Luigi Pirandello'dan öyküler: Yeni Elbise
Alakarga Yayınları, klasik İtalyan edebiyatının önemli isimlerinden olan Luigi Pirandello’nun “Yeni Elbise” adlı öykü kitabını okurla buluşturdu. Pirandello “Yeni Elbise”deki öykülerin çoğunda ölüm karşısındaki tutumumuzu anlatırken, her daim muzip bir bakış açısıyla, güldürmekten öte tebessüm duygusuna önem verir.
Dünyada daha çok oyun yazarı olarak tanınan fakat roman ve öyküleriyle de geniş bir okur kitlesine sahip olan Luigi Pirandello, ölümünden iki sene önce, 1934 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanır.
19. yüzyılın ikinci yarısında Sicilya’da, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Pirandello, Roma ve Bonn Üniversitelerinde felsefe ve filoloji eğitimi alır. O yıllarda ilk öykü denemelerini ve şiirlerini kaleme almaya başlar. 1893 yılında ilk önemli yapıtı Marta Ajala’yı yayımlar ve dikkat çeker. Akabinde ardı ardına öyküleri ve romanları geniş okur kitlesi ile buluşur. 1903 yılında tüm servetini yatırdığı, babasının kükürt ocağının bir sel baskını sonrası kapanmasıyla, karısıyla birlikte zor günler geçirir. Karısı, ölümüne değin akıl hastanesinde kalır ve bir daha oradan çıkmaz. Pirandello da aynı dönemde intihar etmeyi düşünür fakat vazgeçer. Bu olay, yazarın hayatında dönüm noktasıdır.
TİYATRODA POST-MODERN BİR YAKLAŞIM
Pirandello, o tarihten sonra ağırlıklı olarak dram türünde eserler ortaya koyar. 1908 yılında Roma’da pedagoji kürsüsünde İtalyan dili profesörü olarak göreve başlayan yazar, 1922’ye kadar üniversitede çalışır. Aynı tarihlerde, yaklaşık 50 yaşında iken, profesyonel anlamda tiyatroyla tanışır. Peş peşe oyunlar kaleme almaya başlar ve faşist Mussolini’nin desteğiyle Roma Sanat Tiyatrosu’nun başına getirilir. Turneler düzenler, oyunları hemen her dile çevrilir. Oyunlarında, düşsel olanı ya da akıl-dışı kalanı gerçeklikle iç içe geçirerek, dönem tiyatrosunda post-modern bir yaklaşım ortaya koyar.
VARLIĞIN ÖLÜMLE İLİŞKİSİ
Geçmiş aylarda aynı yazarın Aydaki At yapıtını da yayımlayan Alakarga Yayınları, şu günlerde yazarın Yeni Elbise isimli öykü kitabını okur ile buluşturdu. Köy ve kasaba denkleminde geçen öykülerde yazarın, çoğu zaman mekan belirtmese de, çocukluğunun geçtiği Sicilya’yı anlattığı aşikardır. Kültürün yoğun bir şekilde hissedildiği, atmosferin ilk cümleden itibaren baskın çıktığı ve yeni bir dünyayı muştuladığı öykülerde yazar, insan ruhunun derinliklerine inerek, varlığın ölüm ile olan ilişkisini irdeler. Ölüm duygusu, kitapta yer alan hemen her öyküye bir şekilde sirayet eder ya da odağı oluşturur. İnsanın, ölüm mefhumuna dair düşünceleri, bu kavram ile somut bir şekilde karşılaştığında onu anlamaya, tanımlamaya ya da uzaklaşmaya çalışma eylemi, ondan kaçarken, kendisine dair yeni zaaflarını fark etme, bu zaaflarla ya da eksiklik duygusuyla bütünleşme hali, yazarın eserinin özüdür, denilebilir. Yazar, çoğu zaman hayvanların, hayvanların insanın hayatındaki yeri üzerinden de insanın açmazlarını, yine ölüm duygusunu önceleyerek, kurmaca bir düzlem üzerinden resmeder.
TEBESSÜM
Ölümü, farklı anlamlara gelebilecek bir şekilde, başka başka temsiller üzerinden de aktaran yazar, biçimsel olarak mizahi bir dil tercih eder. Acı ve hüzün vereni, insanın yaşamla olan sonsuz bağlılığını da belirtmiş gibi, her daim muzip bir bakış açısıyla anlatan yazar, güldürmekten öte tebessüm duygusuna önem verir gibidir. Anlattığı şey, her ne kadar duygu yüklü olsa da yazar, tipe bürünme ihtimali olan kişileri bu yolla karakterleştirerek, hem onları derinleştirir, hem de öyküsüne farklı katmanlar kazandırır. En uysal karakterini bile, hep bir şeyleri talep eden ve bu yolla bir istenç gücü de sahip olmaya iten bu çaba, onları mekanik olmaktan kurtarır. Bu sebeple de hikâye, yaşama dokunur hale gelir.
Pirandello’nun ustası olduğu bir başka konu ise karakterleri konuşturma becerisidir. Yaşamda olduğu gibi sadelik ve sahicilikle konuşturduğu karakterlerin yanındadır sanki yazar. Öylesine doğal ve akıcı olan diyaloglarda Pirandello, onların ruh haline okuru inandırmaya çabalamaz bile. Olduğu gibi anlatır. Okur, sanki ağır ağır akan bir nehri izler gibidir. Bu noktada kitaba adını da veren “Yeni Elbise” isimli öykü ayrıca dikkat çeker. Yazar, bir cenaze evinde geçen bu öyküde, durumun vahametini ıskalamadan, anı olabildiğince sahici bir biçimde aktarmaya çalışır ki, okuru bu gerçeklikten uzak tutmak mümkün değildir. Bunu başaran ise yazarın ustaca kaleme aldığı ve doğru dizdiği diyaloglardır.
Yazar, öykü yazarak, acı veren olayları “muzip” bir dille okura aktararak, sanki kendi kendisiyle yüzleşmeye çalışır gibi. Karısını, uzun yıllar kaldığı akıl hastanesinden çıkarmaya çalışsa da beceremeyen ve onu sosyal hayata tekrar kazandıramayan Pirandello, insanın karşı koyamadığı acı veren somut olaylara, tahammül ediş şeklini ortaya koyar bence. Neticede yazmak –az da olsa- iyileşmek değil midir?