Resmî tarih anlatısını değiştiren İsmet İnönü
Araştırmacı tarihçi ve yazar Cemil Koçak'ın çalışması "İsmet İnönü ve Resmi Tarih" Timaş Yayınları tarafından yayımlandı. Koçak, bu çalışmasında Türk tek-parti rejiminin oluşturduğu resmi tarih anlatısını zaman zaman nasıl değiştirmek zorunda kaldığını, İsmet İnönü örneğiyle anlatıyor.
Tarih, nesnel ve somut bir bilim olmasına karşın, çoğu zaman erk odakları tarafından deforme edilip çarpıtılır, güne ve güncele uyum sağlatılıp kendini yeniden üretir. Bilinen, doğruluğu ve gerçekliği kanıtlanan veriler gizlenir ya da bambaşka bir şeymiş gibi sunulur. Bunda belirleyici olan mefhum ise, iktidarın kendisi ya da onu temsil eden kişi ve kurumlardır. Tarihi, “resmî” ya da “gayrı resmî” yapan da bu husustur.
Araştırmacı tarihçi ve yazar Cemil Koçak da “resmî tarihte arkeolojik bir kazı” altbaşlığıyla sunduğu İsmet İnönü ve Resmî Tarih isimli çalışmasında bu olgunun üzerine çalışıyor. Koçak, işe totaliter ve otoriter rejimlerdeki tarih anlayışını yorumlayarak başlıyor. Nazilerden ve Stalin dönemi Sovyet Rusyası’ndan örneklerle, “devrimin kendi çocuklarını yediğini” ve/veya tarihin nasıl da değiştirilebilir olduğunu kanıtlamaya çalışan Koçak, ardından 1936-1939 dönemi basını aracılığıyla İsmet İnönü’nün kariyerini ve onun nezdinde tarih anlayışını masaya yatırıyor.
Koçak, çalışmasında şöyle bir yol izliyor: İnönü’nün yaşamındaki, ve ona göre tarihle, daha doğrusu resmî tarihle olan ilişkisini, değişiklikleri 3 yıla yayarak ele alıyor. İlki 1936 ile başlayan ve 1937 Eylülü’ne kadar ilerleyen ve İnönü’nün başbakanlık yaptığı dönem. İnönü, Atatürk’ten sonra, rejimin gözde ismidir, Koçak’a göre. İkincisi, 1937 Eylülü’yle başlayan ve 11 Kasım 1938’e kadar süren dönem. Bu dönemde İnönü’nün başbakanlıktan ayrıldığı ve Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olmasına değin geçen süreyi ele alan Koçak, İnönü’nün rejimle olan ilişkisine değiniyor. Üçüncü dönemse (1938-1939), “Ebedi Şef”in ölümünden sonra başlayan “Milli Şef” dönemi… Koçak, bu dönemde –doğal olarak- rejimin tavrının İnönü’ye karşı değişimini inceliyor.
Peki Cemil Koçak nasıl bir yol izliyor?
Koçak kitabında, basında yer alan haberleri önceleyerek bir anlatım tutturmaya gayret ediyor. Bu sebeple o tarihlerde yayımlanan Ulus, Cumhuriyet, Tan, Son Posta, Akşam ve Kurun (Vakit) gazetelerini inceliyor. Bu durumu, “…amacım, zaten kapsamlı bir araştırma olmaktan çok; resmî tarihin yazımını ve elbette süreç içinde nasıl yeniden şekillen(diril)diğini, bir örnek olaydan hareketle, somut olarak gösterebilmekti” sözleriyle açıklıyor. Bu bağlamda da Koçak, gazete çıkan haberleri belli başlı konulara göre ayırıyor.
Bunlardan ilki İnönü Savaşları’nın, ikincisi TBMM’nin açılışının, üçüncüsü Lozan Antlaşması’nın, dördüncüsü 30 Ağustos’un, beşincisi ise Cumhuriyet Bayramı’nın yıldönümleri… Bu tarihlerde gazetelerde yer alan haberleri, o haberlerin İsmet İnönü’ye dair yaklaşımlarını, yer verişlerini ya da hiç yer vermeyişlerini inceleyen Koçak, günün sonunda resmî tarih anlayışını masaya yatırırken, basın ve iktidar ilişkilerini de tartışmaya açıyor.
Koçak’ın, basın ve resmî tarih ilişkisini seçmesinin bir diğer sebebi de görsel kullanımına dikkat çekmek. İmaj meselesinin ayrıca üzerinde duran Koçak, gazetelerde yer alan resim ebatlarının varlığı ya da yokluğu, ebadı ya da hangi sayfada olduğunu da bu bağlamda değerlendirmeye tabi tutuyor. Koçak bu hususu, “Amacım, resmî tarihin yaratılmasında görselliğin de ne kadar önemli bir işlev gördüğünü vurgulamaya çalışmak…” sözleriyle açıklıyor.
Koçak, kitabında her ne kadar İsmet İnönü’nün 1936-1939 yılları arasında basın aracılığıyla tarihsel anlamda karşılaştığı değişimi konu alsa da, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kurucuları olan, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy gibi isimlerin de basının hışmına uğradığını söylüyor. Bu yolla, basın aracılığıyla tarihten silinmeye çalışıldığını iddia eden Koçak’a göre, İsmet İnönü’nün yeniden tarih sahnesine çıkışı, Cumhurbaşkanı olmasıyla başlıyor. Gazete yazılarında, özellikle İnönü Savaşları’nın ve Lozan’ın yıldönümlerinde İnönü ismi öne çıkarılıyor. Koçak, bu değişimi, 1936 ve 1939 yılları arasındaki İnönü Savaşları yıl dönümünde Cumhuriyet gazetesi örneğinden yola çıkarak inceliyor. 1936 yılında, bu savaşın yıldönümünde bir habere rastlanmazken, 1939 yılında, “…İnönü’yü resmiyle birlikte ve Garb Cephesi Kumandanı olarak görmek imkânı vardı. İnönü, uzun zaman sonra, yeniden Millî Mücadele’deki üniformasıyla resmedilmişti ki bizzat bu resmin kendisi bile anlamlıydı.”
Koçak bu hususu, “Bu türden bir sunuma daha önceki yıldönümlerinde rastlanmıyordu oysa… Hiç kuşkusuz, gazetenin baş sayfasının bu sunumu, daha önce gözden geçirdiğimiz yıllarda hiç görülmüş değildi. Hele daha önce de gördüğümüz üzere, I. İnönü Savaşı ve zaferinden bu denli geniş ölçüde söz edilmesi, hiç de alışık olunan bir şey değildi” sözleriyle yorumluyor.
CNN Türk boykotu, basın odaklarının uzun bir zamandır süregelen yanlı tutumu, Evrensel ve BirGün gazetelerine ilan verilmeyişi ve akabinde çalışanların basın kartlarının iptali ve sonra –nedense- iadesi ve son olarak eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, bir televizyon kanalında “Türkiye Cumhuriyeti’nin eski başbakanı bir parti kuruyor. 90’lı yıllarda olsaydı televizyon kanalları bizimle röportaj yapmak isterdi” sözleriyle kendisine ve partisine yönelik ambargo uygulandığına yönelik iddiası, basın ve resmî tarih (ideoloji) arasındaki ilişkiyi bir kez daha tartışmaya açıyor. Görünen o ki, Koçak’ın çalışması güncelliğini koruyor. Aradan yaklaşık 85 yıl geçmiş rağmen, hiçbir şey değişmiyor.