Mahire Taş: Şair, toplumun belleğidir
Mahire Taş’ın yeni şiir kitabı Pencere, Klaros Yayınları tarafından yayımlandı. “Şiir yazmak ya da okumak, bir arınma, yenilenme biçimi benim için“ diyen Taş ile Pencere’yi, yurt dışında Türkçe şiir yazmanın zorluklarını ve şiirlerinde toplumsal olana değinen imgeleri konuştuk.
Ercan Jan Aktaş
DUVAR - Almanya'da yaşayan Şair Mahire Taş'ın, Tipi Değmiş Düşe, Aşk İle kitaplarından sonra Pencere isimli kitabı Klaros Yayınları tarafından yayınlandı. Mahire Taş, yurt dışında Türkçe şiiri yollarında sürdürdüğü yürüyüşünde ısrarcı bir kadın şair.
Taş’ın şiirlerinde insanın derinliğini arayan, manaya inen mistik bir eda var. Yalın ve yerli yerinde kurulan imgeler toplumsal olana da değiyor. Cumartesi Anneleri, Suruç, Cizre, Sur, Ankara Gar Katliamı vs. şiirlerinde hüzünlü bir duyarlılıkla işlenerek toplumsal duyarlılıklara açılıyor. İnsandaki mananın şiiri de diyebiliriz onun şiirlerine.
Mahire Taş'la Pencere hakkında söyleştik.
Pencere isimli şiir kitabınız geçtiğimiz günlerde Klaros Yayınları tarafından yayınlandı. Kitap insan ve yaşam hallerine geniş bir pencereden bakıyor. Kitabın ismini konuşalım biraz. Pencere sizin imgeleminizde nasıl anlam buluyor?
Pencere imgesinin bende inanılmaz bir çağrışımı var; o tek kelime ile her seferinde içime binlerce rüzgar, binlerce ses, binlerce renk ve ışık doluşuyor. Bütün gel-gitleriyle, oluru ve olmazlarıyla yaşamı hatırlatan, yaşamın tanığı olan bir ara yer sancısı pencere. Yaşamın içe yansıması ve için yaşama yansımasının zarif, duru bir eşiği, öyle bir eşik ki ufku sonsuza bakan…
Kitabın daha girişinde “bu dünyanın derdi de/devranı da baki efendim/ yol bize gelmez/ biz yola turab gidelim” diyorsunuz. Bu dizeler aslında bize nasıl bir yolculuk ve yol içinde olduğunuza dair fikir de veriyor. ‘Yol olmak’, ‘yolda olmak’.... Ne ifade ediyor sizin için?
“Yol“ bilinçli bir tercih olarak şiirlerimde çok kullandığım bir kelime. Yol, ömür dediğimiz şu kısacık konaklama mesafemizin eğrisiyle doğrusuyla yaşama yansıyış şekli. İnsan olarak doğmanın insan olmaya yetmediğine tam tersine zamanla edimlerimizle insan olunacağına inananlardanım. “Gelmiş bulundum“ diyor ya Edip Cansever... Madem ki gelmiş bulunduk, o yolun hakkını vermek gerektiğine inanıyorum. Bana göre yolun hakkını vermenin ölçüsü ise bütün canlılarıyla ve bütün canlılığıyla yaşamı ileriye taşıma çabası olmalı.
‘ANLAM, GÜNÜMÜZ ŞİİRİNDE ÖTELENEN BİR KAVRAM‘
Pencere kitabında mistik bir söyleyiş göze çarpıyor. Ancak tanrısal değil, manayla ilişkili bir mistisizm bu... İnsandaki mana nedir? Şiir manayı aramanın bir yolu mu sizin için?
Mistik söylemi Aşk İle adlı kitabımda denemeye ve bütün bir kitabı bunun üzerine oturtmaya çalışmıştım. Pencere´de daha çok sizin de dediğiniz gibi mana, anlam üzerinde yoğunlaşmaya çalıştım. Aslında anlam günümüz şiirinde çok da öncelenmeyen ve hatta biraz da ötelenen bir kavram. Biraz şiirin dışlanmış çocuğu da diyebiliriz. Şiir yazıyorsanız içinizde birçok kaygı da taşıyorsunuz demektir, elbette ki anlam arayışı da oldukça önemsediğim kaygılardan biri. İnsan, düşünce ve soyutlama bakımından evrenin bilinen en ileri varlığı... Sadece maddi dünyaya değil, metafiziğe dair sorular sorabilen tek canlı türü. Aslında gerek materyalist gerekse idealist pencereden bakılsın, hepsi varoluşu anlamlandırma çabasından kaynaklanıyor. İnsan, varlığın türlü hallerine dair sorular sordukça kendine de varoluş dizgesinde bir yer arıyor. İç huzur biraz da yaşamı anlamlı kılmaya bağlı. Mananın gizi de diyebiliriz buna.
Şiirlerinizde çağın insanına insani değerleri anımsatma gibi bir kaygı seziliyor. Pencere'den bakarken insanı arıyor, insanı tanımaya ve tanımlamaya çalışıyorsunuz sanki. Bu, çağımızın insanına bir reddiye mi aynı zamanda?
Doğrusu “insan“ bir yara içimde. Bir canlı düşünün, yaşamı en üst düzeye taşıyabilecek yetenekte iken basit tatminsizlikler yüzünden yaşamı ve dolayısıyla kendini yok ediyor ve bunun farkında bile değil. Dünyanın şu an en bariz ağıdı bence bu. Çünkü sevgi,mutluluk ve tam olma hali içerden başlayıp dışarı yayılan bir olgu, tıpkı suya düşen küçük bir taşın yarattığı giderek büyüyen halkaların etrafına yayılması gibi. Oysa insan öylesine kendisine (evet özellikle kendisine) uzak ki bu yüzden içeriden dışarıya akışını bütünleyemiyor, onun yerine dışarıdan kendine doğru olan akışın altında eziliyor. Yaşadığımız çağ, zamanın hızının arttığı bir çağ. Her şeyi çok çabuk keşfedip çok çabuk tüketiyoruz. Teknolojinin getirdiği bir şey bu. Bu, kapitalizmin tüketici insan tipolojisinde bambaşka bir içerik kaybı biçiminde somutlaşıyor. Her şeyin, bu arada insani değerlerin de fast food hızıyla tüketildiği bir zaman bu. İnsana yeniden dönmeliyiz.
Bazı kavramları elbette yeniden gözden geçirmeliyiz; “insan olmak nedir?“, “bizi ne insan yapar?“, “özgürlük nedir?“, “sınırı nerede başlar nerede biter?“, “yaşamda yerimiz nedir?“… İnsana dair çok fazla sorumuz var. Bu anlamda yazmaya çalıştığım, çağımız insanına reddiyeden çok, dizeler aracılığıyla yapabildiğim ölçüde insana ayna tutabilmek, o aynada yansıyan yüzünü göstermeye çalışmak ve sormak; bu haliyle yüzünü beğeniyor musun?
'İÇİMDEKİ YANGINLARI ŞİİRLE DIŞARI AKITABİLİYORUM'
Uzun yıllar yurt dışında yaşayan bir şairsiniz. Yurt dışında Türkçe şiir yazmanın zorlukları neler? Sizin göçmen yaşantınızda şiirin yeri ne? Yurt dışında yazan kadın şair olmanın zorlukları neler? Mahire Taş'ın edebiyat ve şiire dair yolculuğu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Dilin insan yaşamında önemli olduğunu bilmek başka, bunu bizzat yaşayıp tecrübe etmek bambaşka bir şey. Bir kere dil bölünüyor, şiirlerinizde kullandığınız dilin içinde değil başka bir dilin içinde yaşıyorsunuz çünkü yaşam o dilde akıyor. Haliyle dil sizinle mesafeleniyor ve siz o mesafenin üzerinden yürümek zorunda kalıyorsunuz. Üstelik giderek dildeki o derinlik de soluyor. Burada kendi dilimizi konuşan birileriyle bir araya gelmek, bir düşüncenin etrafında yoğunlaşmak, etkinlikte yer almak olanağı maalesef oldukça kısıtlı. Buna rağmen Türkçenin özgünlüğünü ve derinliğini yitirmeden şiire taşımaya çalışma uğraşım sanırım şiiri bir sağalma aracı olarak görmemle ilgili. Çünkü içimdeki yangınları ancak şiirle dışarıya akıtabiliyorum. İlk kitabım Tipi Değmiş Düşe´de “avuç avuç/şiir dökünün yüreğinize/ ki arınsın gönlünüz/su çaresiz“ demiştim. Şiir yazmak ya da okumak, bir arınma, yenilenme biçimi benim için...
Bütün sanat dalları gibi şiir de yaşamla o kadar iç içe ki, onunla birlikte bir nabız gibi atıyor. Bu yüzden şiire dair yolculuğum için önceden bir şeyler kestirmek zor, çünkü yaşamın önceden neler getireceği ya da götüreceği belli değil. Şu an için okuduğum her güzel şiire şaşmaktan, o güzellikle büyülenmekten mutluyum ve bu bana yetiyor, sonrasını bilemiyorum.
'YAŞADIĞIM DUYGUNUN BENDE YANSIYIŞI İLE YAZIYORUM'
Oldukça sıcak ve içeriden bir dili var şiirlerinizin. Okuyucuyu yormayan müzikli bir ses… Şiirinizin dili hakkında konuşalım.
Böyle düşündüğünüz için teşekkür ediyorum. Umarım genel anlamda okuyucuda da bu hissi uyandırıyorumdur. Tam da bu dille yazmaya çalışıyorum yani samimi, yaşamın içinden gelen yaşanmış olandan gelen... Şiirlerim kurgu değil. Çok iyi yazılmış kurgu şiirler de var ama ben daha çok yaşadığım duygunun, duyguların içine girerek onun bütün çağrışımlarının bende yansıyışı ile yazıyorum. Tabii bu yüzden bir yönüyle oldukça incitici, yıpratıcı diğer yönüyle ise o duygularla bir yüzleşme, hesaplaşma şansı bulabildiğim için de oldukça sağaltıcı...
ŞAİR, TOPLUMUN BELLEĞİDİR
Saklambaç şiirinde çocuğa seslenerek “her insan kendi seçer/ yanacağı ateşi” ve devamında “giderken anneler/yaralarını bırakır çocuklarına/ yas diye” beni hemen Sivas Madımak, Ankara Garı, Cumartesi Annelerine götürüyor, Suruç geliyor aklıma. Sanki Türkiye’nin hesabı sorulamamış, hesabı verilmemiş tarihine düşüyor okuyucu. Şiirle yas tutmak, şiir ile iyileşmenin bir yolu mu?
Maalesef acı dolu bir tarihimiz var. Dersim tertelesi, 24 Nisan 1915, 6-7 Eylül pogromu, Maraş, Çorum katliamları, Cumartesi Anneleri, Madımak, Ankara Katliamı, Suruç, 2015 yılında Kürt il ve ilçelerinde yaşananlar... Hepimiz yaşadığımız çağın tanıklarıyız ancak sanatçıların bu tanıklıkla yetinmeyip olan biteni eserleri ile yarına taşımaları gerektiğine inanıyorum.
Şair toplumun belleğidir. Aşk İle adlı kitabımda kül, toz ve yanık kokusunun şiirlere sindiği yakın tarihimizde, 2015'te bizlerin bir halk yok edilirken parçalanmış yıkılmış duvarlardan sızan ve arta kalan hayatlara baka baka yaşamımıza devam ettiğimiz zamanları yazmaya çalışmıştım.Toplumsal bilinçaltımız bunca acıyı nasıl kaldırabiliyor anlamış değilim. Onca toz, onca yanık kokusu nereye gitti, ruhumuzda nereleri tıkadı, farkında bile değiliz ve evet maalesef bütün savunmasızlıklarıyla en çok kadınlar ve çocuklar etkileniyor bütün bu olan bitenden.