Wilhelm Genazino: İhtiyatlı mutsuzluk
Wilhelm Genazino’nun romanı 'Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk', okuru karakteri üzerinden bireyin hayal ettiği hayat ile yaşadığı arasındaki çelişkinin, onun kendi gözündeki yerini değersizleştirmesine ve hayatını kaygı ve korkularla örmesine tanık ediyor. Genazio kitapta, sürekli hayat üzerine kafa yoran ve etrafındaki küçük ayrıntıları gözlemleyerek mutluluk kırıntıları yakalamaya çalışan bir adamın iç dünyasıyla, hayatla iyi kötü idare ederken, sevgilisinin çocuk sahibi olmak istemesiyle altüst olmasını anlatıyor.
Benjamin, Kitaplığımı Yerleştirirken Kitap Koleksiyonculuğuna Dair Bir Konuşma adlı metninde şöyle diyor: “Her tutku kaosa yakınsar; ama koleksiyoncunun tutkusu bilhassa hatıraların kaosuna yatkındır. Daha da fazlası, gözlerimin önünde geçmişin üstünü kaplayan şans, kader; bu kitapların alışılmış karmaşasında bariz bir şekilde mevcuttur” (2016: 3). Dünyanın zorlu bir süreçten geçtiği bugünlerde, tutkularımız da haz vermiyor. Kitaplığa bakıp duruyorum, geçmişte okunmuş kitapların anılarını hatırlamaya çalışıyorum, onlardan kalan duygu birikintilerinin teselli edebileceğine dair, kendimce bir inanca sığınıyorum. Gerçekten de “geçmişin üstünü kaplayan şans, kader” hepsi mevcut bu metinlerde diye düşünüyorum. Yaşadığımız bu olağanüstü zamanlarda, önceden mutlu eden pek çok şey anlam ifade etmiyor, çok fazla şeyi aynı anda düşünmek zorunda kalıyoruz doğal olarak, bu da içinizde geçmeyen bir ağırlığa neden oluyor.
Peki, daha önce okuduğumuz ve sevdiğimiz bir metin, okunduğu günün duygusuna götürebilir mi insanı? Kitaplarla ilişkiniz yine Benjamin’in şu cümlesindeki gibiyse olabiliyor: “Kullanışlılığını vurgulamaktan ziyade onları kaderlerinin oynandığı bir sahne olarak inceleme ve sevme üzerine kurulu bir ilişki” (2016: 3). Kitaplar sadece kullanışlı, bilgilendirici oldukları için önemli değil diye düşündürüyor bu cümle, aynı zamanda onlarla kurduğunuz bir ilişki var. Yanlış anlaşılmak da istemem, derdim kitap okuyalım kurtulalım, tüm sıkıntımız gidecek, tadında son günlerde çok sık rastladığımız cümlelerden birini kurmak değil. İşi kitaplarla olan biri için bu ilişkiyi sürdürmenin bir yolunu bulmak sadece. Kitaplıktaki metinlere göz gezdirip, zamanında ilişki kurabildiğim metinlere bakıp, o ânı hatırlayıp belleğimi yoklamak, o zamanlar dünyanın hangi kriziyle boğuştuğumu, hangi metnin beni nasıl etkilediğini, şimdi nasıl etkileyeceğini merak etmek ve üzerine kafa yormak.
MUTSUZLUK ZAMANLARINDA MUTLULUK
Böyle düşüncelerle savrulurken, adını kitaplıkta her gördüğümde elimin gittiği bir metin üzerine tekrar düşünmeye karar verdim. Wilhelm Genazino’nun Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk metni bahsettiğim kitap, Ayrıntı Yayınları tarafından basılmıştı. Bu kitap, karakteri üzerinden bireyin hayal ettiği hayat ile yaşadığı arasındaki çelişkinin, onun kendi gözündeki yerini değersizleştirmesine ve hayatını kaygı ve korkularla örmesine tanık ediyor okuru. Ayrıca, insanın kendisiyle hesaplaşmasının hiç bitmeyeceğini, kendi olmak ile toplum tarafından yönetilmek arasında kalan bireyin, içinde kaybolup gidebileceğini, yaşadığı hayata, etrafına, en değer verdiğine bile yabancılaşıp, yalnızlaşabileceğini gösteriyor. İnsanın kendi olma çabası önemli ancak kişi bu konuyu hayatının gayesi hâline getirirse etrafına kör, edilgen bir varlığa dönüşebiliyor. Sevinç duyduğu, keder hissettiği her şey sadece kendi hazlarıyla ilgili hâle gelirken, katlanılmaz bir melankolinin ağına düşüyor. Genazino’nun metni bunlar üzerine düşündürüyor ve aynı zamanda gözetim, kontrol, bürokrasi, tüketim, uzmanlaşma konularına getirdiği eleştiriyle de dikkat çekiyor. Kafkaesk izler de taşıyan bu metin, farklı bağlamlarda tartışabileceğimiz konularıyla, yaşamın küçük ayrıntılarının mutlulukla ilişkisini görmemizi sağlıyor.
KENDİNİN DERDİNDE BİR KARAKTER
Metnin başkarakteri Gerhard Warlich, felsefe eğitimi almış, Heidegger üzerine doktora yapmış ancak akademide tutunamayınca, kendisini bir çamaşırhanede organizasyon müdürü olarak bulmuş. Sevgilisi Traudel ile birlikte yaşıyor. Ancak karakterimiz için “birlikte yaşamak” pek uygun bir kullanım olmaz çünkü Warlich daha çok kendi içinde yaşıyor. Kuruntulu, kaygılı, pimpirikli hâli kendisini ifade edememesine bu nedenle de çoğu zaman anlaşılamamasına sebep oluyor. Neden birlikte yaşıyor denilemez peki, bunu karakterlerin şu cümleleri ile ifade edebiliriz, Traudel; “iki kişiyken yalnız olmak istemiyorum derken, Warlich karşılığında şöyle düşünüyor; “O zaman da yine susuyorum çünkü her insanın kendi içinde yalnız olduğunu, ayrıca bu yalnızlığın kötü bir şey olmadığını söyleyemiyorum. Kendi içlerinde yalnız olduklarını şiddetle inkâr eden bir sürü insan olduğunu biliyorum, onlardan biri de Traudel.” Evet, herkesin kendi içinde yalnız anları olabilir, içine dönüp düşündüğü zamanları hattâ kimsenin bilmediği tekinsiz yanları da. Ancak konu ilişkiler olunca bu biraz kibirli ve bencil bir tavır olabiliyor çünkü sen içinde yaşayacaksın diye karşındaki insanın yalnız hissetmesi, ilişkiyi eşitsiz bir konuma taşıyor. Genazino’nun Warlich karakteri bu açıdan düşünüldüğünde, ilişkisinde epey bencilce davranıyor, çoğu zaman Traudel’i sevgiliden çok bir haz nesnesi olarak gördüğüne de tanık oluyoruz.
DÖNÜŞÜM
Metinde, Warlich’in asıl dönüşümü, Traudel’in çocuk istemesiyle başlıyor. Sonrasında, korku ve kaygıları tarafından ele geçirilmiş bir bireyin nasıl kuruntulu, kendini yiyip bitiren bir hâle geldiğine tanık oluyoruz. Genazino, karakter yaratmada, başarılı bulduğum bir yazar. En küçük ayrıntısına kadar kahramanının içinde bulunduğu durumu, ruh hâlinin değişimini okura hissettiriyor. Warlich’in bu konuda da bencilce davrandığını düşünebiliriz ancak onu anlayabileceğimiz yanlar da var. Mesela, Traudel’in çocukla birlikte evlilik de istemesi ve bunun kendisinden çok ailesinin isteği olması gibi. Çünkü Warlich bürokrasi ve kurumlarla sorunlu bir karakter özelliği gösteriyor, akademide tutunamamasının da bununla ilgili olduğunu seziyoruz. Şu cümleler de göstergesi gibi bu durumun: “Hayır, diyorum süklüm püklüm. Şimdi kendimi (nasıl söylesem) mat edilmiş hissediyorum tabii. Ama evliliğe karşı direncim daha artmış durumda. Hastanelerdeki bürokrasiye takılmamak için evlenmek zorunda mı insan?” Bu soru haklı bir soru çünkü insan sadece aile kurumunu devam ettirmek, toplumun onayını almak veya bürokratik nedenlerle evlenmemeli. Ancak karakterimiz Warlich’in hissettiklerini söyleyememe, istemediği bir şeye açıkça hayır deme gücü yok bu da zaten onun çoğu kaygılarının nedeni gibi görünüyor. Çünkü Marie Haddou’nun söylediği gibi: “Hayıra bağlı tüm durumların ortak bir noktası vardır: Sizde yol açtıkları kaygı durumu. İçerdikleri tehlike ise iki yönlüdür: Bir yanda muhatabınız ve onun isteği, öte yanda da bu isteği olumsuz yanıtlayarak kendinizi savunmadaki yetersizliğiniz” (2017: 65). Burada bahsedilen “kendinizi savunmadaki yetersizliğiniz”.
Genazino’nun karakterinin, metinde karşılaştığı tüm olaylardaki durumunu imleyen bir yerde duruyor. Bu nedenle ilişkiler üzerine düşündüren metinlerde, genellikle ortaya çıkan güç çekişmesini bu iki karakterin ilişkisinde çok göremiyoruz. Burada kendi içine kapanma veya kaygı nedeniyle ortaya çıkan, yine Haddou’nun bahsettikleriyle karşılaşıyoruz: “Kaygı, sizi hazırlıksız yakalayan özel olaylar karşısında pek denetlenemeyen ve benliği tümüyle etkisi altına alan bir tasarlanma durumudur” (2017: 65). Warlich için de bu durum geçerli, yaşadığı ve karşısında çaresiz kaldığı, hayır demeye gücünün yetmediği zamanlarda denetleyemediği kaygısı tarafından benliği âdeta esir alınıyor, söylememesi gereken şeyler söyleyip, her şeyi daha da içinden çıkılmaz hâle getirebiliyor ya da tamamen içine dönüp geçmişe dair ayrıntılarda, kuruntularında kaybolup gidiyor.
BAŞKASININ ÇARESİZLİĞİNİ MUTLULUK YAPMAK
Genazino’nun Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk kitabı ayrıntılarıyla üzerine düşünebileceğimiz çok konu içeriyor. Bu metni sevme nedenlerimden biri de bu çünkü öylesine kurulmuş cümlelere pek rastlanmıyor, bu anlamda alt metnin sıkı örüldüğünü söyleyebilirim. Örneğin Warlich’in hayalini kurduğu bir okul var ona dair kurduğu şu cümle bunun göstergesi; “Yatıştırma okulu kurulur kurulmaz, mutluluktan uzak ortamlarda mutluluğun inşası hakkında seminerler vereceğim. Bu benim uzmanlık alanım. Olağanüstü şeyleri bizzat yaratmamız gerekiyor yoksa dünyada karşımıza çıkmıyorlar.” Warlich aynı zamanda mutsuz bir karakter ama gözlem yeteneği sayesinde mutsuzluğun içinden anlık da olsa çıkabiliyor. Kendisini mutsuz, her şeye yabancı hissettiği anlarda, bir arının gelip eline konması, pencerede salınan bir böcek ya da sokaktaki herhangi birini gözlemleyip, kafasında ona dair hikâyeler kurmak onu mutlu edebiliyor. Çünkü dünyada mutlu olmak için gerçekten de o “olağanüstü şeyi” bizzat yaratmanız gerekiyor yoksa mutluluğun kapınızı çalmasını beklerseniz işiniz zor. Warlich, kendi mutluluğunu yaratmayı şöyle anlatıyor: “Ben hep şimdi olduğu gibi (Yatıştırma okulu hayalinden bahsediyor) küçük bir başlangıç mutluluğundan (umut vaat eden bir sunum gibi) yola çıkarım ve bunu başka mutlulukların izleyeceğini umut ederim. Yani mutluluk ihtiyacımın tutunacağı bir imge bulana kadar, hızla, maharetle, arayan gözlerle etrafıma bakınırım.
Çaresizlikleri aşikâr olan pek çok insan dolanır sokaklarda, onlarda benim kenarda durup bakma isteğimi arttırır ve (bu yüzden) mutluluk avımı bereketlendirirler.” Genazino’nun karakteri kendi küçük mutluluğunu maharetlice ele geçirirken, burada bir yanını daha açık ediyor. “Çaresizlikleri aşikâr olan pek çok insanı” mutluluk avı olarak düşünmesi, yine onun bencil yanını ortaya çıkarıyor. Sevgilisi ile olan ilişkisindeki gibi her şeyi kendi kaygıları, sevinçleri ve kederleriyle ilişkilendirirken, başkasının çaresizliğini izlerken, kendini daha iyi durumda olduğu için mutlu hissederken, aslında çok da uzak olmadığımız öznelerin temsili hâline geliyor böylece. Çünkü bu durum başkasının yaşadığı üzerinden kendini aklamak, kendi yaşamının günahını çıkarmak gibi bir anlam içeriyor.
HAYATTAN BEKLEMEK
Baştan beri bahsetmeye çalıştığımız gibi Warlich korkulu, kaygılı, sürekli düşünen, devamlı kendiyle hesaplaşan, melankolik bir tip. Peki, tüm bunlar neden, metnin sonuna doğru aslında bunun cevabını buluyoruz: “Yıllarca daha iyi bir hayata hazırladım kendimi, dedim ama beklentim hiç gerçekleşmedi. Çok uzun süre duygusal ve melankolik bir ruh haliyle sızlanıp durdum ama sonunda şunu anladım: İnsandan beklenen, mutsuzluğuyla ihtiyatlı bir ilişki kurması.” Hayattan beklediklerimizle, hayatın bahşettikleri çoğu zaman uyumsuz oluyor. Sonunda kapatıldığı akıl hastanesinde, çocukluğuyla, hayatıyla yüzleşen Warlich’in de fark ettiği bu. Sanki müthiş bir dünyada yaşıyormuşuz gibi devamlı mutlu olmanın dayatıldığı ve mutlu olma ölçütünün sahip oldukların olduğu bir dünyada, Warlich’in mutsuzluğunu içselleştirmesi ve bundan kaynaklı kaygıları çok da anlamsız değil aslında, o sadece başkalarının belirlediği bir hayat istemiyor. Ama bunu yaparken, kendi mutluluğu için başkalarının mutluluğunu kolayca harcadığının farkına varamıyor, onun en büyük sıkıntısı bu bana kalırsa.
Mutsuzlukla ihtiyatlı ilişki kurmak zor olsa da, dünyanın hâli bu kadar ortadayken başka türlüsü mümkün mü zaten? Sonsuzca mutluluk vaat etmeyen bu hayatta o olağanüstü ânı yaratmak için çabalamak gerekiyor, metnin karakterinin yaptığı gibi; mutsuzluğu devamlı sorun edip sızlanmaktan, etrafımıza yaşamı dar etmektense, mutsuzlukla ihtiyatlı bir ilişki kurmayı becerebilmek iyi bir yoldur belki de.
KAYNAKLAR
- Benjamin, W., (2016), “Kitaplığımı Yerleştirirken Kitap Koleksiyonculuğuna Dair Bir Konuşma”, (Çev. Deniz Kurt), s.22-23, İstanbul: SUB.
- Haddou, M. (2017), “Hayır Demeyi Bilmek, ‘Sağlıklı Sosyal İlişkiler İçin Reddetmeyi Öğrenmek’”, (Çev. Maide Selen), İstanbul: İletişim.