Lorca, Prevert, Neruda: İz bırakan ‘yabancı’ şairler

Modern Türkçe şiiri etkilemiş ‘yabancı şairleri’ öncelikle kendi dillerinde “modern şiirin, modern dönem şiirinin” içinde olmalarını dikkate alarak, modern Türkçe şiirde “çeviri şiir turu” da diyebileceğimiz bir “göz atma” yazısı hazırladık. Bu yazıda Federico Garcia Lorca, Jacques Prevert ve Pablo Neruda'yı çevrilmiş şiirlerinden örneklerle açıklayacağız.

Google Haberlere Abone ol

Faşist Franco’nun askerleri tarafından otuz sekiz yaşında kurşuna dizilerek katledilen Lorca’yla ilgili kaydedilmiş bilgiler arasında, onun çocuk denilecek yaşta şiir yazmaya başladığı ve Grenadalı oluşu da yer alır. Şiirleri göz önünde bulundurulduğunda Lorca için gerçekten de “Grenadalı şair” en uygun tanımlama olabilir. Şiirlerinin büyük ölçüde geleneksel ve yerel kaynaklara dayandığını da söyleyebiliriz.

Federico García Lorca

Lorca’nın ilk şiir kitabı 1918’de okurla buluşur. Şiirleri büyük bir ilgiyle karşılanan şair, bir yıl sonra, 1919’da Madrid’e yerleşir. Burada Rafael Alberti, Juan Ramon Jimenez, Salvador Dali, Luis Bunuel yakın arkadaşları olur. 1930’da dört yıl yaşayacağı Amerika’ya gider. Çocukluğundan itibaren adeta Çingene şarkıları ve öykülerinin içinde yaşayan Lorca’nın şiirleri için modern şiirin geleneksel dile dokunuşu da denebilir, gelenekselin karanlıkta kalan bölgelerinin modernin ışığıyla aydınlatılması da… Ancak ne denirse denilsin Lorca, kendisini yirminci yüzyılın büyük şairleri arasında saydıracak nitelikte şiirler yazmış bir isimdir.

Faşist Franko’nun idam mangasınca katledilen Lorca için yazılmış birçok şiir vardır. Modern Türkçe şiirde de örnekleri bulunur. Turgut Uyar’ın “Federico Garcia Lorca İçin Üç Şiir”i de onlardan biridir. Uyar’ın “Üç Şiir”inden bir bölüm okuyalım:

Ah ellerim ve kalbim

Her şey orada kaldı.

Keçeler keçeler ve portakallar

Kireç döktüler yere. Kara gözlüm, kalbim,

Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum

Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime

Kireç döktüler yere,

Bir duvarın dibinde

Bir deppoy un önünde

Kiraz ağaçlarına ve sığırcıklara karşı

.......

Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde

Ölüm nasıl söylenirse öyle

İspanyol dilinde

ve her dilde...

obras

completas

Turumuzun bu bölümünde değineceğimiz isimlerden biri olan Pablo Neruda da Lorca için şiir yazmış şairlerdendir. Neruda’dan Enver Gökçe’nin çevirdiği “Federico Garcia Lorca’ya Yanık Şiir”i aktaralım:

Issız bir evde,

Korkudan ağlayabilseydim;

Gözlerimi çıkarabilsem de,

Yiyebilseydim;

Senin sesin için yapardım

Bunları,

Yaşlı portakal ağacı sesin;

Senin şiirin için yapardım

Bunları,

Çığlık çığlığa fışkıran şiirin.

Modern Türkçe şiirde Lorca’nın izlerini bulmak hiç de zor değildir. Yakın dönem diyebileceğimiz yetmişlerin sonu ve seksenlerin başında kısa bir süreliğine esen “yerelcilik” ya da taşralılık (aslında milliyetçilik ) anlayışına yaslanan “Yeni Türkü” girişimi ve onu takip eden “Üç Çiçekçi” yönelimler gibi. Bu girişimlerin esin kaynağı arasında büyük ölçüde Lorca ve onun poetikasının da olduğu söylenebilir. O dönem, bu “çeperci” yahut siyasal literatürdeki adıyla söylersek “üçüncü dünyacı” görüşlere yaslanan bir arayış kimi genç şairleri de etkilemişti. Bu çevrede yer alan isimlerin, Lorca’nın şiirlerinden ve poetikasından yoğun biçimde esinlendiklerini belirlemekse hiç zor değil.

Yalnız konunun esası etkilenme sorunu değildir. Lorca’nın yerel kaynaklara dayalı şiirleri ve şiir anlayışı daha çok “kendiliğinden”, koşulların gereği olarak ortaya çıkan bir durumdur. Oysa modern Türkçe şiirin seksenlerdeki genç şairlerinin yerelliğe yönelişlerinin de, seçimlerinin de Lorca’nın ve koşullarının sahih ve sahiciliğiyle pek bir ilgisi yoktur. Belki biraz da bu nedenle olsa gerek “şiiri yerelleştirme” girişimi özenti ve sonuçsuz kaldı.

Lorca’nın doğayla olan ilişkisi, modern şiir için bir hayli yeni bir deneyim olmuştur. Deyim yerindeyse bütün ayrıntılarıyla doğa; deniz, ırmak, göl, orman, çiçek, böcek, ağaç onun şiirlerine yansır. Ama yabanıl doğanın yalnızca şiirle resmini yapan bir şair de değildir Lorca. Çünkü şiire yansıyan o doğanın içinde hayat vardır; çalışan köylüler, erkekler, kadınlar, çocuklar da yer alır.

Onun şiirlerinde hüzün de vardır, yalnızlık da vardır. Şenlik şarkıları, aşk baladları, ayrılık ve veda tiratları da vardır. İnsan vardır; içiyle dışıyla şiire aktarılan insan… Şöyle de diyebiliriz: Şiirin tül kanatlı kelebeği olarak şair, insanı doğayla konuşturmakla kalmamış, doğayı da insanla konuşturmuştur ve Lorca modern şiirde bunu deneyen, gerçekleştiren çok az sayıda lirik şairden biri olmuştur.

Sabahattin Eyüboğlu ve Melih Cevdet Anday’ın birlikte çevirdiği “Atlının Türküsü” şiirini anımsayalım:

Kurtuba

Uzakta tek başına

Ay kocaman at kara

Torbamda zeytin kara

Bilirim de yolları

Varamam Kurtuba'ya

Ovadan geçtim yel geçtim

Ay kırmızı at kara

Ölüm gözler yolumu

Kurtuba surlarında

Yola baktım ama yol uzun

Canım atım yaman atım

Etme eyleme ölüm

Varmadan Kurtuba'ya

Kurtuba

Uzakta tek başına

Katilleri, şairlerin ölümsüz olduğunu bilseler hiç kuşku yok ki katlettikten sonra Lorca’nın cesedini saklama çabasına girmezlerdi. Onun şairliğinin ve şiirinin bir başka önemli özelliği de sezgiselliğidir diyebiliriz. Ülkü Tamer tarafından Türkçeye çevrilen “Veda” başlıklı şiir de bu görüşü güçlendiriyor. O şiiri okuyalım:

Ölürsem,

açık kalsın balkon.

Portakal yiyor çocuk

(Görüyorum balkonumdan.)

Orakçı buğdayları biçiyor.

(Duyuyorum balkonumdan.)

Ölürsem,

açık kalsın balkon!

Balkonunu açık bırakan şair şiirin, şiir okurunun kalbinde yaşamayı sürdürüyor Lorca’nın, şairin, şairlerin geçmiş ve gelecek tüm zamanlarda ölümsüzlüklerine önemli bir kanıt oluşturduğunu da söyleyebiliriz.

İspanya İç Savaşı’nı merak edenler için yönetmenliğini Ken Loach’un yaptığı ve Türkiye’de sinemalarda “Ülke ve Özgürlük” adıyla gösterilen filmi önerelim; bir başlangıç olarak. Federico García Lorca’nın şiirleri topluca (bütün şiirleri de dahil) ya da ayrı kitaplar olarak Sait Maden, Erdoğan Alkan, Ülkü Tamer başta olmak üzere birçok çevirmen tarafından Türkçeye aktarılmış durumda.

Turumuzun Lorca’ya ayırdığımız bölümünü, Ülkü Tamer’in çevirdiği “Başka Bir Anlatım” başlıklı şiirin son üçlüğüyle bitiriyoruz:

Aynı ezgileri tekrarlayarak

Burada, bu ikindi sazlıklarında

Ne garip Federico adında olmak.

Sosyal muhalefeti, kültürel eleştirisi, estetik aykırılığı, retorik isyanı ironiye, dozu yüksek mizaha, nükteye, espriye dayanan şiirler günümüzde daha mı az yazılıyor acaba? Oysa geleneksel şiirde olduğu gibi modern Türkçe şiirde de zengin bir kaynağı vardır bu tarz şiirin. Bunu söyleyince de akla doğal olarak Garip şiiri ve yarattığı dalga gelecektir.

JACQUES PREVERT

Jacques Prevert

Yazımızın bu bölümünde, etkisi daha çok Garip şiirinde görülen Fransalı bir şairden söz edeceğiz: Jacques Prevert.

Fransa’nın en popüler şairi, kitapları en çok satan şairi olmak gibi sanları da bulunan Prevert, bunu nasıl kazanmıştır? Şiirleri onu, nasıl olmuştur da Fransa’da en çok okunan, en popüler şair mertebesine taşımıştır? Soruların hiçbiri yanıtsız değil elbette.

Prevert’in yaşam öyküsüyle birlikte Fransa’nın, özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasından başlayarak yetmişli yıllara kadar gelen dönemine, bu süreçteki kültür sanat ortamına bakıldığında karşılığı bulunabilen sorular bunlar. Prevert’in şiirlerinden bazılarını Türkçeye çevirenler arasında olan Sabahattin Eyüboğlu şairi şöyle tanımlıyor: “Şaka ederken derinlere iner, derinlerde dolaşırken şaka eder gibidirler. Çocuksu bir dille insanlığın dramını söyler, insanlığın dramını anlatırken çocuksu bir hal takınırlar. Böylesi ozanları çok ciddi üniversite hocaları ya da çok ciddi eleştirmeciler ciddiye almaz, onlar da o çok ciddi üniversitelileri ya da o çok ciddi eleştirmecileri ciddiye almazlar. Prevert böylesi ozanlardandır.”

Prevert, kısa bir süreliğine sürrealist grupta yer almış ve ayrılmıştır. Ancak gruptan ayrılması onu, sürrealist şiir anlayışından uzaklaştırmaz. Yalnızca sürrealist çevreden uzaklaşır. Şiirin yanı sıra otuzlu yıllarda önce tiyatroya, sonra da sinemaya yönelir. Oyunlar, senaryolar yazar ve hem tiyatronun, hem sinemanın “şiirleşmesine” önemli katkılarda bulunur.

Prevert’in 1945’in son ayında, yirmili yıllardan itibaren yazdığı şiirlerini bir araya getirdiği Sözler (Paroles) kitabı yayımlanır. Sözler yayımlanır yayımlanmaz büyük bir ilgiyle karşılanır. Prevert’in kitabının sayısız okurundan biri de Andre Gide’dir. Gide Sözler'i okuduktan sonra Prevert’e yazdığı mektupta şunları söylüyor: “Sevgili Jaques Prevert, sizin şiirlerinizi okumak, özellikle de yüksek sesle okumak ne büyük bir sevinç! -Seçkin dostlarıma okuyorum onları- ben okudukça bir şiir daha oku, tekrar oku diyorlar. Benim gibi onlar da hemen sizinle dost oluyorlar…”

Prevert’in şiirinin temel özelliği az sözle çok şey anlatmayı amaçlayan tekniği kullanmasıdır. Şair okuyanın duygusunu, düşüncesini, duyarlılığını şoke edecek bir biçem yaratır. Bu lirik şiir için hayli önemli bir yeniliktir. Sinemayı şiirleştirirken şiiri de kullandığı kendine özgü teknikle sinemasallaştırır. Sinemasal anlatı tekniğini şiirde büyük bir ustalıkla kullanır. Denebilir ki şiire, şiir diline film şeridi gibi bir akış kazandırır.

Bir örnekle devam edelim. Tahsin Saraç’ın çevirisiyle “Kahvaltı” başlıklı şiir:

Fincana

Kahveyi koydu

Kahveye

Sütü koydu

Sütlü kahveye

Şekeri koydu

Kaşıkla

Karıştırdı

Sütlü kahveyi içti

Fincanı yerine koydu

Benimle konuşmadan

Bir sigara

Yaktı

Dumanlarıyla

Halkalar yaptı

Külleri

Kül tablasına döktü

Benimle konuşmadan

Yüzüme bakmadan

Yerinden kalktı

Şapkasını

Başına koydu

Yağmurluğunu

Sırtına geçirdi

Yüzüme bakmadan

Hiç konuşmadan

Yağmur yağıyordu

O yağmurda

çekip gitti

Ben de

Kapatıp avuçlarımı yüzüme

Ağladım ağladım.

Bu arada yeri gelmişken şunu da söyleyelim: Şiirin sayfanın ortasında kısa dizelerle yerleştirilmesiyle kahvaltı masasında tek başına oturan şiirin kişisi arasında bir paralellik kurulacak olursa –ki şiire göre bu mümkün- görülecektir ki görsel, deneysel şiir ne modern Türkçe şiire özgü bir buluştur. Ne de iki binli yıllarda keşfedilmiş bir yeniliktir. Bu bahsi “neyse” diyerek geçelim.

Jacques Prevert’le ilgili sözlerimize başlarken onun modern Türkçe şiirde daha çok Garip şiiri üzerinde etkisi olduğunu belirtmiştik. Yirminci yüzyıl Fransasının gerçekten tek ve en popüler şairi olarak gösterilen birinden, modern Türkçe şiirin ve şairlerinin de etkilenmiş olmasından daha olağan ne olabilir… Biz bu etkilenmede herhangi bir olumsuzluk olduğunu düşünmüyoruz. Hatta iyi ki de etkilenmişler ve Garip şiiri diye bir dalga oluşmuş. Değil mi ki onlar şiiri sokağa çıkarmış ve Cemal Süreya’nın deyişiyle şiire kasket giydirmiş ve sivilleştirmişlerdir.

Prevert’in katı, acımasız bir dünyanın yansımalarını, görüntülerini aktarırken “sahicilikten ve samimiyetten” uzaklaşmamış oluşu da önemlidir. Şiir Konuşması adlı kitabında Oktay Rifat, Garip dalgasına birlikte öncülük ettikleri şair arkadaşları Orhan Veli ve Melih Cevdet Anday’ın benimsediği günlük yaşantının içinde mucize arayan anlayışa dikkat çekerken aslında, dolaylı olarak üzerlerindeki Prevert’in etkisini de dile getirir: “Orhan Veli’nin ‘Ne Kadar Güzel’ adlı şiirini hatırlayalım: Çayın rengi ne kadar güzel / Sabah sabah / Açık havada / Hava ne kadar güzel / Oğlan çocuk ne kadar güzel / Çay ne kadar güzel. Şiire iyice kulak verilirse, şairin en olağan şeylere, olağanüstü imiş gibi hayranlıkla baktığı görülür. Melih Cevdet’in ‘Alışamadım’ adlı şiiri de bu duyguyla yazılmıştır: Bu dünya ne tuhaf / Alışamadım bir türlü denize / Beş kıtaya insan sesine / Her gün yeniden düşünüyorum hepsini / Alışamadım desem doğrudur / Ellerime.”

Aslında Prevert’in Orhan Veli başta olmak üzere Garip şiiri üzerindeki etkisinin daha sonra, özellikle Özdemir Asaf üzerinde de görüldüğünü saptamak olası…

Prevert’in şiirlerinde de dikkati çeken önemli bir özellik konuşur gibi yazılmış olmalarıdır. Bu bakımdan, ilk şiir kitabının adının Sözler (Paroles) olması da boşuna değildir. Günlük konuşma diliyle yazmasına karşın onu, şaşırtıcı kelime oyunlarıyla aşar. Sürrealizmin imkânlarından da olabildiğince yararlanmıştır. Belki hepsinden de önemlisi, şiirlerde halkın bin bir türlü sorunu dile getirilir. Prevert’in nasıl bir şair olduğuyla ilgili bilgilere elbette şunları da eklemek gerekir: Zalimlere, iktidar sahiplerine cephe almıştır. Her çeşit sömürünün ve şiddetin karşısında durmuştur. Ezilenlerin, âşıkların, çocukların yanındadır. Patronlara karşı emekçilerle birlikte olmuştur. Orduya, askerliğe, savaşa, dine, kiliseye karşı çıkmıştır. Kurulu düzeni protestodan vazgeçmemiştir.

Prevert’in Türkçeye çevrilen ilk şiiri Türlüsü’dür (J’en ai vu plusieurs)” ve çevirmen olarak altında Oktay Rifat’ın imzası vardır. Şairin yine Oktay Rifat tarafından çevrilmiş bir başka şiirini, “Barış Üstüne Söylev”ini okuyarak veda edeceğiz Prevert’e:

Önemli pek önemli

Bir söylevin sonlarına doğru

Büyük bir devlet adamı

Sendeleyip güzel bir cümlenin üstünde

Düşüverdi içine

Per perişan ağzı açık

Soluk soluğa

Gösterdi dişlerini

Ye barışsever düşüncelerinin diş çürüğünden

Savaş siniri çıkıverdi ortaya

İncecik nazik para meselesi.

Pablo Neruda

PABLO NERUDA

Yazımızın bu bölümünde kıta değiştirerek, Avrupa’dan uzağa, Latin Amerika’ya kadar gidiyoruz. Değineceğimiz şair Pablo Neruda.

Modern Türkçe şiirde okurun, çeviri yoluyla tanışmasına karşın, benzetme yaparak söylersek, hani neredeyse Nâzım Hikmet kadar yakınlık kurduğu çok az yabancı şairden biridir Pablo Neruda. Onun için “yabancı” derken “yabancı” sözcüğünü özellikle tırnak içine almak gerekir. Çünkü modern Türkçe şiirdeki yeri ve varlığı söz konusu olunca “yabancı” ifadesi bir hayli müphem kalıyor. Neruda’nın modern Türkçe şiirdeki yeri ve varlığıyla ilgili beli başlı noktalardan biri de bir dönemin ve bir şair kuşağının değil, birçok kuşağın şairi olmasıdır. Etkisini hâlâ doğrudan ya da dolaylı biçimde de olsa yeni kuşaklar, genç şairler üstünde sürdürmesiyse bir başka dikkat çeken yönüdür.

Modern Türkçe şiirde iz bırakan şairlerle ilgili yazımıza, gelecek bölümde Neruda’dan başlayarak devam edeceğiz.

Mayakovski, Yesenin, Eluard: İz bırakan ‘yabancı’ şairlerMayakovski, Yesenin, Eluard: İz bırakan ‘yabancı’ şairler

Valery, Rilke, Ahmatova: İz bırakan ‘yabancı’ şairlerValery, Rilke, Ahmatova: İz bırakan ‘yabancı’ şairler

Verlain, Rimbaud, Kavafis: İz bırakan ‘yabancı’ şairlerVerlain, Rimbaud, Kavafis: İz bırakan ‘yabancı’ şairler

Baudelaire, Poe, Whitman: İz bırakan ‘yabancı’ şairlerBaudelaire, Poe, Whitman: İz bırakan ‘yabancı’ şairler

Eluard, Aragon, Lorca: İz bırakan ‘yabancı’ şairlerEluard, Aragon, Lorca: İz bırakan ‘yabancı’ şairler