Neoliberal kapitalist sistemin ‘eğitmenliği’

Zygmunt Bauman'ın çağdaş eğitimin krizine odaklandığı, söyleşilerinden oluşan derleme "Eğitim Üzerine" Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Bauman söyleşilerde, küreselleşmeden göçe ve teknolojiye dek pek çok başlık altında, genellemelere başvurmaksızın eğitimi ve çok renkliliğini göz ardı etmediği gençleri anlayıp anlatmaya çalışırken değişen toplumsal yaşamın ancak buralara bakarak kavranabileceğini hatırlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Ali Bulunmaz

Yaşadığı süre içerisinde Zygmunt Bauman’ın el atmadığı mesele kalmamıştı. Nesli hızla tükenen bilgelerden olan ve bilgisini konuştururken çağını yorumlayan düşünür hakkında çok ahkam kesildi fakat kendisi asla bu yola girmedi. Ömrünün son günlerinde bile bir öğrenciyle arasındaki tek farkın yaşı olduğunu söyleyebilecek kadar tevazu sahibiydi. Öğretirken öğrenen ve öğrenirken öğreten Bauman, sosyologluğunu bu yolda hem kullandı hem de kendi ifadesiyle “geliştirdi.”

Zamanının çoğunu araştırmalar yaparak, düşünerek ve fikir üreterek, bunları da söyleşilerle toplumla paylaşarak geçirmişti. Bu söyleşilerde geçmiş-bugün-gelecek çizgisini izliyor, deneyim ve bilgilerini aktarıyordu.

Kafa yorduğu konulardan biri olan eğitime dair Riccardo Mazzeo ile yaptığı uzun söyleşi dizisi kitaplaşıp Eğitim Üzerine başlığıyla okurla buluşmuştu. Bauman, eğitim krizine odaklandığı söyleşilerde küreselleşmeden göçe ve teknolojiye dek pek çok başlık altında, genellemelere başvurmaksızın eğitimi ve çok renkliliğini göz ardı etmediği gençleri anlayıp anlatmaya çalışırken değişen toplumsal yaşamın ancak buralara bakarak kavranabileceğini hatırlatmıştı.

Eğitim Üzerine, Zygmunt Bauman, Çevirmen: Akın Emre Pilgir, 144 syf., Ayrıntı Yayınları, 2020.

AŞIRI BOLLUĞUN HAYALETİ

Bauman, tıpkı diğer kitaplarında olduğu gibi Eğitim Üzerine’de de konuya geniş bir perspektifle yaklaşıyor: Göç alan, göçmenleri kabul etmekte zorlanan ve giderek yaşlanan Avrupa’nın, kıtaya ayak basan gençler tarafından eğitilip eğitilemeyeceğini ve eski değerlerine; “toplumsal sözleşmeye” dönüp dönemeyeceğini sorguluyor mesela. Aynı şekilde, bir dönemin harcanmasına neden olan sömürgecilik ve asimilasyon hastalığının yeniden nüks edip etmeyeceğini de tartışıyor.

Bu sırada doğal olarak bazı kavramlar araya giriyor: Ömür boyu öğrenme, bilgi, akışkanlık, araçsal akıl, beceri… Bauman’ın bunlara atıf yapma gerekçesi, eğitim-tarih-bugün bağlantısına dayanıyor; olup biteni anlama ve anlamlandırma yetisini kazanıp yorumlamanın önemini vurgulayan yazarın notu dikkatle okunmalı: “Akışkan modern dünyanın sakinlerinin ve onların yaratıp emek verdiği her şeyin üzerinde aşırı bolluğun hayaleti geziniyor. Akışkan modernlik aşırılığın, bolluğun, israfın ve atık boşaltımının olduğu bir medeniyettir (...) Mevcut küresel eğilimler ‘ekonomileri ürünlerle hizmetlerin ortalama ömrünü alabildiğine kısaltarak geçici ve uçucu şeylerle güvencesizliği üretmeye (geçici, esnek ve yarı zamanlı işler)’ itiyor.”

Söz konusu yorumun az ötesinde ise nasıl bir dünyada yaşayacağımızı belirleyecek eğitim seçimi yer alıyor: Ezberci mi, yoksa sınırları kaldırıp zihni açan bir eğitim mi? Bu, aynı zamanda piyasa buyrukları yerine, insanı esas alan hakiki bir kültür devriminin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini gösterecek bir kıstas Bauman’a göre.

DÜZENİN ENGELLEDİKLERİ

Her şeyin süratle değiştiği, “bağların koparılıp süreksizliğin yerleştirildiği akışkan modern kültürde”, hemen herkes gibi kendisine müşteri gözüyle bakılan öğrencinin hızla öğrendiğini aynı hızla unutacağını belirtiyor Bauman. Buna paralel olarak gençlere belli hayallerin satıldığını ve hemen arkasından, hayatın gerçekleri ağır basınca düş kırıklıkları yaşandığını hatırlatıyor. Başka bir deyişle “yaşamı iyileştiren evrensel eğitimle fırsatları artırma vaadinin yitip gittiğini söylüyor.”

Bauman, eğitim de dâhil olmak üzere sistemin her şeyi kendisine göre şekillendirdiğini anlatırken vaatlerle gerçekler arasındaki makası açan bir başka hakikati hatırlatıyor: “Düzen çoğunluğa göre biçimlenir. Dolayısıyla görece az sayıda olup çoğunluğa itaat etmek istemeyen azınlıkları ‘kenar sapmalar’ şeklinde değersizleştirmek kolaydır. Bu sayede onları bulmak, tespit etmek, etkisiz hâle getirmek ve boyun eğdirmek de kolaydır. ‘Anormalliğin kenarı’nı seçmek, damgalamak ve ayıklamak, düzen inşasına eşlik eden zorunlu bir unsurdur ve düzenin devamlılığı için kaçınılmaz bir maliyettir.”

Bauman’ın bahsettiği düzenin, “anormal” diye yaftalananların ve “diskalifiye edilip” yukarıdakilerin hayat şartlarına yaklaşmasına izin verilmeyenlerin çocuklarını, emek piyasasının koyduğu standartlara erişim bağlamında birer “engelliye” dönüştürdüğünü de unutmamak lazım.

BİR KREDİ KARTI YETER!

Eğitimin, kişileri sisteme uyumlu ve hayatın anlamını tüketimde bulmasını sağlamak üzere yetiştirip yetiştirmediğine ilişkin bir tartışma da var metnin satır aralarında. İdeal (her koşulda alışveriş yapabilen) ve kusurlu (alışveriş imkânı kısıtlı olan ya da bunu hayatının merkezine yerleştiremeyen) tüketici arasındaki ayrım çıkıyor karşımıza bu tartışmayla birlikte.

Eğitim kavramını okulla sınırlamayan Bauman, sistemin öğretmenliğini tüketim bağlamına oturtarak bir örnekle açıklamış: “Zevk, konfor, rahatlık ve zahmetin ortadan kalkması, ânında tatmin olma, hayallerin gerçekleşmesi ve ağır gerçeklerin birer düş (veya hayali birer siluet ve fantezi) olarak kenara atılması... Bunlar açgözlülüğün ittiği ve alışverişle işleyen bir ekonominin vaatleri, iddiaları ve stratejileridir. Dost edinmek ve kaybetmek, her şeye uyarlanmış bir stratejinin unsurlarından sadece birisidir. Doğru bir şekilde, bunu en son vaadin yanına koyuyorsunuz. Bu sefer çocukken (tabii yine bakkallarda) bulabildiğimiz o tatlı anıların talebini yaratıyorlar. Artık bin bir zahmetle ‘kayıp zamanları aramak’ yok. Hatta aslında artık kayıp zaman da yok. Onları diriltmek ve geri kazanmak için Proust gibi bir dehaya da artık ihtiyaç yok. Bir kredi kartı yeter, teşekkür ederiz!”

Eğitimin sadece sözlük anlamına takılıp kalmadan hayli geniş bir alanda hareket eden Bauman, neoliberal kapitalist sistemin insanları nasıl “eğittiğini” ve buna direnç gösterenlerin bir çırpıda nasıl marjinal ya da “anormal” diye etiketlendiğini anlatıyor. Uzun lafın kısası düşünür, küresel-evrensel, yerel-neoliberal kapitalizm gerilimi bağlamında eğitim konusuna yoğunlaşıyor.