Sonu gelmeyen Vadi
İnan Çetin, son kitabı Vadi'de okurlarını bildikleri ama belki de daha evvel yüzleşemedikleri bir trajediye davet ediyor. Kanla, çığlıkla, toz toprakla dolu olan geçmişin izini sürmek için bu yolculuğa ortak olmak isteyebilirsiniz.
Sadece bu topraklarda değil, hemen her coğrafyada farklı olanın mağduriyetine dair çeşitli hikâyeler duyuyoruz sürekli. Farklılık bazen cinsel yönelim oluyor, bazen siyasal fikirler, bazen de inançlar. Amma sonuç pek değişmiyor. Faşizm yakamızı bırakmıyor, etrafımızda dönüp duruyor ve hepimizi tek kalemden çıkma bireyler hâline getirmek için sürekli tetikte bekliyor.
Vadi, tam da bu hikâyeyi konu edinen romanlardan biri. İnan Çetin’in kaleme aldığı metin, Yapı Kredi Yayınları etiketiyle raflardaki yerini çoktan aldı. Ve bizlere, yer yer haber bültenlerinde rastladığımız, kapısına çarpı atılan insanların, Alevilerin, Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze dek süren trajedisini Geyik ailesi üzerinden anlattı.
Bu trajedi her ne kadar yüzyıllar evvelini işaret etse de Çetin’in anlattığı hikâye 1938’de başlıyor. Dersim’in bir köyünde olmaz olası bir katliam yaşanıyor. Köylüler haberi alır almaz toparlanıp dağlara kaçıyorlar. Bir yaşlılar kalıyor köyde. Onlar da diğerlerini yavaşlatmamak için ölümü beklemeye başlıyorlar.
Farklı mağaralarda sıkıştırılıp katledilen insanlardan sadece ikisi hayatta kalıyor; eşi Alişan’ı, kundaktaki bebeği Suphi’yi kaybeden Pervane ve annesinin kana bulanmış memesinden süt içmeye çalışan Hidayet bebek. Pervane’nin aklını oynatmasına belki de bu bebek engel oluyor. Kaybettiği yavrusuna sarılır gibi sarılıyor ona.
“Ne cesur oğlanmışsın sen Hidayet, annenin kanını içerek hayatta kaldın. Bir gün büyüyecek, bir yetişkin olacaksın, sana bunu söylerim. Belki söylemem, sen de bilmek istemezsin. Senin adın Suphi olsun, ister misin? Ha? Benim oğlum olmak ister misin? Ben söyleyemem sana annenin kanıyla beslendiğini, seni o mağarada gördüğümü. Senin adın Suphi olsun… Sırtımda bir acı, içimde bin bir ölü var. Elimde ise senden başka kimsem kalmadı.”
BİR NEFRETTEN ÖTEKİNE
Pervane’yle Suphi’nin peşi sıra yürümeye başlıyoruz biz de. Yolun ağırlığı da ölüm gibi çöküyor üzerimize. Pervane, uzak akrabası olan Siyamek’e ikinci eş olarak varıyor sonra. O, Siyamek, ilk eş olan Dilif ve Suphi tası tarağı toplayıp yepyeni bir hayat için Ankara’ya göçüyorlar. Ne var ki nefret peşlerini bir türlü bırakmıyor.
Çetin, her ne kadar büyük trajedilerle örse de romanını, nerede durması gerektiğini biliyor. Ne büyük büyük sloganlar atıyor ne de duygu sömürüsüne yaslanıyor. Böyle olunca da romanla kurduğumuz ilişki daha oturaklı bir hâl alıyor.
Trajedinin kendisinden çok, karakterlerdeki yansımasını öne çıkarmaya çabalayan Çetin, Siyamek’in iş bulma çabalarının, Pervane’yle Dilif’in söze dökülmeyen kıskançlıklarının arasında, Cumhuriyet Ankarası'na da değinmeyi de ihmal etmiyor. Sokak sokak, insan insan karşımıza çıkan tabloda hem ülkenin hem de Geyik ailesinin yeniden var olma çabasını önümüze seriyor. Bir de buna II. Dünya Savaşı’nın ayak sesleri eklendiğinde yaşamak denen derdin hepten zorlaştığını görmeye başlıyoruz.
YOL HİÇ BİTMİYOR
“Korku, Tanrı’nın icat ettiği en garip şeydir. Her yerdedir; akılda, mantıkta, düşte, yerde, gökte, hayatın görünür görünmez tüm yerlerinde…”
Yaşanan trajedilere rağmen hayata tutunma uğraşının her daim diri kalması romanın öne çıkan duygularından biri. Bunun en büyük göstergesi de Vadi’deki yolculuğun boyut değiştirerek süreklilik arz etmesinde yatıyor. Dersim’de kurşunlardan kaçmayla başlayan, büyükşehirde karın doyurmaya dönüşen, Pervane’yle Dilef’in çekişmesine dokunarak, Suphi’nin çocukluğunu, kendisini, yani Hidayet’i aramasıyla ilerleyen bir yolculuk bu.
Aile olmanın, bir arada durmanın önemini belirten ve geçmişi, geçmişle yüzleşmeyi çeşitli sorularla karşımıza getiren Vadi, uzun bir zaman dilimini, yaklaşık kırk seneyi kapsıyor. Kırk sene boyunca anneden çocuğa aktarılan acılar da romanın son çeyreğinde hızlı zaman atlamalarına dönüşerek, hikâye matematiğinde, özellikle de duygu devamlılığın korunması noktasında bir telaşa kapılıyor sanki. Böyle olunca da kimi ayrıntıların hakkının verilmediğini düşünmeye başlıyoruz. Diğer bir değişle, Vadi’deki yolculuğumuzda ayakkabımızın içine küçük taşlar kaçıyor.
Çetin, okurlarını bildikleri ama belki de daha evvel yüzleşemedikleri bir Vadi’ye davet ediyor. Kanla, çığlıkla, toz toprakla dolu olan geçmişin izini sürmek için bu yolculuğa ortak olmak isteyebilirsiniz.