Kantolar: Tarihin şiirli belgesi
Bu yazı Kantolar'ı okurken nasıl anlayabilirim sorusundan yola çıkarak oluştu. Öncelikle metni okumaya başlamadan, kitabın çevirmeni Efe Murad’ın doyurucu sonsöz yazısının okunmasını önerebilirim, o yazıdan sonra merakınız arttıysa da metinde sıkça alıntıladığım, Alec Marsh’ın, Şahika Tokel çevirisi ile basılan, “Ezra Pound” adlı biyografisini okuyabilirsiniz. Her şey anlamak için ve sanırım şimdi Kantolar'ı gerçekten okumaya başlayabilirim.
Ezra Pound modernist edebiyatın en etkili şairlerinden sadece metinleriyle de değil yaşamdaki duruşuyla da epey sansasyonel bir isim. Onunla ilgili yaptığınız taramalarda karşınıza ilk çıkan, faşizm anlayışı, antisemitizmi, kültür fetişisti olması veya “akıl hastası” olması. Pound hepsini bünyesinde barındıran bir isim ve bu eserlerine de yansımış. Son günlerde gündemimize Efe Murad çevirisi ile basılan ünlü metni “Kantolar” ile girdi. “Kantolar” öyle kolaylıkla okunup anlaşılacak bir metin olmadığı gibi müthiş bir çeviri emeği demek, bu nedenle öncelikle çevirmeni Efe Murad’ın hakkını teslim etmek gerek. Çünkü bu metin Pound’un düşüncesini, yapmaya çalıştığını, durduğu yeri anlamak açısından oldukça önemli bunun yanı sıra modernist bakışı bu metin üzerinden değerlendirmek, mutlak gerçekçiliği, evrensel bakışı, belgelere dayalı tarih fikrini sorgulamak bile mümkün. “Kantolar” üzerine yaptığım okumalar aklıma Ulus Baker’in modern toplumu bir montaja benzetmesini getirdi. Mühendislik edasıyla toplumsal olanın biçimlenme çabasını hatırlatıyordu Baker bu benzetme ile bunun gibi, “Kantolar”da Pound, tarihi parçaları bir araya getirip, onları bir mühendis edasıyla montajlama çabasına girişiyor. Pound’un bu çabası özcülük olarak adlandırılabilecek bir yere de varıyor. Farklı dönemlerden de olsa tarihin parçalarını bir araya getirmeye çalışırken, başka diller, kültürler biçimli bir şekilde, belgelere dayalı bir tarih metni gibi şiirsel biçim ile örülüyor. Çünkü “Kantolar” özelinde konuşursak, onun şiiri doğrudan tarihsel ve mitolojik metinlerden alıntıladığı parçalardan oluşuyor. Şair böylece, tikel parçalardan yola çıkıp bir bütüne varma çabasına girişiyor.
ELİOT'A SELAM
Alec Marsh’ın “Ezra Pound” (2013) adlı kitabında aktardığına göre, Pound’u uzun şiir yazma konusunda teşvik eden olaylardan biri T. S. Eliot’ın “Waste Land” (Çorak Ülke) adlı şiiri için verdiği editoryal çaba idi. Eliot’ın kendisini ziyarete geldiği 1922’de “Çorak Ülke”yi birlikte elden geçiriyorlar. Pound bunu şöyle ifade ediyor: “Ve valizinde lanet güzel bir şiir var (19 sayfa) burada çaresine baktık” (syf. 86) Marsh, bu ziyaretin ve “Çorak Ülke”nin düzenlenip, biçimlenip son hâline getirilmesinin Pound’un uzun şiir yazma fikri için bir “ebe” rolü olduğunu düşünüyor. Bu Pound’un “Kantolar”ının da doğumu oluyor bir bakıma. Böylece Pound, kendi şiirinde neleri yapıp yapamayacağının farkına varıyor. Marsh bu nedenle Kanto VIII’in başını “Kantolar”ın esas başlangıcı olarak okumayı öneriyor ve bunun Eliot’a verilmiş bir selam olduğunu düşünüyor. Çünkü ona göre; “Pound onu yazdıktan sonra (Kanto VIII) diğerlerini gözden geçirmiştir” (syf.89). Yazarın Eliot’a selam olarak nitelediği dizeler şöyle:
“Rafa kaldırdığın (payanda yaptığın) şu parçalar.
“Kaltak!” “Orospu!” Hakikat ve Kalliope
Küfrederek birbirlerine sous les lauries” (Kantolar, syf. 34)
Marsh’ın yorumuna göre: “Bu kanto ustalıkla (yanlış alıntıladığı) Waste Land’e (Çorak Ülke’ye) verdiği yanıtla başlamaktadır. Eliot’ın ‘Bu parçalarla yıkıntılarımı payandaladım’ dizesi ‘Bu parçaları rafa kaldırın’ olmuştur. Bu eksik cümle, bizi mahvolmaktan koruyan parçaların çoğunlukla kitaplarda ve müzelerde olduğunu doğrular; yani arada kültür kurumları vardır ve hiç kuşkusuz kültürel yozlaşmanın bir göstergesidir bu” (age. 90). Marsh’ın yorumu Pound’un kültür kavrayışıyla paralel görünüyor. Pound, “eski” uygarlıkların, onların kültürel kavrayışlarının insan için önemli olduğunu düşünüyor, geçmişi anlamadan bir şimdiyi tahayyül edemiyor. Belki de yaşamın içinde olması gereken kültürün kitaplarda ve müzelerde terk edilmiş olduğunu düşünüyor ve geçmişini bilmeyen toplulukların yozlaşacağını düşünüyor. Onun bir çabası da bu nedenle ilk uygarlıklarla onların kültürüyle ilişkilenme çabası bu onu “ilkçi” olmaktan kurtaramasa da yapmaya çalıştığının bir şekilde geçmişi tozlu raflarda bırakmamak olduğu söylenebilir. İnsanları farklı dilleri ve kültürleriyle bir arada tutmak, “Kantolar”da farklı tarih parçalarının bir arada sunulması da zaten bununla ilgili.
KANTOLAR'DA KULLANILAN METODLAR
“Kantolar” için söylenebilecek bir şey de farklı yöntemlerin bir arada kullanılması. Bu metni okumaya başlamadan bu yöntemler üzerine düşünmek de faydalı olabilir. Birinci olarak Epik yöntem, Pound’a göre epik; “ ‘tarih içeren şiirdir’, ‘ikincisi Kantolar; kavmin hikâyesidir’. Peki epik ne değildir: Kişisel deneyimin kaydı. Epik sübjektif değildir” (age. 96). Yani doğrudan tarihten beslenen bir anlayış hâkimdir, yorumsuz direkt olarak belgeye dayalı. Çünkü Pond’a göre, “zaman mitolojik bir biçimde düzenlenmişti; tarihsel olayların mit paradigmalarını tekrar tekrar ifade etmesi açısından tarih tekerrür etmektedir. Zaman ve yer açısından birbirinden uzakta olan olaylar kafiye oluşturabilir” (age. 96). O da bu anlayışla kantolarda farklı zamanlarda yaşanmış olayları kafiyeli bir şekilde bir arada sunmaya çalışıyor. Metinde, direkt tarihten, mitolojiden alıntılarla kafiyeli bir şekilde dizilen olaylar, söylemeye de uygun hâle getirilerek şiire işleniyor çünkü zaten Kanto tanımı itibariyle de şarkı gibi okunabilecek bir şiir biçimi ve bu nedenle söylemeye uygun olması önemli.
Ezra Pound’un kullandığı bir diğer yöntem ideogramik metot. Fennollosa’ya, göre ideogramlar doğal dili temsil ediyordu. Bu nedenle Pound Çinceye özel bir önem atfediyor. “Çin ideogramını deneyimlemek imajistik, görsel bir deneyim yaşamaktır; sanki tüm tarihi anlamın pekiştirilen değerler olarak birikimiyle zihne bir anda geliverir, fonetik dil böyle bir şey elde etmeyi pek ummaz” (age. 64). Bu durum “Kantolar”ın tarihi bağlaçsız cümle kurma metoduna olanak tanımıştır ve Pound’un nesrinde bile, konudan konuya atlama alışkanlığı ideogramlar yaratma olarak maruz görülebilir” (age. 65). Ayrıca ideogram kullanımı geçmişle kozmik ilişkiyi canlı tutan, onunla bağ kurduran bir yana da sahip çünkü Pound’un düşüncesi açısından bakıldığında doğal, bozulmamış bir dilin ürünü gibi görülüyor bir anlamda yine onun tarihe bakışıyla ilişkileniyor. O Konfüçyüs metinlerini tercüme edip, “Kantolar”a dâhil etmek için epey çaba veriyor. Çünkü Çince karakterleri “kutsal”, “zamansız hakikatlerin görsel işaretleri” olarak görürken elbette burada, “batılı dilin kutsal kökenlerine ulaşmayı amaçlıyor” (age. 66). Açıkçası Pound’un her uğraşının bir şekilde kökene ulaşma kaygısıyla yapıldığını görüyoruz, her konuda “saf”, “doğal” ve “bozulmamış” olanı bulma arzusu. Ayrıca Pound kullandığı ideogramların bir işlevini de şöyle ifade ediyor: “Yunanca ideogramlar v.s. geçmişle bugün arasında ‘rezonans’ elde etmek için ‘nereden ya da ne zamandan berinin süresine işaret edecek” (age. 97). Bu şöyle yorumlanabilir geçmişten bugüne kadar tarih içinde gerçekleşmiş olaylar arasındaki etkileşim kurmak, geçmişten bugüne yaşananı bağlantılı bir şekilde nicel hâle getirmek. Ki “Kantolar”ın XCVII-XCVIII. bölümlerinde de bunun yansımasını görüyoruz (s.682-705).
Pound’un kullandığı bir diğer yöntem ise anekdot yöntemi. “Şair ‘kulak misafiri olunan’ konuşmaları ya da hikâyeleri aktarır, yani kendisine anlatılan anekdotları” (age. 97). Bu metot Pound’un genel anlayışıyla biraz çelişkili görünüyor, kesin gerçeklere ve evrensele ulaşma kaygısında olduğu düşünülürse ve anektodların konuşmalara dayanması, insanın her zaman unutabilme potansiyelinin olması düşünülürse… Çünkü anekdot “tam olarak yayımlanmamış anlamına gelir ve dolayısıyla olayların gerçekte nasıl olduklarına, resmi tarihlere girmeyen gizli tarihlerine ışık tuttuğu da söylenebilir” (age. 98). Bu da tarihsel doğruluk arayışında olan bir anlayışla çok bağdaşmıyor. Pound’un bir diğer yöntemi ise “Sözel dışavurum” hem yazılı hem de konuşulan dili kapsıyor. “Çoğu zaman konuşmacının ifade tarzını koruyan anekdotlar “Ve bana der ki, bana der…” fikir verici sözsel dışavurumlardır, sadece konuyu değil, aynı zamanda kişinin konuşma biçimini de korur. Buna örnek olarak Kanto VIII’de geçen şu dizeler gösterilebilir:
“Bir düşman gücünün arasından geçip gelir, bir kapıyı geçer
Ve bir sonraki kapıyı açmadan diğer kapıyı kapadılar ver der ki:
“Şimdi ben elinizdeyim,
Kümese kıstırılmış tavuk gibi.”
Ve nöbetçilerin reisi der ki: “Evet Messire Sigismundo,
Ama biz bu kasabayı kendimize istiyoruz” (Kantolar, s. 37).
ŞİİRLE GEÇMİŞİ BELGELEMEK
Tüm bunlar üzerine düşündüğümde kafamda şöyle bir soru oluşuyor Pound tarihi şiirledi mi? Bu sorunun cevabını tam bulamasam da bana kalırsa Pound “Kantolar”da tarihi şiirsel bir üslupla belgeledi. Bu çok büyük bir çaba demek ayrıca, uzun seyahatler, farklı dillerde metinler, başka kültürlerden örneğin, Konfüçyüs gibi isimler, döneminin resim anlayışı, mimari gibi farklı kaynaklardan beslenmek... Bunun yanı sıra modern edebiyatın tam kalbinden sesleniyor şair, Yeats, James Joyce, T. S. Eliot, Ernest Hemingway gibi pek çok yazarı etkilemekle kalmayıp bizzat destekliyor. Bu açıdan düşünüldüğünde bugün modern edebiyat diye bir dönemden bahsediliyorsa Pound’un payı inkâr edilemez bir gerçek. Ama tüm bu gerçekler onun antisemitizmini ve faşizan tavrını aklamıyor. Dönemi içerisinde anlama çabasına girseniz bile.
Bu yazı Kantolar'ı okurken nasıl anlayabilirim sorusundan yola çıkarak oluştu. Öncelikle metni okumaya başlamadan, kitabın çevirmeni Efe Murad’ın doyurucu sonsöz yazısının okunmasını önerebilirim, o yazıdan sonra merakınız arttıysa da metinde sıkça alıntıladığım, Alec Marsh’ın, Şahika Tokel çevirisi ile basılan, “Ezra Pound” adlı biyografisini okuyabilirsiniz. Her şey anlamak için ve sanırım şimdi Kantolar'ı gerçekten okumaya başlayabilirim.