Işığın cesareti: Füruğ Ferruhzad
Füruğ Ferruhzad'ın şiirleri, sözcükleri duygu şiddeti yer yer yüksek sözcükler (güneş, karanlık vb) olsa da, şairaneliğe ve “şiirsel”liğe düşmez. Gerçekliği estetize ederken, varlığı sorgularken, şiirin metaforik dilini içselleştirmiş olmanın rahatlığıyla kullanarak, şiirin sınırlarında kalır. Derin duygular, özlemler, büyük acılar şiirin izleklerini oluşturduğu durumlarda, Füruğ gibi, şairaneliğe ve şiirselliğe, yani şiir olmayana düşme riski her zaman vardır.
Füruğ Ferruhzad’dan söz etmeye başlayınca, hangi sözcüğü seçeceğimi bilemiyorum. Bir araya getirdiğim sözcüklerin, onun yaşamını ve şiirlerini karşılamada çaresiz kaldığını görüyor, yeni bir dil yaratmaya girişiyorum. Onun acısını, onu içine çekmiş olan toplumsal ve tarihsel trajedinin boyutlarını anlatabileceğim yeni bir dil arıyorum. İran’da, 1935 yılında despot bir albay babanın yedi çocuğundan biri olarak dünyaya gelmenin bedelini anlatabilecek, özgürlüğe kavuşma hayaliyle 16 yaşında evlendiği kocasının marazi kıskançlıklarının hayatı cehenneme çevirmesini, 4 yıl sonra boşanmalarını ve tek çocuklarını bir daha görmesinin yasaklanmasının derin kederini anlatabilecek bir dil arıyorum. Dünyaca tanınan şair, ressam ve sinema yönetmeni Füruğ (Farsça anlamı ‘Işık)”un 1967 yılında otomobiliyle giderken bir öğrenci servisine çarpmamak için direksiyonu kırınca bir duvara çarpması sonucunda yaşamını yitirmesinin, mollaların onu kadınlara yönelik tutumlarını eleştirdiği, evli bir adama aşık olduğu ve erotik şiirler yazdığı için ahlaksızlıkla suçlayarak cenaze namazını kılmamalarının talihsizliğini anlatacak bir dil arıyorum.
Kısaca “Füruğ (Farsça ‘Işık’)” olarak bilinen İranlı kadın şair Füruğ Ferruhzad’ın şiirleriyle ilk kez 1989’da, Onat Kutlar ve Celal Hosrevşahi’nin Türkçeye çevirdikleri, Ada Yayınları tarafından basılmış olan “Sonsuz Günbatımı” adlı kitapta karşılaştım. Füruğ Ferruhzad Tahran'da doğdu. Sinema ve tiyatro alanında oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. 1962 yılında yaptığı "Bir Ateş" adlı belgesel filmi o yıl İtalya'da Belgesel Filmler Festivali'nde birinci oldu. 1963 yılında yaptığı "Kara Ev" filmi, Ober Havzen Film Festivali'nde (Almanya) en iyi film ödülünü aldı. Furuğ, İran yeni şiirinin gelişmesine, ilerlemesine önemli katkıda bulundu. İlk üç kitabının adı "Duvar", "Esir" ve "İsyan"dır. Son kitabını -Soğuk Mevsimin Başlangıcına İnanalım- tamamlamaya ömrü yetmedi. 1965 yılında Furuğ'un yaşamöyküsü belgesel film haline getirildi. Bu belgesel filmlerden birisi UNESCO; diğeri Bernardo Bertolucci tarafından gerçekleştirildi. Furuğ'un şiirleri İngilizce, Fransızca ve Almanca'ya çevrildi.
Füruğ yaşama otuz üç yaşında veda ettiğinde ardında filmler, şiir kitapları, yarım kalmış çalışmalar bıraktı. Şiirlerinde insanların gündelik yaşamlarındaki çelişkileriyle ilgili duyarlılığı evrensel bir dile taşıdı. Kadın duyarlılığı ilk kez Füruğ ile İran şiirine girdi. Bu özelliğiyle modern İran edebiyatında önemli bir yer edindi. Şiirlerindeki aşk, ölüm, varoluş sorunlarını bir kadın duyarlılığıyla estetize etti. Onun bu şiir anlayışı, dönemindeki iktidar çevreleri tarafından hoş karşılanmadı. Yazar Medhi Jami, Füruğ Ferruhzad ile ilgili olarak şunları söyleyecekti: “Her kültürün ikonları vardır, tıpkı Britanya’nın Shakespeare’i gibi. Füruğ Ferruhzad da modern İran için çağdaşlığımızın kimliğini oluşturan, böyle bir ikondu. O, oldukça sade ve içten bir şekilde yazdı. Ne kendisi ne de şiirleri sahteydi… O, ülkemizin gördüğü, hakikati anlatan son elçiydi.’’
Füruğ’un şiirleri son derece yalın bir dil içinden yansıyor. Dizeler yansıttıkları çağrışımlarla birbirinin üstüne binerek okuru içinden çıkılmaz bir “büyülü sözler” yumağının içine göndermiyor. Dizelerin arasına gün ışığı sızıyor. lirik bir üslup egemen. Okuru yoran bir gerilim, bir "kompleks" olmaması, şiir dilini tanımasından ve diğer sanatların (özellikle sinemanın) yaratma sürecini bilmesinden kaynaklanan bir soğukkanlılıkla açıklanabilir. Çünkü sinema ve şiir, gösterenle gösterilenin çakıştığı bir dildir. Füruğ’un iyi bir sinemacı olmasının önemli etkenlerinden biri de, aslında şiirin dilini bilmesidir. Sinema da şiir gibi, anlamın görsel tasarımı olan imgelerle gerçekleşir. Dünya sinemasının en önemli yönetmenlerinden Angelopuolos ve Tarkovski de şiirin dilini bilen, hatta şiir yazan yönetmenlerdi.
Füruğ’un şiirleri, sözcükleri duygu şiddeti yer yer yüksek sözcükler (güneş, karanlık vb) olsa da, şairaneliğe ve “şiirsel”liğe düşmez. Gerçekliği estetize ederken, varlığı sorgularken, şiirin metaforik dilini içselleştirmiş olmanın rahatlığıyla kullanarak, şiirin sınırlarında kalır. Derin duygular, özlemler, büyük acılar şiirin izleklerini oluşturduğu durumlarda, Füruğ gibi, şairaneliğe ve şiirselliğe, yani şiir olmayana düşme riski her zaman vardır. Şiirsellik, şiir olmayan ama şiirin bazı özelliklerini taşıyan, “şiir gibi” olandır. Bu tür anlatım, daha çok duygu şiddeti yüksek olan sözcüklerle oluşturulur (şafak, yangın, fırtına vb). Söz dizimi doğal dil ile çelişmezken, güzel ve etkileyici söz söyleme (retorik) kaygısıyla yazılır. Oysa şiir, doğal dilin ötesinde kurulur. Dilin amacı kendisidir. Şiirsellik, önceden tasarlanmış anlamlara giydirilen bir dil ile gerçekleşen düzyazıdır. Şiir ise önceden tasarlanmış anlamlara giydirilen bir dil değildir. Zaten şiir gerçekliği şimşek aydınlığında kavrar. Demek şiir gerçekliğin sınırlarını birbirine geçiştirir, bozar, karanlığa çeker ve birden bire yeniden aydınlatarak "şok" yaratır. Gerçekliği okur tarafından yeniden anlamlandırmaya uygun duruma getirir. Böylece gerçekliğe anlamsal çok değerlilik kazandırır. Düzyazı (roman, öykü) ise gerçekliği gündüz aydınlığında kavrar. Gerçekliği ışığın altına çeker, daha belirgin görülmesini sağlar, tanımlar, sınırlarını belirler, dağınık olanı toparlar. Düzyazı anlatır, şiir gösterir.
Füruğ’un şiiri geri dönülmezcesine atılmış adımdır. Olanaksızlığın, başka çaresi olmamanın dilidir. Son derece katı bir yobaz ideolojinin egemen olduğu toplumda, bir şair olarak, üstelik bir kadın olarak kendinizi nasıl ifade edebilirsiniz? İşte bu soru Füruğ’a sorulduğunda, şu yanıtı verecektir: “Belki teselliyi şiirde aradığım, belki de söyleyemediklerim içindir…” Evet, söyleyemedikleri içindir! Peki, Füruğ şiirlerinde ne söylüyordu? İşte onun bazı dizeleri:
“kuş ölümlüdür
uçuşu koy aklına (çev.Celal Hosrevşahi)”
“Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
Seni, kendinde tekrarlayarak
Çiçeklenmenin sonsuz seherine götürecek. (Çev.Makbule Aras)”
“Harabelerin sessizliği güzeldir”
“benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir”
“Füruğ Ferruhzad, bu sözlerle karşılıyordu kadın bir şair olarak kendisine yöneltilen eleştirileri: ‘Önemli olan üretilen eserin insan elinden çıkmış olması; bir kadına mı yoksa bir erkeğe mi ait olduğu değil. Bir şiir, belli bir seviyeye ulaştıktan sonra yaratıcısından ayrılır ve herkesten bağımsız, sadece kendi varoluşu üzerinden değerlendirilecek şekilde dünyaya karışır.’ Yanlış anlaşılmasın, kadınlığını reddeden, kendini gizlemeye çalışan bir hali hiç olmadı. Tam tersine yaşadıklarını, gördüklerini, hissettiklerini limitlere baş kaldırarak yansıttı dizelerine. Ama tabii ki hem yaşadığı dönem hem de ülkesi için çizgi dışı bir karardı bu. Öldükten yıllar sonra bile şiirleri İran’da yasaklılar listesinde yer aldı.(Seden Mestan,bantmag.com)”
Füruğ, İbrahim Gülistan’ın sahibi olduğu Gülistan Film Stüdyosu’nda çalışırken, Tebriz’de bulunan cüzzamlılar evi ile ilgili bir kısa belgesel film yapılması teklifi gelir. Devlet kurumundan gelen bu teklifi kabul eden İbrahim Gülistan, filmin yapım işini Füruğ Ferruhzad’a verir ve onu küçük bir film ekibiyle birlikte Tebriz’e gönderir. Önceden herhangi bir treatment ya da senaryo hazırlamadan cüzzamlılar evine giden Füruğ, kısa sürede fimi tamamlar. Belgeselini çektiği cüzzamlılar evinde karşılaştığı Hüseyin Mansur’u evlat edinir.1962 yılında yapıtığı bu filme Khaneh Siyah Est (Kara Ev) adını verir. Şiirsel bir dil kullandığı bu filmde cüzzamlıların günlük yaşamından bir kesit aktarır. Bu filmin çekiminden beş yıl sonra yaşamını yitirecektir. Füruğ’u bize yaşama sevinci dağıtan şiiriyle selamlıyorum:
YENİDEN MERHABA DİYECEĞİM GÜNEŞE
Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden geçen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardığım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim.
(Füruğ Ferruhzad, Çeviri: Cavit Mukaddes)