Mehmet Eroğlu'ndan polisiye roman: Serinin üçüncü kitabı tasarı olarak hazır
Mehmet Eroğlu'nun "Kötü Adamın On Günü" romanı İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. "Serinin üçüncü kitabı, taslak olarak aklımda ve notlarımda" diyen Eroğlu ile "Kötü Adamın On Günü"nü, iyi-kötü kavramını ve üzerinde çalıştığı yeni metinleri konuştuk.
Zümrüt Muştalı
DUVAR - Usta yazar Mehmet Eroğlu'nun yeni romanı Kötü Adamın On Günü okuyucularla buluştu. Eroğlu'nun kaleminden aşina olduğumuz politik-gerçekçi edebiyat anlayışının aksine polisiye unsurlarıyla öne çıkan Kötü Adamın On Günü, eski bir avukat olan Sadık'ın, Adil'e dönüşünü keskin bir üslup ve kurgu becerisiyle okura sunuyor. Eroğlu, "İlk roman, İyi Adamın On Günü yayımlandıktan hemen sonra Avukat Sadık’ın öyküsünün devamını yazmam için o kadar çok istek, destek ve teşvik geldi ki, sonunda yakınımdakilere, öğrencilerime -şaka yollu da olsa- okurlarımın artık benden sıkıldığını, tarz değiştirmemi istediklerini söylemeye başladım. Sadık’ın dramının devamını da o sıralarda tasarladım ve sonra, yazmak için yıllardır hazırlık yaptığım Varlıklar adlı yeni romanına başlamadan önce, biraz da 'polisiyenin devamını yaz, devamını yaz,' baskılarından kurtulmak için, yaklaşık 300 sayfayı üç ay gibi kısa sayılabilecek bir sürede kâğıda geçirdim, Kötü Adamın On Günü böyle ortaya çıkmış oldu. Komik olan şimdi, serinin ikinci kitabı çıkalı henüz bir ay bile olmadan, yine aynı baskılara maruz kalmam. Aslında, Sadık’ın serüveninin üçüncü kitabı Mantıklı/Sakin/Akıllı Adamın On Günü de tasarı olarak hazır. Çünkü Kötü Adamın On Günü biter bitmez 'Acaba bir karakter olarak Sadık’ın başına neler gelebilir, hikâye nereye evrilebilir?' diye düşünerek epeyce not almıştım" dedi.
Eroğlu ile 'iyi' ve 'kötü' adamları ve üzerinde çalıştığı yeni romanlarını konuştuk.
İlk olarak romanın ismiyle başlamak isterim. Niye Kötü Adamın On Günü? Sadık gerçekten de kötü bir adam mı?
Son tahlilde kötü değil tabii. Ama iyiden, daha doğrusu iyilikten sonra kötülük gelir, o yüzden adı Kötü Adam oldu. Aslında iyilikle kötülüğün arasındaki yakınlık, birbirlerini tümleme, tamamlama özellikleri en az zıtlıkları kadar dikkate değer. Trajik temaların ustası Shakespeare Hamlet’in 2. perdesinde şöyle diyor: “Sana öyle gelmese de iyi ya da kötü bir şey yoktur; düşüncedir onu öyle yapan.” Romanın sonunda da kahramanımız Sadık, bu önermeyi daha da sertleştirip, vurguluyor: “İnsan, haklı bulduğu bir davayı savunduğu zaman her şeyi yapabilir, haksızlık, hatta kötülük bile… Ne yaptığım mı önemli, neden yaptığım mı, işte sorun bu.” Bu açıdan değerlendirirsek, Sadık ilk kitaptaki Sadık…
Aslında biraz da ilk sorumla bağlantılı olarak, “insanlar iyidir ama kötü yanları da vardır”a mı yoksa “insanlar kötüdür ve iyi yanları da vardır”a mı daha yakınsınız, muhakkak çubuğu ikisinden birine bükmeye mecbur olsanız?
Böyle yapmak, bükmek yerine esnetir uzatırım, gerekirse de kırarım. Romanlarda çoğu kez benim düşüncelerim değil, kahramanın düşünceleri eyleme karar veriyor. Zaten böyle bir seçim yapıp, illa çubuğu bükmek de gerekmiyor bence. İnsan sandığımızdan çok daha karmaşık bir yaratık. Büyüleyiciliği de burada. Ama Mehmet Eroğlu iyilik kötülük hakkında ne düşünüyor derseniz, önceki sorunun ikinci alıntısı aslında benim düşüncelerim: Ben yapılana değil, neden yapıldığına da bakarım. Özetlemek gerekirse, iyilik bir erdemse, ben erdemlerin fışkırdığı yuvadan, vicdandan yanayım. Vicdan, bazen ahlâkın, (hele burjuva ahlâkıysa) yasaların, geleneklerin ve mantığın kural ve varsayımlarına uymayabilir.
'SERİNİN ÜÇÜNCÜ KİTABI BİTMİŞ VAZİYETTE BEKLİYOR'
İyi Adamın On Günü ile birlikte başlayan Sadık’ın hikâyesi bu kitapla devam ediyor. Acaba bunun devamı gelecek mi? Bir üçüncü kitap var mı aklınızda?
Böyle bir sorunun geleceğini tahmin ediyordum. İlk roman, İyi Adamın On Günü yayımlandıktan hemen sonra Avukat Sadık’ın öyküsünün devamını yazmam için o kadar çok istek, destek ve teşvik geldi ki, sonunda yakınımdakilere, öğrencilerime -şaka yollu da olsa- okurlarımın artık benden sıkıldığını, tarz değiştirmemi istediklerini söylemeye başladım. Sadık’ın dramının devamını da o sıralarda tasarladım ve sonra, yazmak için yıllardır hazırlık yaptığım Varlıklar adlı yeni romanına başlamadan önce, biraz da “polisiyenin devamını yaz, devamını yaz,” baskılarından kurtulmak için, yaklaşık 300 sayfayı üç ay gibi kısa sayılabilecek bir sürede kâğıda geçirdim, Kötü Adamın On Günü böyle ortaya çıkmış oldu. Komik olan şimdi, serinin ikinci kitabı çıkalı henüz bir ay bile olmadan, yine aynı baskılara maruz kalmam. Aslında, Sadık’ın serüveninin üçüncü kitabı Mantıklı/Sakin/Akıllı Adamın On Günü de tasarı olarak hazır. Çünkü Kötü Adamın On Günü biter bitmez “Acaba bir karakter olarak Sadık’ın başına neler gelebilir, hikâye nereye evrilebilir?” diye düşünerek epeyce not almıştım.
Yine de, sanıyorum ki bu "On Günlük" maceralara bu kez biraz daha fazla direnmeye çalışacağım. Çünkü Kötü Adamın On Günü’nden daha önce bitmiş, yayına hazır, iyice demlenmiş, İkinci Kış adlı bir romanım daha var şu anda. Aslında 2019 aralığındaki kararım onu yayımlamaktı, ancak editörüm Duygu Çayırcıoğlu, Kötü Adamın On Günü’nü öne almak konusunda ısrar etti. Kısacası, serinin üçüncü kitabı taslak olarak aklımda ve notlarımda, bitmiş vaziyette bekliyor. Ama ne zaman kâğıda dökerim, işte o konuda bir fikrim yok.
Bu son iki kitabınızda sizin diğer kitaplarınızdan farklı bir ton var. Bunu sizin edebî evreninizde bir kırılma olarak yorumlayabilir miyiz? Bir de sanki özellikle bu son kitabınız Kötü Adamın On Günü genç okuru daha çok kucaklıyor. Diyaloglar, güncel şakalar tam da şimdiki kuşağın dünyasına hitap ediyor gibi.
Soruyu görünce hafifçe gülümsedim. Kötü Adamın On Günü yerine sözünü ettiğim İkinci Kış adlı roman basılmış olsaydı sanırım bu soruyu sormazdınız. Tabii ki bu bir kırılma değil. Ancak haklısınız, bu roman, özellikle günümüzün büyük kentlerindeki yaşantıdan oldukça fazla dijital unsur içeriyor. Özellikle Kötü Adamın On Günü, sosyal medya, telefonlar ve bunların oluşturduğu algılarla sanal gerçeklerin dünyasından yararlanıyor. İyi ve Kötü Adamın On Günü romanlarımda, öteki romanlarımla karşılaştırıldığında mevcut olan bir diğer farklılık da her iki romanın da diyaloglara ve monologlara dayanması. Trajedilerdeki monologlardan söz ediyorum. Romanda belirtmek istediğim bir de nostaljik bir konu var: Komiser Kolombo! Ülkemizde televizyon yaygınlaşırken bu fenomen polisiye dizisi ve baş karakteri Kolombo bizleri fethetmişti.
Son olarak, bir sonraki metninize dair ipuçları almak isterim. Biraz paylaşabilir misiniz, konusu nedir, yaklaşık olarak yayın takvimi belli oldu mu?
Az önce söz ettiğim İkinci Kış adlı, geç kalmış aşk, fark edilmemiş, şaşırtıcı kıskançlık ve ölüm temalarının işlendiği roman iki yıldır hazır. Şimdi yazmakta olduğum -üçte birini tamamladığım- Varlıklar ise bambaşka bir roman: Distopik bir bilimkurgu diyebiliriz. Bu roman için yıllardır, çok değerli bir bilim insanıyla birlikte çalışıyoruz. Çünkü yepyeni bir evren, gezenler sistemi yaratmam gerekti. Her şey fizik kurallarına uygun hesaplanarak tasarlandı. Yeni sayı sistemi gibi ilginç pek çok unsur var. Oldukça zorlayıcı bir yazma süreci beni bekliyor olacak. En az bir eserimin olmasını istediğim bir türdü bilimkurgu. Daha sonra sırada iki aileyi anlatacağım, notları ve kurgusu hazır bir başka roman daha var. Ve tabii, Sakin ya da Mantıklı ya da Akıllı Adamın On Günü de sıraya girmiş görünüyor.