Lütfen normal ol artık
Sayaka Murata'nın onuncu romanı "Kasiyer" Turkuvaz Kitap tarafından yayımlandı. Yazarlığın yanı sıra yarı zamanlı kasiyerlik yapan Murata, "Kasiyer"de unutulmaz bir karakter yaratırken aile, iş yeri, evlilik gibi kurumları masaya yatırıyor.
Özgürlük üstüne onlarca şiir, yüzlerce marş, binlerce slogan duyduk bugüne kadar. Hemen hepsi de ezen-ezilen ilişkisiyle ve türlü romantik duygularla bezeli olarak karşımıza çıktı. Özgürlük, bir arzu nesnesiydi. İstenen ama kavuşulamayan sevgiliydi. Kavramla ilgili tartışmalarımız, ağırlıklı olarak hep bu minvalden yürütüldü. Peki ya özgürlüğü reddedenler? Normal olmak uğruna her şeyden vazgeçenler?
Geçtiğimiz günlerde Sayaka Murata’nın bir romanı yayımlandı: Kasiyer. H. Can Erkin tarafından çevrilen, Turkuvaz Kitap tarafından basılan Kasiyer, böylesi soruların peşine takılan ilginç bir roman.
Japon edebiyatı, her ne kadar Murakami’yle beraber popülerleşmiş olsa da Murakami’nin ardılları da enteresan işler kaleme alıyor. Kasiyer bunlardan sadece biri... 1979 doğumlu olan Murata'nın 2018’de İngilizceye çevrilen ve sadece Japonya’da 600 binin üzerinde bir satış rakamına ulaşan onuncu romanı Kasiyer, Japonya’da genç yazarlara verilen Gunzo Ödülü’nün sahibi oldu.
'BUYURUN EFENDİM! HEMEN EFENDİM! TEŞEKKÜR EDERİZ!'
Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış adlı kitabında şöyle yazıyor:
“Birey, kendi olmaktan çıkar; kültürel kalıpların kendisine sunduğu kişiliği tümüyle benimser; böylece tıpkı diğerleri gibi ve onların kendisinden beklediği gibi olur. “Ben” ile dünya arasındaki tutarsızlık ve onunla birlikte de bilinçli yalnızlık ve güçsüzlük duygusu ortadan kalkar. Bu mekanizma, bazı hayvanların kendilerini korumak üzere renk değiştirmesiyle kıyaslanabilir. Onlar da kendi çevrelerine o kadar benzerler ki çevrelerinden neredeyse ayırt edilemezler. Kendi bireysel benliğinden vazgeçen ve bir robot haline gelen kişi, çevresindeki milyonlarca diğer robotla aynı olur ve artık kendini yalnız hissetmez, kaygı duymaz. Ama ödediği bedel yüksektir; kendi benliğini yitirmiştir.”
Romanın tartışma konusu olan özgürlük kavramı bir markete, orada 18 yıldır yarı zamanlı çalışan bir kadına odaklanıyor; Furukura Hanım’a. Furukura Hanım, orta sınıf bir ailede, oldukça sıradan şekilde yetişmiş bir Japon. Çocukluğunda, gençliğinde, üniversite yıllarında ve süregiden hayatında toplumla ciddi problemler yaşayan biri. Hâl böyle olunca baş gösteren uyumsuzluk, tabiri caizse bir nevi “ucubeleşme” şeklinde hayat buluyor. Furukura Hanım da üniversiteyken henüz tadilat aşamasında, yeni açılacak olan bir markete iş başvurusunda bulunuyor. Amacı biraz sosyalleşmek, yani normal olmak.
Kasiyer, Furukura Hanım 36 yaşındayken, yani o markette on dokuzuncu 1 Mayıs’ını kutladıktan, 157.800 saatini geçirdikten sonra başlıyor. Furukura Hanım işinde oldukça başarılı. 18 yılda bir sürü çalışan, bir sürü müdür değişmiş; yiyecekler, içecekler değişmiş; müşteriler, reklamlar değilmiş ama o hiç değişmemiştir; sadece eskimiştir.
Furukura Hanım hayatına üniversite mezunu olsa da takım elbiseli, ciddi iş merkezleri yerine, markette çalışarak devam ediyor. Oldukça düzenli bir iş yaşamı var. Kendisinin sadece mesai saatleri içerisinde değil, mesai dışındayken de marketin kontrolü altında olduğuna inanıyor. Temiz, bakımlı ve uykusunu almış şekilde gitmek de sorumluluklarından biri. Kasiyerliğe öyle odaklanmış durumda ki rüyasında bile çalışmaya devam ediyor, reyon düzeltiyor. Evde yediği içtiği şeyleri bile çalıştığı marketten satın alıyor. Bir zaman sonra marketin bir nesnesi hâline geliyor; vücudundaki her şey oraya ait oluyor. İşin ilginç tarafıysa şu; Furukura Hanım bu durumdan oldukça memnun. Özgürlüğünü kurban ederek sorumluluktan, eleştirilmekten kurtulacağına inanıyor.
'ANCAK BU BENİ NORMAL BİR İNSAN HÂLİNE GETİRİYOR'
Market, her şeyi ve herkesi normal olmaya zorluyor. İçerideki kurallar, vardiya içtimaları, bir ritüel hâlini alan hareketler ve ses tonları derlenip toplanıp bir bedene dönüşüyor. Bu bedenler de Tanrı Moloch’un, kapitalizmin midesinde öğütülüyor. Öyle ki yıllardır markete gelen yaşlı kadın bile “Hiçbir şey değişmiyor,” diyor.
Furukura Hanım’ın normal olma denemeleri bunlarla da sınırlı kalmıyor; o iyi bir taklitçi. Vardiya şefi İzumi Hanım’ın alışveriş yaptığı mağazalara dadanıyor, onun gibi giyiniyor, çalışma arkadaşı Sugavara’nın mimiklerini taklit ederek, önlüğünü takarak yaşıyor. Yetiyor mu? Yetmiyor. Marketteki arkadaşlarıyla aynı şeye sinirlenip aynı şeye gülmeye çalışıyor sonra. Ne kadar onlardan biri olursa o kadar korunduğunu hissediyor.
Bu hâliyle hem roman hem de karakter Beckettvari bir uyumsuzluk yaşarken, Furukura Hanım’ın market dışındaki anlarına da tanıklık ediyoruz. Görüştüğü dar kadro arkadaş ortamında yaşadıkları, ailesiyle yaşadıklarından farksız. Onların yanında ne zaman normal olmadığını hissetse, hemen markete gitmek istiyor. Market de bir nevi axis mundi’ye dönüşüyor yani.
“Ben bir insandan çok bir market çalışanıyım. Sefaletin dibinde de yaşasam, bir sokak başında yığılıp öleceğimi de bilsem, bu gerçekten kaçamam. Hücrelerim yaşamını market için sürdürüyor.”
Romanın geç gelen çatışması da bu sırada ortaya çıkıyor. Markette Şiraha adında orta yaşlı bir erkek çalışmaya başlıyor. Şiraha oldukça tembel ve ezberlediği şeylerle tembelliğini örtbas etmeye çabalayan biri. Sürekli modern-ilkel hayat karşılaştırması yaparak, toplumun zihinsel dönüşümünün gerçekleşmediğini, değişen şeylerin sadece ilişki kurduğumuz nesneler olduğunu söyleyip duruyor.
“Yaşadığımız dünya ilkel çağlardan hiç farklı değil. Köyün işine yaramayan insanlar silinir gider. Ava çıkmayan erkekler, çocuk doğurmayan kadınlar… Günümüz dünyasına bak. Sürekli bireyselliğe vurgu yapılır ama köye aidiyet göstermek istemeyen insanların yaşantılarına karışılır önce, sonra zorlamalar gelir, en sonundaysa köyden kovulurlar.”
Akabinde Furukura Hanım’la Şiraha’nın aldıkları enteresan kararla boyut değiştiren roman, sömüren-sömürülen ilişkisine yeni bir bakış getirerek, son zamanların popüler filmlerinden olan Parasite’ı hatırlatırcasına ivme kazanıyor.
Murata, yazdığı dünyayı çok iyi tanıyor. Uzun yıllardır yarı zamanlı kasiyerlik yaptığı için marketin iç işleyişini de oradaki karakterleri de kıvrakça anlatıyor. Murata, enteresan finaliyle hepimizi kendine hayran bırakırken, başından beri tartıştığı özgürlük kavramını slogan atmadan, oldukça tatmin edici şekilde bitiriyor.
KAYNAKÇA
- Özgürlükten Kaçış, Erich Fromm, Çev: Şemsa Yeğin, 236 syf., Payel Yayınları, 1996.