Kötü Kalp: Failler ve mağdurlar
Aslı Tohumcu, İletişim Yayınları tarafından yayımlanan son romanı Kötü Kalp’te “Biz bütün bunlara katlanmak zorunda mıyız?” diye soruyor ve narçiçeği bir rujla bulduğu cevapları işaretlemeye koyuluyor. Tohumcu, ısa bölümlerden oluşan, farklı karakterlerin hikâyelerini takip ettiğimiz, ağır konulara değinirken bile okuyucusunda merak ve heyecan duygusunu kaybettirmeyen bir anlatıma imza atıyor.
Buse Özlem Bay
“Adaleti hak edip de alamamışlara, keşke elimden gerçek bir şey yapmak gelseydi…” diyor Aslı Tohumcu son romanı Kötü Kalp’in hikâyesini anlatmaya başlamadan önce. Fakat Aslı Tohumcu’nun yazınıyla tanışıklığı olanlar bilir ki -yazmaya başladığı ilk öykülerden son romanlarına, denediği her üsluptan anlattığı her hikâyeye kadar- elinden gelebilecek en gerçek şeyi ortaya koyar aslında: Okurunu uçlarda tutan rahatsız edici bir öyküleme tarzı ve bu toplumun çok çabuk unutmaya meyilli olduğu haksızlıkları gelecek kuşaklara aktarma gayesi vardır onda. Sadece 10-20 yıl değil, yüzyıllar sonra bile okunduğunda şu an gündelik hayatın içinde normalleştirilen her acı olayı, bu toprakların tarihinin bir parçası yaparak geleceğin de bir parçası kılmak, bir yazarın yapabileceği en samimi ve övgüye değer hareket olabilir.
Aslı Tohumcu’nun İletişim Yayınları’ndan çıkan romanı, bir tecavüz raporu alıntısıyla başlıyor. Bu dikkat çekici, sert başlangıç tüm roman boyunca yukarılarda gezen ritmini kaybetmiyor. Kötü Kalp bir “vigilante” hikâyesi. Gotham’ı bile mumla aratan İstanbul’da geçen roman, başkahramanın, haksız bir şekilde işinden alınıp her şeyini kaybettikten sonra kendi kanunlarını ve infaz şekillerini yaratarak suçla başa çıkma hikâyesini merkeze alıyor.
Vigilante’mizin peşine düşen bir başkomisere ve onun ekibine de yer veren Tohumcu, polisiye ögelerinin yanında suç, suçlu, ceza, mağdur ve fail olma gibi konularda sorgulamalara gidiyor. Romanın belli bölümlerinde başkahramanımızın peşine düştüğü faillerin iç seslerine yer verirken, bu faillerin öldürüldükten sonra nasıl birer maktule dönüştüklerini, aslında bir mağdur olan karakterimizin tüm bu karanlık içinde nasıl bir infazcı haline geldiğine şahit oluyoruz. Şiddet yine şiddeti doğururken karakterin “insan kalabilmek” adına devam edebileceği başka bir yol kalmıyor. “Normalde incir çekirdeğini doldurmayacak milyonlarca şeyle dünyaya sığmaması gereken milyonlarca şey, hepsi bir arada, bu ülkede.” Tüm bunlar içerisinde yaşamaya devam ederken görünmez bir kişi oluyor karakter. Kimseye görünmeden gerçekleştirdiği avları süresince diğerleri onun sadece sesini duyuyor. Uğradığı haksızlıklar ve bugüne kadar gördükleri sonucunda oluşan bu fiziksel görünmezlik, toplumun onu ittiği kimsesiz yabancılaşmanın da bir sembolü oluyor. Eylemlerine başlamadan önce failleri uyarmak için kullandığı sesi ise adeta vicdanın/sağduyunun sesini simgeliyor.
KÖTÜ KALP... İYİ KALP...
Daha önceden sahip olduğu iyi kalbini ele geçirmeye başlayan kötü kalbi ise tüm bu süreç boyunca tek refakatçisi oluyor. Sosyal baskının dokunamadığı en vahşi arzularının göstergesi, Freudyen tabirle “id” olarak nitelendirebileceğimiz kötü kalbinin ona verdiği telkinlere boyun eğerek artık onun peşinden gitmeye karar veriyor. Kötü kalbin kötülüğü ise bir noktada ironikleşiyor. Zaten kötü olan bu dünyada, adaletin sağlanamadığı, her zaman haksızın kazandığı bu yerde şiddete verilen cevabın kötülüğünü sorgulamak çoğu zaman anlamını yitirebiliyor. Kahramanlıkla kötü adamlık arasında kalan karakter, kalbinden gelen seslerle birlikte iyice ikiye bölünüyor. Düzenin yolu kaostan geçiyor.
Olay yerlerinde bıraktığı narçiçeği rengindeki rujlarla imzasını atarken, “takım elbiseleriyle iyi halden yararlanıp serbest kalan tecavüzcülerden, emekçilerin haklarını gasp eden işverenlerden, ağaçları rahat bırakmayan rektörlerden, otobüste bacaklarını yayarak oturan yolculardan, zorba adamlardan ve nicesinden”, yani elindeki gücü suistimal eden herkesten oluşan kurbanlar listesi gittikçe kabarıyor. “Hiçbir kuram yok ki bunca kötülüğü, fenalığı, korkunçluğu açıklasın. Hele de kimseye hiçbir fenalığı dokunmamış insanlara yapılanları” diye düşünüyor. Başka bir çıkış yolu bulamazken şiddetin dozu gittikçe artıyor. İntikamını almaya devam ettikçe kötü kalbi büyüyor, ama bedeni gittikçe küçülüyor. Babaannesinin oyalı mendillerine sığınmak isteyen o küçük kız çocuğu geri dönüyor. Fakat bu dünyada onu sarıp sarmalamaya yetecek kadar şefkat sadece toprakta bulunuyor.
Aslı Tohumcu, tüm bunları bir önceki romanı Durmadan Leyla’da da karşılaştığımız gibi çok akıcı bir üslupla kitabı kaleme alıyor. Kısa bölümlerden oluşan, farklı karakterlerin hikâyelerini takip ettiğimiz, ağır konulara değinirken bile okuyucusunda merak ve heyecan duygusunu kaybettirmeyen bir anlatıma imza atmış Tohumcu. Kötü Kalp ise günümüzün ve muhtemel geleceğimizin tüm dertlerini bu ferah üslupla omuzlamışken ardında okuyucuya sorulması gereken tek bir soru bırakıyor: Gerçekten, “Biz bütün bunlara katlanmak zorunda mıyız?”