Aşk ve modernleşme serüveni
Natsume Soseki’nin Üç Köşeli Dünya romanı yayın hayatına yeni başlayan Konu Kitap tarafından yayımlandı. Sanatı ve hayatın özünü kavramaya çalışan Soseki, Doğu ve Batı felsefelerini de anlatısında harmanlayarak okura sunuyor.
Japonya’yla Türkiye’nin modernleşme aşamaları genellikle birbirine benzetilir. Bilim, kültür, sanat alanında atılan adımların çoklukla içten dışa değil, dışarıdan içeriye bir yönelim sergilediğini, yer yer öykünmeci olduğunu ve elbette bunun olumsuz sonuçlarıyla da yüzleşilmesi gerektiğini pek çok örnekte görebiliyoruz.
Natsume Soseki’nin kaleme aldığı Üç Köşeli Dünya adlı roman da Japonya’nın modernleşme aşamasında yazılmış kitaplardan biri. Burcu Erol tarafından çevrilen, Konu Kitap tarafından basılan roman raflardaki yerini çoktan aldı. Ayrıca belirtmekte fayda var; KAFKAOKUR Dergisi tarafından kurulan Konu Kitap, yayın hayatına yeni başladı ve ilk kitabı da Üç Köşeli Dünya. Konu Kitap’a başarılı bir yayın hayatı dileyerek romandan bahsetmeden önce dönemin atmosferine şöyle bir bakmakta fayda var.
BATILILAŞMA SÜRECİ
Japonya uzun yıllar boyunca geleneklerine bağlı olarak yaşayan, dışa kapalı, örfi bir toplumken, 1868’de başlayan Meiji Dönemi’yle (1868-1912) Batı’ya endeksli bir modernleşme sürecine girer. “Aydınlanma Dönemi” olarak da adlandıran bu süreçte Batılı bilim insanları, akademisyenler ülkeye gelerek çeşitli yeniliklere kapı araladıkları gibi, Japonya’dan da eğitim için Batı’ya gönderilen öğrenciler olduğunu okuruz.
9 Şubat 1867’de Tokyo’da dünyaya gelen Natsume Kinnosuke de bu öğrencilerden biri olarak İngiltere’ye gider. Felsefe, sanat ve edebiyat alanında kendini yetkinleştirmesiyle yazmaya başlar ve Çince “inatçı” anlamına gelen “Soseki” mahlasını da bu sıralarda kullanır. Kendi kültürünü reddedip, körlemesine yapılan Batı özentiliğini eleştiren Soseki, kültürel zenginliklerin birleşimi üstünden düşünüp üretmeye başlamışsa da bu ikileme sıkışıp kalmış insanların açmazlarını eserlerinde çokça işler.
ŞİİR, RESİM VE DAĞLAR
“Sadece aklın istikametinde hareket edersen insanlardan uzaklaşırsın. Duygularınla hareket edersen sürüklenirsin. Ruhunu açarsan ve dilediğin gibi yaşamazsan sıkışırsın. Nasıl bakarsan bak, insanlarla yaşamak zordur.”
Üç Köşeli Dünya’nın isimsiz karakteri bu fikirden yola çıkarak şehirden uzağa, dağ başındaki bir kaplıcaya doğru yola çıkar. Yanında resim gereçleri, kalemi, kâğıdı vardır. Tıpkı Soseki gibi o da Haiku şairidir fakat ilerleyen sayfalarda anlarız ki resme, şiirden daha çok önem vermektedir.
İsimsiz karakterin yolculuğu esnasında, yer yer deneme havasına bürünen irili ufaklı pek çok bölüm çıkar karşımıza. Dünyayı, insanı, değişimi anlamaya çabalayan otuzlu yaşlarındaki bu erkek, sanatı hayatın zirve noktasına yerleştirerek, şairlerin ve ressamların bir adım önde olduğunu, sanat olmadan hayatın özüne ulaşılamayacağını iddia eder.
“Bundan dolayı hiç dize yazmamış bir şair, eline tuval almamış ressam; yaşamı seyrederek, huzursuz düşünceleri alaşağı ederek, kötülükten uzak, minnet dolu bir dünyaya girerek, eşsiz bir evren inşa ederek, kendi çıkarlarıyla bağlarını keserek zengin aile çocuklarından, imparatordan, gücünün zirvesindeki insanlardan daha mutlu olur.”
Kaplıcadan önce dinlenmek ve yağmurdan korunmak için bir çayevinde mola veren karakter, onca yeşilin, dağın ortasında tuhaf bir hikâye dinler oradaki yaşlı kadından: Nagara kızı adında bir kıza iki erkek âşık olur. Kız seçim yapamayınca en sonunda Kagami Gölü’ne atlayarak intihar eder. Hatta kaplıcanın sahibi olan Şioda ailesinin kızı Nami de benzer bir kader yaşar. Kyoto’ya trenle gittiği esnada karşılaştığı bir adam da kasabadaki zengin bankacı gibi Nami’ye âşık olur ama Nami intihar etmek yerine, aile baskısıyla bankacıyla evlendirilir ancak bir süre sonra boşanıp baba evine geri döner.
Soseki burada farklı bir okuma yapmamıza izin veriyor sanki. Modernleşme sürecinde gelenekselle Batı arasında kalmış bir toplumun sıkışmışlığını iki sevgi üzerinden görebiliriz. İki “erkek” arasında kalan genç kızların seçimleri Nagara kızında fiziksel, Nami’de simgesel ölümle son buluyor. Soseki’nin romanın başından beri özellikle sanatsal olarak giriştiği Doğu-Batı kıyaslamasını topyekûn şekilde aşk üstünden değerlendirdiğimizde, fikrimizi destekleyen şu cümleyle karşılaşıyoruz sonra.
“Doğusu ve batısı olan bir evrende yaşayıp, menfaatlerden yapılmış bir ipin üzerinden geçmek zorunda kalan bizler için, gerçek aşk bir düşmandı.”
SANATÇI VE ÖTEKİ
Başkarakter kaplıcaya varıp Nami’yle tanıştığında onda farklı bir şey olduğunu sezer. Evet, Nami simgesel ölümle, yaşadığı toplulukça dışlanmış, deli kabul edilen bir kadındır ancak kimseye anlatmadığı küçük sırlar da taşır. Pek tabii bu sırlar anlatılmadıkça öyle büyür öyle büyür ki herkesin konuyla ilgili bir fikri olmaya başlar. Nami daha da yalnızlaştırılırken, başkarakter o ölçüde yakın durmaya çalışır.
Derken Nami’nin resmini çizme meselesi konuşulmaya başlanır ki bu, başkarakter için en büyük muammadır. Yanında bütün gereçleri olmasına rağmen günlerdir hiçbir şey çizememiştir. Kaldı ki çizmek öyle basit bir şey de değildir. Bir yüz ifadesinin peşine takılır gider sonra.
“Kişisel tercihlere tabii ki müdahale edilemez ancak Japonya manzarası çizilecekse, bizler Japon karakteristik özeliği taşıyan bir gökyüzüyle ona uygun renkler kullanmak zorundayız. Fransız resimlerinin harika olduğunu söyleyip aynı renklerle Japonya manzarası çizerek ‘İşte karşınızda Japonya,’ diyemeyiz. Keza kendini doğaya atmak, gece gündüz değişen atmosferi incelemek ve renklerin idrakine vardığın an derhâl tabureni alıp çizmek için uçmak zorundasın. Renkler anbean hareket ederler.”
Diğer bir değişle Nami de Japonya gibidir. Onu resmetmek için önce onun rengini bulmak gerekir. Nami’yi, Japonya’yı anlayıp tuvalde yorumlamak ve sonucu analiz etmek de Soseki’ye göre sanatçılara düşer.
Tam da bu noktada başkarakterin isimsiz olma hâli daha manidar görünmeye başlar. Hızlı bir değişime girmiş olan Japon toplumunun ortasına genç bir sanatçıyı fırlatan Soseki, başkarakterini özellikle şehrin dışına, geleneğin baskın geldiği noktaya sürükler. Sanatçının halkla kurduğu iletişimde kendine en yakın gördüğü kişinin ötelenmiş olmasını da ayrıca imlediğini belirtmek gerek.
Üç Köşeli Dünya, 9 Aralık 1916’da, henüz 49 yaşındayken mide ülserinden hayatını kaybeden Soseki’nin önemli romanlarından biri.
Modernleşme sürecindeki benzerliklerimizden dolayı bu romanda kendi taşramıza dair pek çok anekdot bulabilir, hatta aynı çeyrekte ürettiğimiz eserlerle birlikte Soseki’yi toplumsal bağlamda karşılaştırarak okuyabiliriz.
Kaynak
- Natsume Soseki’nin Eserlerinde Modernleşme Ve Batı İle Japonya’nın Mukayesesi, Habibe Salğar, SEFAD, Sayı:37, Syf:165-178, 2017