
zürafanın uzun boynuna?
çok gezersen ölürsün,
dön geri!
Şair her yapıtında hem sona, hem yeni bir başlangıcın eşiğine gelir. Edip Cansever’in “Phoneix” şiirinin sonundaki “Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum / Yeniden doğmak için çıkardığım yangından” dizelerinde dile getirdiği gibi. Yeniden doğmak için çıkardığı yangında kül olmayan şair yoktur denebilir. Çünkü şiir o yangının, o küllerin imgesidir aynı zamanda… Sina Akyol da elli yıldır, bir bakıma, her kitabında hem sona hem başlangıca yürümüş bir şair… O nedenle önceki kitapları gibi “Çayırkuşu Zaten Hep” de merakla, ilgiyle, dikkatle okunuyor… Şairin kendini tekrarı okur için ne kadar sıkıntı vericiyse yenilik arayışı, yolculuğunun sarmal çizgisi de o denli ilgi çekici oluyor. Bunlar Sina Akyol’un şiiri açısından şu nedenle önemli: Akyol günümüz şiirinde az sözcükle yazılan, az sözcükle çok şey anlatılan şiirin ve anlayışın en önemli temsilcilerinden. O. her kitabın değişiklik getirmeyebileceğini, zorla yenilik olmayacağını söylüyor. Zorla yenilik olmaz. Ancak bunu söyleyen şairin aslında her kitabında “yeniliği” hiç zorlamadan gerçekleştirmiş olduğunu da belirtmek gerekir. Sina Akyol yenilik konusunda rahat, çünkü tekrarı olmayan bir şiir birikimi var.
Garip şiirinde kısa bir an olarak görülen, ama daha çok Behçet Necatigil’in teknik, biçim ve biçeminde büyüyen az sözcükle derine inme ve öylece çok şey anlatma tutumunu Sina Akyol, yelpazeyi açarak daha da genişleşmiştir ve bunu sürdürmektedir. Akyol, üstelik salt biçimciliğe sapmadan ya da daha doğru bir deyişle biçimi amaçlaştırmadan, ama araçsallığa da indirgemeden uyguluyor bu şiir anlayışını… Aktaracağımız bölümler “İki Eleştirel” başlıklı şiirden. Bu arada, katkısı olur mu bilemeyiz, ama başlıktaki “iki eleştirel” ifadesinin “iki el eleştirel” olarak da okunduğunu belirtelim.
Şair konuşuyor; çok lakkırdı
çok çalım!
(…)
Sahi, bilmez miydi
onca lafı Homeros
ve dahi Araf’taki Dante
Sina Akyol’un şiirinin sevilme nedenlerinden biri de galiba şiiri şiire, şiiri dile bırakması… Bunun için elbette şiirin debisinin yüksek olması, derinlik dolayısıyla kaldırma kuvveti gerekiyor. Şiir için esastır; şairine yaslanmadan ayakta durabilmesi …
Sözü bir bölümünü paylaşmayı düşündüğümüz “Üç Bölümlü Şiir”e getirmek istiyoruz. Bu şiirin başlığında da bir önceki örnekte olduğu gibi çağrışımı tahrik eden bir ifade dikkati çekiyor. “Üç bölümlü şiir” deyişinde, “üç ölümlü şiir” olarak da okumayı kışkırtan bir potansiyel söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Şiir okununca daha da belirginlik kazanıyor. Oysa Sina Akyol şiirinde, açıktan açığa sözcük ya da dil oyunlarına rastlanmaz. Ancak onun gizlenmiş, dolaylı, metnin içine gömülmüş dil oyunlarının genel olarak şiire, şiir diline de önemli katkı sağladığını belirtelim. “Üç Bölümlü Şiir”in aslında hiçbir “esprisi” yok yoğun bir acısı var. Deyim yerindeyse bir hayli yüklü bir şiir. Şiirde, tüm sahiciliği ve yalınlığıyla yaşanmış büyük bir acı tarihselleştiriliyor. Şairin tanıklık ettiği siyasal, sosyal olaylar karşısındaki tutumunu, tavrını ve tepkisini dile getiren bir şiir olarak da öne çıkıyor… Şiir güncel bir olaya yaslanıyor yoğunlaşıyor desek daha doğru olur.
Silopi’de Taybet İnan, 19 Aralık 2015 günü sokağa çıkma yasağı sürerken keskin nişancılar tarafından vuruldu. Taybet İnan, saatlerce yaralı halde yerde kaldı ve eşiyle çocuklarının gözleri önünde yaşamını yitirdi. Cenazeyi almaya çalışan kayınbiraderi Yusuf İnan da vurularak öldürüldü. Taybet İnan’ın cenazesi yedi gün boyunca yerde kaldı. Beyaz bayraklarla almaya giden herkese ateş açıldı ve eşi de kolundan yaralandı. İnan’ın ya da daha yaygın adıyla “Taybet Ana”nın yirmi üç gün sonra defnedilen cenazesine eşinin ve çocuklarının katılmasınaysa izin verilmedi.
Silopi’de yaşanan bu “büyük acıyı” biz unutmuş olabiliriz, ama şair unutulmasın istiyor. “Üç Bölümlü Şiir” unutmaya karşı bir kayıt aynı zamanda:
Baba, keskin nişancının vurdu anneyi
alamadı içeri; göz göre göre
gitti anne, günlerce öldü
sokak ortasında.
Kimse alamadı ölüyor
çün yasaktı sokağa çıkmak.
Sahi, hâlâ yasak.
Sahi, ülkemin hali
Sina Akyol şiiri oyuyor, şiiri dilde oyuyor, dilden oyuyor ve o oyuğa girip kayboluyor. Tıpkı “Akçaağaçtan bir şiir yazsam / ve kaybolsam, ormanda” dizeleriyle ifade ettiği gibi. Yeri gelmişken şunu da belirtelim: Şiirinde kaybolmak çok az şairin göze alabildiği bir alçakgönüllülüktür. Şairin kendini eritip şiirin dilinde kaybolmasında riskten çok “egoyla” bir hesaplaşma olduğu da söylenebilir. “Rabarba” başlıklı şiiri paylaşalım:
Kiminle konuşsam
sessizlik
kendimle konuşsam
rabarba.
“Çayırkuşu Zaten Hep”te de dikkat çekiyor. Akyol şiirini zamanın içinden ipi iğne deliğinden geçirir gibi geçirmekte… Okuru böylece, zamanın ve elbette ki hayatın içinden geçmiş dili, sesi, sözü ve imgeleriyle buluşturuyor… (Şiirlerdeki inceliğin bir başka nedeni de acaba bu, yani o küçücük aralık olabilir mi? Şiirin biçim ve biçimsel ölçüsü olarak iğne deliği… Sözün azaltılması, dilin inceltilmesi şiirin o aralıktan geçebilmesi için mi? Neden olmasın?…) Kitapta başka çok örnek var ve onlar da kolayca gösterilebilir. Biz bu bağlamda, geri dönüp ilk bölümdeki “Sepya Resim” başlıklı şiirde altını çizdiğimiz dizeleri alıntılayacağız:
Gencidim, yurtseverdim
parkan vardı, potinliydim
haytanın tekiydim, buydu suçum
işimden oldum
Kısa şiir şiire erdiğinde az ile özün, uz ile usun kesişip birbirini güçlendirdiği bir şimşek aydınlığı oluşuyor… Şairin, o şimşeğin ışığını gösteren şairlik gücü de galiba samimiyetinden ve bunun için gereken bedeli göze almasından kaynaklanıyor. Şiirin karşılığı şiirdir, şiirin bedeli de şiirdir… Şiir aynı zamanda bedeli olan sözdür… Sina Akyol bunu bir şair tavrı olarak benimsemekte. Kitapta ikinci bölümün başlığı “Dağlarda diken açtığını bilerek”. Şairin bu bölümde günlük yaşantısından kesitler aktardığı şiirler ön plana çıkıyor. Akyol, sanki bu bölümdeki şiirlerinde şairin de bir insan olduğu, günlük yaşantının pratiği içinde yer aldığı, mutfağa girdiği, çay demlediği, o çayı fincanlara doldurduğu, mutlu olduğu, haz duyduğu, arada bir de olsa ferahladığı, türkü söylediği, sonra dönüp yazdığı, bahçeye çıktığı, tüm bunların aynı zamanda not edilerek kaydının tutulduğu bilinsin, hatırlansın istemiş. “İki Fincan Başlıklı” şiiri okuyalım:
Sofrayı özenle kurdun
özenle oturduk masaya
uzun sustuk bize baktık
buz ettik yemeği.
Olsun, çay demlemiştim
o çaydan
iki fincan getirdin.
Nereye mi yazsam sevincimi?
Bu şiire yazdım.
Sina Akyol “Zeytin ağacı” başlıklı üçüncü ara bölümdeki şiirlerde nesrini arıyor… Bir yönüyle Mecnun’un Leyla’yı araması gibi sevgilisini arayan bir âşık var. Bir yönüyle, sanki kendini atarak yanacağı nesir mumunun alevlerini arayan bir şair konuşuyor… Biz de nesrinle nesir arasında gidip gelen şiirler okuyoruz… “İyisinde” başlıklı şiir de onlardan biri:
Biliyorum iyi şiirler yazdım.
kötüsünü de yazdım, biliyorum.
Yazdıkça öğreniyor insan,
öğrendikçe
daha iyi geliyordu damağa
kahvenin acı tadı.
Ner’den nereye… Böyle başlayan
bir mektup yazmıştım ona
iyi nedir, iyiliğin okulundan
nasıl mezun olunur
diye uzun
anlatmıştım.
Ey öğrendiklerim..
ey yazdığım mektup..
ey kahvenin acı tadı
nesrin bu şiirin neresinde?
İyisinde!
İyisinde!
Akyol’un bir başka önemli özelliği de şiir konusunda düşündükleri ve söylediklerinin yaptıkları ve gerçekleştirdikleriyle uyum içinde olmasıdır. Akyol şiir anlayışını, poetikasını dile getirirken şunları söylüyor: “Salt duygu şiirin safrasıdır. Şiir salt duyguyla yazılmaz. Bir ‘dil kurma’, o dille bir ‘yapı inşa etme’ işidir çünkü şiir. Dolayısıyla ayrı bir aritmetiği, matematiği, geometrisi vardır.”
Bazı şairler şairdir. Bazı şairler şairlerin şairidir, öyle olurlar… Onlar sadece şiir yazmazlar. Yazdıkları şiirle bir tür okul olurlar; şiir okulu… Sina Akyol da, öğrencisi vardır yoktur ayrı mesele, şiirleriyle bir şiir okulu açmıştır. “İndireyim sırtımı” başlıklı dördüncü bölümde adsız olarak on beş betik yer alıyor aktaracağımız şiir bu bölümdeki üçüncü betik:
Daha demenin faydası
eksiltmektir belki de sözü
daha.
“Çayır Kuşu Zaten Hep” için geçen yılı, yani 2019’u bitiren kitap demek de Sina Akyol’un ellinci yılını selamlayan şiir toplamı olduğunu söylemek de mümkün. Bizce ikisi birden.
Eğer iki bin yirmiye, iyi bir şair ve iyi bir şiir kitabıyla merhaba diyerek devam etmek istiyorsanız, başlangıç için “Çayır Kuşu Hep”i tavsiye ederiz…