Kaşifi Göbekli Tepe'de ne buldu?
“Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe" kitabında Alman arkeolog Klaus Schmidt ömrünü adadığı Neolitik döneme ait yapılar topluluğunu anlatır. Bir yerleşim merkezi olmayan bu yerin 'sırrı' neydi? Burayı yapanlar kimlerdi ve nasıl çalışmışlardı? Ortaya çıkarılanlar geçmişe dair hangi bilgilerin değişmesine ya da yeniden gözden geçirilmesine neden olmalı? Sorularına ve daha fazlasına kendi yanıtlarını verir...
Alman arkeolog Klaus Schmidt, Göbekli Tepe'yi 1995 yılında kazmaya başladığında, Yıldız Ailesi'nin tarla olarak kullandığı arazinin altında ne olduğuna dair sınırlı ipucu vardı. Bunların önemli bölümü toprağın işlenmesi sırasında rastlanılan taş objelerdi: Tarih topraktan fışkırıyordu!
Bölgenin, insanlığın çok eski merkezlerinden biri olduğu elbette biliniyordu. Farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, farklı dinler açısından önem taşıyan ve bugün de mutfağı, müziği ve folkloruyla önemli bir merkez...
Ancak Schmidt ve ekibinin yıllar içerisinde ortaya çıkardıkları sonuçlar her şeyi çok daha eskiye götürüyordu. Bilinenden çok daha eskiye...
Erken yaşta ve aslına bakarsanız tam da sıra büyük keşfini hem kazmaya devam edip hem de artık epeyce veri toplamış olarak anlatmaya gelmişken hayata veda eden Schmidt, yine de Göbekli Tepe'de bulduklarını bir kitapla bize ulaştırma şansını yakaladı. “Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe/En Eski Tapınağı Yapanlar” isimli kitabında önemli bölümü halen toprak altında bulunan ve geçmişe dair bilgilerimizi tekrar tekrar gözden geçirmemizi sağlayacak büyük bir arkeolojik keşfi, keşfedenin gözünden anlatıyordu.
***
İnsanın tarımı, hayvancılığı, ev yapmayı ve 'insan' olmasını sağlayan başka pek çok şeyi öğrendiği, günümüzden 13 bin yıl önce başlayıp M.Ö. 8. binden itibaren gelişimini tamamlayan 'Neolitik Çağ'a ilişkin güney Anadolu, kuzey Mezopotamya, Filistin ve Suriye'nin de içinde bulunduğu bölgede 1950'lerden itibaren 400 kadar kazı yapılmıştı. Ancak bunların arasında 'anlamlandırmanın' en güç olduğu yer herhalde Göbekli Tepe'ydi. Üstelik burası bir yerleşim merkezi de değildi.
Schmidt, Türkçesi Rüstem Aslan'ın çevirisi ile Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından 2007'de yayınlanan kitabında bize öncelikle 23 farklı noktada 200 kadar oldukları belirlenen 'T' ve 'L' biçimli dikilitaşlarla, en yakın su kaynağından 5 km. uzakta ve henüz tarımın başlamadığı 12 bin yıl öncesinde nasıl olup da bir dizi 'yapı' inşa edilebildiğini anlatır.
NASIL TAŞINDI BU TAŞLAR?
Göbekli Tepe yakınındaki taş ocaklarından çıkarılan, işlenen ve taşınıp devasa bir inşa faaliyetinin içine katılan taşların bazılarının boyu 7 metreye, ağırlıkları 50 tona kadar ulaşmaktadır. Sadece bu yanıyla bile bugün de hakkında mistik, dini ve milliyetçi (evet 'millet' kavramının ortaya çıkmasından 12 bin yıl önceye ait bir arkeolojik keşfin bile 'milliyetçi' açıklamalarla izah edilmeye çalışıldığı zamanlardayız!) değerlendirmeler yapılan Göbekli Tepe'yi öncelikle 'insan boyu' hizasına çeker kitabında yazar. 'Uzaylı' ya da 'ilahi' güçlerin eseri değildir söz konusu olan: Paskalya Adaları’nda bulunan ve M.S. 900-1000 arasına tarihlenen dev heykellerin, benzeri koşullarda nasıl taşındığını anlatır. Yapılan araştırmalar dünyaca ünlü ve her biri yaklaşık 100 ton ağırlığında olan bu heykellerin bir tekinin taşınması için 500-700 kişinin (bazı basit kaldıraç mekanizmalarını da kullanarak) çalışması gerektiği ortaya çıkmıştır. Burada bir takım üstün yeteneklere/teknolojiye sahip uzaylıların varlığından daha çok şaşırmamız gereken bir gerçek vardır: İnsanın 12 bin yıl öncesinde ulaştığı örgütlü hareket etme gücü ve organizasyon yeteneği. Göbekli Tepe'nin ele verdiği en büyük sır bizce budur!
***
Elbette bu sonuç bizi yeni sorularla karşı karşıya bırakıyordu. Henüz tarımın başlamadığı, hayvanların evcilleştirilmediği bir çağda avcı/toplayıcı insan toplulukları Göbekli Tepe'yi hangi motivasyonla yapabilmişlerdi?
Schmidt'e göre, Harran Ovası’nın kuzey sınırlarındaki bir tepede, bir ‘dilek ağacı’nın altında kazılıp ortaya çıkarılmayı bekleyen bu yapılar topluluğu bir tür kutsal alan/tapınaktı. Dikilitaşların üzerinde yer alan hayvanların hepsi erkek ve avcıydı. Güçleri ve inatçılıkları ile insan avcılar için ‘örnek’ hayvanlar yani... İşte Göbekli Tepe’yi kuranlar doğada her zaman karşılarına çıkan bu etkileyici avcıları, ‘insanı’ temsil eden dikilitaşların üzerine düzenli kompozisyonlarla resmetmişlerdi. Bütün taşlarda hangi hayvanın nerede ve nasıl işleneceği net bir şekilde planlanmıştı. Belli ki bu planlamanın da bir ‘anlamı’ vardı ve ustalıklı bir görsel anlatım söz konusuydu.
Peki bunu neden yapıyorlardı? Yazarın üzerinde durduğu en güçlü ihtimal 'ölülerine saygılarını göstermek ve onları sonraki hayatlarına uğurlamak için'di… Söz konusu uğurlama Neolitik dönem yerleşimlerinde bulunanlardan hareketle anlatırsak şöyle oluyordu: Ölen -böyle ayrıntılı bir töreni hak etmiş olmak için büyük bir avcı ya da şaman vb. olması muhtemel- kişi, kuşların rahatça ulaşabilecekleri bir yüksekliğe bırakılıyordu. Daha sonra da kuşlar tarafından parça parça ‘hayat sonrası’na taşınıyordu. Nitekim Göbekli Tepe’nin hemen kuzeybatısında yer alan ve dönem olarak daha sonraya tarihlenen Nevali Çori yerleşimindeki “insan başlarını alıp giden kuş” betimlemelerini anımsatan tasvirler Göbekli Tepe'de de vardı. Göbekli Tepe'den yaklaşık 4 bin yıl sonraya tarihlenen Çatalhöyük’te de insanların ölülerini akbaba, kuzgun gibi leş yiyen kuşlara teslim ettikleri biliniyor. Ve Göbekli Tepe'deki dikilitaşların amacı belki de bu kuşlar için gerekli ‘yüksekliği’ sağlamaktı?
Göbekli Tepe’de çok sayıda hayvan iskeleti bulundu ancak bunların hiçbirinin kafatası kemiği yoktu. İnsan kemikleri ise araziye yayılmış haldeydi ve az sayıdaydı. Acaba 12 bin yıl önceki insanlar buraya gerçekten sadece ‘bazı’ ölülerini mi getiriyordu? Lider? Şaman? En iyi avcı? En iyi taş kırıcı? En iyi sanatçı? Sanatçının hak ettiği değeri gördüğü yer Göbekli Tepe miydi gerçekten? Klaus Schmidt bulunan sanatsal kompozisyonları yorumlarken bunların o zamanın insanları için ‘oyun’ amaçlı da olabildiğini unutmamamızı söylüyor: Tüm bu ritüeller, dikilitaşlar, hayvan kabartmaları, ölü uğurlamaları ‘avcı’ insanın hayat oyununun bir parçasıydı. Ve o oyun için avcı toplayıcıların nasıl kuralları olduğu konusunda halen çok az fikrimiz var.
'TURNA' OLAN İNSANLAR...
Kazıların devam ettiği ve yazarın başkanlığını yaptığı dönemde ortaya çıkarılan dört ana yapı A, B, C ve D olarak isimlendirilmişti. Bunları oluşturan dikilitaşlar çıkarılış sırasına göre numaralandırılmıştı. D yapısının çevre duvarı içinde bulunan Dikilitaş 33’ü gördüğünde Schmidt'in aklına, eski Mısır hiyeroglifleri geldi. O da duvar içinde yer alan 10 kadar dikilitaştan biriydi ancak üzerine Schmidt’in dizlerinin şekli nedeniyle 'insan ayaklarına' benzettiği turna kuşlarının kabartmaları yapılmıştı. İlk bakışta turna kuşu maskesi takmış şamanlar gibi de görülebilecek bu sahne yazara göre farklı bir durumu anlatıyordu. Ona göre bunlar, “dans ederek turnaya dönüştüğüne inanılan” kişilerdi.
Schmidt'in Göbekli Tepe’de gördükleriyle devam edelim... Çözülemeyen sembollerden ‘H’ ve onun 90 derece döndürülmüş haliyle ‘ters H’ şekilleri, hayvanlarla iç içe olarak görülür. Hiyeroglifi andıran düzenlemelerde altı ayaklı, böceğe benzer, şişman antenli üçgen kafası olan bir hayvan, yılanlar ve bir koyun yer alır örneğin. Koyun ilk bakışta güçlü avcı sembollerine uymaz görünür ancak bu kadar düz bir okuma yapmamıza engel olacak çok eski bir inanışı hatırlatır yazar: Keçi cin ya da günahkar keçi. Kim bilir belki de Yunan mitolojisinin ünlü figürü Pan'ın atasına bakmaktayızdır!
Klaus Schmidt kitabında, M.Ö. 9-10. bin yıllarında Dicle ile Fırat arasındaki geniş bir alanda, bir ‘sembol sistemi’ bulunduğunu söyler ve bu sembollerin taşıdığı anlamları henüz bilemesek de eski dönem insanları tarafından bir ‘kültürel bellek deposu’nun araçları olarak taşıdıkları öneme vurgu yapar. Bu sembollerden hareketle de belli ‘ihtimaller’e işaret eder.
Ancak Göbekli Tepe ile kendisinden sonra ortaya çıkan dinler arasında doğrudan bağlantılar kurmaya çalışmanın tehlikeli olduğunu da belirtir. Kudüs kazılarında ortaya çıkarılanlara ilişkin İncil’den hareket edilerek yapılan yanlış değerlendirmeleri de hatırlatarak...
***
Bundan sonradır ki ‘gökyüzü’ne bakar… Göbekli Tepe’de bulduğu dört yapı arasında en etkileyici sembollerin yer aldığı dikilitaşlara sahip olan D Yapısı’nın merkezinde de diğerlerinde olduğu gibi iki dikilitaş vardır. Çevre duvarı ile birlikte uzanan on iki dikilitaştan oluşan yapının yönü güneye bakar. Bu da 21 Aralık kış gün dönümünde (sonrasında Zodyak yıldız kuşağı içinden ’12 burç’ ve bağlantılı olarak bütün bir ‘astroloji’ külliyatının çıkarılacağı) Orion ve Sirius takımyıldızlarını gözlemleyebilmek için elverişlidir. Dikilitaşlarda yer alan ‘ay ve güneş’ sembolleri gökyüzü gözleminin etkisini gösterir. Ayrıca bu, Göbekli Tepe’deki 'mucize' değildir ama bu bölgeyi de etkisi altına alan Hititlerin 12 tanrısı, Uzak Asya halklarının 12 Hayvanlı Takvimi, Yunan mitolojisindeki 12 Olimposlu tanrı, Yahudiliğin 12 kabilesi, Hint mitolojisindeki 12 ay-12 sütun, İsa’nın 12 havarisi şeklinde uzayıp giden 12’ler çakışması, ‘din’in başlangıcına ilişkin bir ‘ortak havuz’a işaret edebilir mi? Göbekli Tepe dinin ilk kez 'kurumsallaştığı' merkez/merkezlerden biri miydi?
***
Göbekli Tepe'deki havyan figürlerinin 'avcı ve erkek' olduğunu belirtmiştik. Hatta bazılarında erkeklik organı da açıkça gösterilir. Avcı-toplayıcı topluluk, zor koşullarda yaşamaya çalışırken 'hakim cinsiyet' tercihini yapmış görünmektedir. Bir kadının ilk kez açıkça gösterimine ise ‘Aslanlı Dikilitaş Yapısı’ üzerinde rastlanır. Taşa kazınarak yapılan resimde kadınlık organı abartılı şekilde vurgulu ve sanki cinsel birleşmeye hazır durumda gösterilmiştir. İşte 30 cm. yüksekliğinde Göbekli Tepe'nin son dönemine ait olduğu anlaşılan bu çizim, belki de bize bu yapıların inşa edilmesine neden olan dönemin sonunu anlatır. Yaklaşık bin yıl kullanılan Göbekli Tepe daha sonra yine insanlar tarafından taş ve toprakla kapatılmıştır. Göbekli Tepe’de bu kadın resmine benzeyen çok az bezeme vardır. Ve Schmidt’e göre söz konusu kazıma resim, daha çok bugünkü muhalif graffitileri hatırlatmaktadır. Bu resmi, üstelik yapının tam da ortasına bir kadının mı yoksa bir erkeğin mi çizdiğini bilemesek de, yazar bize bunun avcı-toplayıcı ve ‘erkek’ toplulukların tarım toplumuna ve dolayısıyla kadının daha önemli olduğu yeni bir toplumsal düzene geçişine işaret ediyor olabileceğini söyler. Nitekim Anadolu'da Kibele/ana tanrıça figürlerinin öncülleri olarak değerlendirilen objelerin ortaya çıkışı da yine Göbekli Tepe sonrası dönemde söz konusu olur.
Ancak yine de Göbekli Tepe’de görülen düzenin hemen ortadan kalkmadığını biliyoruz. Etkileri sonraki 5 bin yıl boyunca Anadolu, Ege ve Avrupa'daki medeniyetler arasında farklı şekillerde takip edilebilir. Hatta İspanya'daki Menorca adasında bulunan T şekilli dikilitaşlar Göbekli Tepe’dekilere de çok benzer. Fakat artık üstlerinde hiçbir sembol görülmez…
GÖBEKLİ TEPE 'TAPINAK' MIYDI?
Schmidt’in Göbekli Tepe’ye ‘tapınak’ demesini tartışarak bitirelim. Yazar yapıların inşa edildiği yaklaşık 12 bin yıl öncesinde, yani Paleolitik dönemle Neolitik döneme geçiş anında, insanların artık ‘dini bir organizasyona’ sahip olduğunun kanıtlanabilmesi için 'mezarlar' bulunması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü gömüt hediyeleri ile defnedilmiş bir cenazenin ‘ruhsal bir arka planı’ olmaması güçtü.
Fakat işte inşa faaliyetini yürütenlerin tükettiği anlaşılan çok sayıda hayvan kalıntısı arasında insan kemikleri oldukça az, dağınık ve ‘defin bütünlüğü’ göstermeyecek haldeydi. Ortada bir 'inanış' olduğuna dair çok işaret vardı ancak bunları tarih öncesine ilişkin bilgilerimizle anlamlandıracak ‘son ve en önemli parça’ eksikti.
Yine de Schmidt bu fikrin peşinde sürüklenip gitmedi. O her şeyden önce Göbekli Tepe gibi bir ‘halkayı’ tespit edip ortaya çıkardı ve insanlığa sundu.
Şüphe yok ki Göbekli Tepe insanın avcı-toplayıcılıktan kurtularak yerleşik hayata geçmesi öncesindeki önemli bir duraktı. Ancak hakkında öğrenilecek daha çok şey var. Tabii kazılar devam edebildiği ve (muhtemelen önümüzdeki 50 yıl içerisinde) sona erdirilebildiği koşullarda...