Veysel Çolak: Yarım yüzyılın şairi…
Yetmişli yıllardan itibaren, “biz”den “ben”e doğru geçen, optiğini toplumsalın geniş açısından bireyin zoom bakışına doğru kaydıran şiir serüvenini, yüzleşme ve hesaplaşma ekseninde sürdüren şairlerden biri Veysel Çolak’ın toplu şiirleri iki cilt olarak Hayal Yayınları’ndan çıktı. “Her fırsatta şiir sanatının inceliklerini kavradım, ilk şiirden bu yana birikegelen şiir bilgilerini edindim” diyen Çolak ile 70’li yılların şiirini, yıllara göre şiirin değeri, şairin itibarını ve şiirin temel birimini konuştuk.
Dünyayı saran salgın nedeniyle can kayıpları hızla artıyor. Uygulanan karantina, tecrit, izolasyan koşulları sürüyor. Resmi ağızlar, ölümlerle ilgili birtakım istatistikler, sayılar telaffuz edip duruyor. Bu koşullarda bunalmamak, daralmamak, sıkılmamak elde değil; isteğin, gayretin, sevincin, umudun bulutlanması nasıl engellenebilir ki?
Durum böyleyken şiir yazmak, konuşmak, tartışmak sürdürülebilir mi? Ya da içinde bulunduğumuz koşullara bakarak şiir yazmak, konuşmak yersizdir diyebilir miyiz? Acının, yasın ve öfkenin baskısı altında duygunun, düşüncenin şiirle olan temasının da olağan kalmayacağı, anormalleşeceği açıktır. Doğrudan doğruya “can derdine düşülen” koşullarda ve ortamda her şeyi etkisine alan bir eksen kaymasının oluşmaması mümkün mü?
Öyle görünüyor ki anlamlı bulduğumuz, önem verdiğimiz birçok şey çözülme, hatta çökme tehdidiyle de karşı karşıya. Aynı zamanda hızla yayılabilecek bireysel ve toplumsal ölçekli bir depresyonun da eşiğindeyiz. Bir bulanıklaşma süreci ilerliyor. Beraberinde başka türlü duyma, başka türlü düşünme, başka türlü ifade etme halini de zorlayan bir süreç. Başka türlüde her zaman, alışılmadık çok şey vardır.
Nazilerin toplama kamplarında gerçekleştirdikleri soykırım nedeniyle Adorno’nun söylediği “Auschwitz’den sonra şiir yazılmaz” sözü çok konuşulmuştur. Açıktır ki ünlü düşünürün sözü şairlere, şiir yazmayın anlamında değildir. Adorno, Naziler tarafından toplama kamplarında gerçekleştirilmiş soykırımın yol açtığı büyük travmanın, artık kimseye şiir yazdıramayacağına dikkat çeker. Çünkü şokla birlikte gelen duygusal ve düşünsel baskının, travmanın yol açacağı dil tutulması önemlidir. Travmaların, hele ki toplumsal boyutu geniş olanların, çok daha büyük krizlere yol açtığı, yaşanan şokun duygu ve düşünce kilitlenmesiyle, dolayısıyla “dilin tutulmasıyla ya da bağlanmasıyla” da sonuçlandığı çeşitli deneylerle ortaya konulmuştur. Travmalara bağlı olarak ortaya çıkan duygu, düşünce ve dil tutulmasında şiir dahil edebiyat, sanat gibi etkinlikler, dolayısıyla konuşma da iyileştirici seçenek olarak önerilmektedir. Travmadan çıkışla ilgili bir başka gerçekse yüzleşmektir. Yüzleşmeninse bilinen ve geçerli yollarından biridir konuşmak. Sonuç olarak diyebiliriz ki şiirin sunduğu hakiki ve hakikatli yüzleşme ve ifade etme imkânı, içinde olduğumuz koşullarda yazmayı, konuşmayı daha da gerekli hale getirmekte…
TOPLUMSALIN GENİŞ AÇISINDAN BİREYİN ZOOM BAKIŞINA DOĞRU ŞİİR SERÜVENİ
Yetmişli yıllardan itibaren, “biz”den “ben”e doğru çekilen ya da geçen, optiğini toplumsalın geniş açısından bireyin zoom bakışına doğru kaydıran şiir serüvenini, yüzleşme ve hesaplaşma ekseninde sürdüren şairlerden biri Veysel Çolak. Çolak, aynı zamanda şiirin sorunları üzerine düşünmeyi, tartışmayı şiire, şiir eylemine ait “puzzle”ın tamamlayıcı parçası olarak benimseyen bir isim.
Şiir yolculuğu yetmişli yıllarda “övgüye değer genç şair” olarak başlayan Veysel Çolak’la ilgili Cemal Süreya, 1975’te, Sanat Dergisi’ndeki değerlendirmesinde şöyle diyor: “1970’lerden sonraki genç şairlerin ortak verimlerinden, daha doğrusu bu verimlerin ortak yanlarından yapıyor çıkışını. Şiiri geliştirişi güzel. Cesur.”
Veysel Çolak’ın bugüne kadar yayımlanan şiir kitapları şunlar: Terin Yaktığı Bir Yaradan (1978), Günlerin Yağmurunda (1980), Aşk Olsun (1982), Fotoğraf Arkalıkları (1985), Ötesi Yar (1985), Ölüler Diyaloğu (1988), Umut Aşktadır (1993), Buz ve Ateş (1994), Aşkın La Sesi (1995), Güzel Suç (2000), İkizim Sevgilimdi (2000), Mürekkep Zamanlar (2005), Birkaç Kuş Birkaç Anı (2008), Amacımız Aşk (2010), Hayata Resimaltı (2011), O Zaman Bitti (2013), İki Karanlık Arasında (2014), Dünyaya Bir Karşılık (2016), Kan Kırmızı Hayat (2018) Kalbim Taraf Tutuyor (2019)…
Çolak’ın yolculuğu, şiirde kararlı ve ısrarcı tutumun yanı sıra değişime, dönüşüme, yeniliğe açık olmanın önemi bakımından da dikkat çeker. Onun şairlik serüveni, şiirin aynı zamanda bir arayış ve eylem olduğunu hatırlatması yönünden de kayda değerdir.
TÜYAP 2020 İzmir Kitap Fuarı’nın onur konuğu seçilerek ilan edilen şairin bir süre önce toplu şiirleri iki cilt olarak Hayal Yayınları’ndan çıktı. Pandemi nedeniyle ertelenen kitap fuarı TÜYAP’ın internet sayfasında 30 Mayıs - 7 Haziran 2020 tarihlerinde düzenleneceği belirtiliyor.
Toplu şiirleri bir süre önce okurla buluşan Veysel Çolak’la şiire başladığı yıllardan günümüze uzanan şiir yolculuğu üzerine söyleştik…
‘1970’Lİ YILLARIN ŞİİRİ HAYATI SAVUNMANIN SORUMLULUĞUNU ÜSTLENMİŞTİR’
Yetmişli yılların şiiri denildiğinde akla gelen isimlerdensiniz. Bunda çıkışınızın bu yıllarda olması kadar yaşınızın, yaşantınızın da payı var doğal olarak. Yetmişli yılların genç şairinin şiirinde gençlikleriyle gelen doğal eksikliklerin yanında, başka ne gibi eksiklikler vardı? Daha doğrusu bir eksiklik var mıydı? O dönemin koşullarını da gözeterek sormak istiyorum: O dönemin genç şiirini etkileriyle, katkılarıyla birlikte düşününce nasıl değerlendiriyorsunuz?
1970'li yılların şiiri; somut koşulların, olan bitenin, öldürülmelerin, tutuklanmaların, hapishane yaşantısının, özgürlük özleminin, işçi sınıfının, devrimci militanlara övgünün, işkencelerin, faili meçhullerin, grevlerin, lokavtların, köyden kente göçün, yoksulluğun, özlemlerin, arkadaşlığın, yoldaşlığın, dayanışmanın, antidemokratik-faşizan baskıların, keskinleşen ideolojik kavgaların, yıkımlardan beslenen hüznün, meydan okumanın, mitinglerin, gençlik eylemlerinin, ihanetin, yaşanamayan sevdaların, çaresizliklerin, dünyada verilen bağımsızlık savaşlarının şiiridir. Böyle bir şiirin ortaya çıkması, büyük eylemli kitlelerin yönlendirmesiyle/ isteğiyle oluşmuştur. Bu gereksinmenin karşılanması için 70’li yılların şiiri ortaya çıkmış ve kitleselleşmiştir. O yıllarda ideolojik/ politik kavganın/ hesaplaşmanın tamamlayıcı öğesi olan bu şiir, hayatı savunmanın sorumluluğunu üstlenmiştir. Tek eksiği, şiir sanatı üzerine yeterince düşünülmemiş olmasıdır.
‘80’Lİ YILLAR BENİ YAVAŞLATTI’
Seksenlere geldiğinizde bir önceki kuşağın şairi olmakla birlikte yoğun bir arayış içine girdiğiniz söylenebilir. Bu dönem şiirden, dolayısıyla sizin şiirinizden ne götürdü, şiire şiirinize neler getirdi?
1980'li yıllar 70’li şairlerin dışlandığı yerlerdir. Yeni apolitik, daha çok liberal anlayışlı dergiler yayımlanmaya başlamış, bu dergilerde 70’li şiir yok sayılmıştır. Bu şiirin hayatın atardamarlarından birini oluşturduğu görmezden gelinmiştir. Şiirde dünya görüşünün zerresi bile olamaz diyen aklı evveller bile çıkmıştır. 12 Eylül Darbesi’nin istediği, suya sabuna dokunmaz şiirler ayrık otu gibi ortalığı sarmıştır. Şiir hayatın dışına çıkartılmıştır. O yıllarda şiirde verilen toplumsal kavganın önü tamamen kesilmişti. Ben bunu ciddi bir mevzinin yitirilmesi olarak görüyorum. 80’li yıllar beni yavaşlattı. 80’li yılları şiir sanatı üzerine düşünmeye, şiirin en eski kaynaklarına kadar giderek şiir sanatını anlamaya ayırdım ben de. Eksiklerimi giderdim diyelim buna.
Doksanlardan itibaren sözü damıtarak ve estetik kaygıları ön plana çıkararak bir şiir oluşturma gayreti içinde olduğunuz görünüyor. Gerçekten de doksanlardan sonra şiirinizde poetikanızda bir değişim oldu mu? Hangi nedenlerle, neleri değiştirmeyi hedeflediniz, neler değişti?
Bu sorunuzu yanıtlarken şunları şunları yaptım demek bana pek uygun değil. Biraz önce söylediğim gibi her fırsatta eksiklerimi giderdim, şiir sanatının inceliklerini kavradım, ilk şiirden bu yana birikegelen şiir bilgilerini edindim. Bunları da yazdığım her yeni şiirde uygulamaya çalıştım/ uyguladım. Bu da doğal olarak benim şiirimin evirilmesini sağlamıştır. Kısaca nicel birikim, nitel dönüşümü getirmiştir denilebilir. Şunu da söyleyeyim: 80'li yılların şiirinden bir şey öğrendiğimi söyleyemem.
Siz şiiri içinden ve dışından okuyan ve yorumlayan, bunu yaparken de eleştirel mesafeyi koruyan birisininiz. Şiirin sorunlarına da kafa yormuş/ yoran biri olarak bütün şiirlerinizi “ele alsanız”, şair Veysel Çolak’ın şiirini nasıl değerlendirirsiniz?
Kendime ilişkin konuşmak benim hoşlandığım bir şey değil. Bulunduğum ortamlarda benimle ilgili konuşmalardan, övücü sözler edilmesinden de çok rahatsız olurum. Beni yakından tanıyanlar çok iyi bilmektedir bunu. Yazdığım şiirler ve yazılar ortada. Tümü sizin sorunuzun yanıtını oluşturuyor bana kalırsa. Yapabildiklerim ve yapamadıklarım, açıkça gözüküyor yapıtlarımda. Bakanlar görsün bunu. Bu daha doğru olur. Yalnız şunu isteyebilirim: Yazdıklarım tarihsellikleri içerisinde değerlendirilsin. On yedi yaşında yazdığım bir şiir tarihselliği içerisinde değerlendirilsin. Bu nesnel yaklaşım şiirlerimin daha doğru kavranmasını sağlayacaktır.
‘ARADIĞIM EYLEM VE ŞİİRDİ’
Şairler şiirle ve şiirde ne arar? Sizin şiirde aradığınız neydi, aradığınızı bulabildiniz mi?
Şairlerin şiirlerle ne aradığını bilemem. Sorulduğunda tümü öznel, daha çok öznel yanıtlar verecektir. Ben, 70’li yıllarda toplumsal kavgayı beslesin, kitleleri diri tutsun diye şiirler yazdım daha çok. Benimle yazmaya başlayan şairlerin yaptığı da buydu. Başka bir şeyler düşünmek de kimsenin usuna gelmiyordu. Sonraki yıllarda eylemci kalmanın olanaklarını yitirince şiirin bir eylem biçimi olduğunu düşünüp bu doğrultuda şiirler yazmaya başladım. Şimdilerde günlük pratik eylemin bir biçimi olarak görüyorum şiiri. Aradığım eylem ve şiirdi, hayatımda ikisini de buldum diye düşünüyorum.
‘İNSANLAR 1990’DAN SONRA İKİNCİ YENİ ŞAİRLERİNİ YENİDEN KEŞFETTİ’
Şiir yazmaya başladığınız 1970’li yıllardan başlayarak bir kıyaslama yapsanız şiirin değeri, şairin itibarı açısından farklılaşan bir dönem var mı?
12 Eylül Darbesi’ne kadar şiir vazgeçilmezdi. Şair de önemsenen toplumsal bir özneydi. Çünkü 70’li yıllarda kitlelerin talep ettiği bir şiir yazılıyordu. Bu, şiir sanatı bakımından sorunlu bir tutumdu, ama hayatın dayattığı bir şeydi de. Militan şair tipi de önemliydi, kitleler tarafından benimseniyordu yani. Eğer itibarsa, böyle bir itibardan söz edilebilir. Sonraki yıllarda şiir iyice hayatın dışına itildi, insanlar da uzaklaştı şiirden. Şair özne de bütün büyüsünü yitirdi. İkinci Yeni şiirinin kötü taklitleri okuyucu bulamadı. İnsanlar özellikle 1990’dan sonra İkinci Yeni şairlerini yeniden keşfetti. Bugün, en çok onların okunmasının nedenlerini bu düğümde aramak gerek.
Modern Türkçe şiirin temel sorunlarından biri olmuş gibi görünen bir konu: Şiirin temel birimi dize midir, sözcük müdür? Geçmişte tartışma, “mısra benim haysiyetimdircilerle”, “mısra işlevini yitirdiciler” arasında gerçekleşmiş. Bu hem eski hem de zaman zaman yinelenerek gündeme gelen poetika sorununu, sizin de katıldığınız tartışmalardan biliyoruz ki önemli buluyorsunuz. Bugün düşüncelerinizde bir değişiklik var mı? İki bin yirmiden, elli yılla yakın şiir tecrübenizin ışığında bakarak ne düşünüyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? Şiirin temel birimiyle ilgili tartışma dünyayı algılama, anlama ve ifade etmekle ilgili bir ipucu da sunuyor olabilir mi? Şiirin temel birimi denildiğinde kastedilenin yalnızca biçimsel öğe olmadığı biliniyor. Bir de; soruyu uzatmak istememekle birlikte, sanki sormasam eksik kalacak: Şiirin temel birimi olarak iki seçenekten birini seçmek dışında bir üçüncü yol var mıdır?
“Dize”yi önemsiyorum elbette. Bu konuda çok düşündüm. Yahya Kemal’in, İkinci Yeni şairlerinin yaklaşımı beni bağlamıyor ama. Dize deyince de aklıma tek satır gelmiyor. Bazen bir birim (kıta), bazen şiirin bütünü bir dize olabilir. Dize deyince benim aklıma lirik şiir geliyor. Dizeyi lirik şiirin belirleyici öğesi/ özelliği olarak görüyorum. Böyle bakmak durumundayım, yoksa diğer şiir yönelimlerine haksızlık yapılmış olur. Görsel şiirde, lirik şiirin dize anlayışını kimse isteyemez. Ayrı konudur bu, ayrı tartışmak gerek. Deneysel şiir için de öyle. Düz anlatım (düzyazı) şiir için de durum değişmez. Belki de üçüncü yolun ne olduğunu bu şiir anlayışlarında aramak gerek. 2020’de de dizenin önemli olduğunu düşünüyorum. Öyle sanıyorum ki bir gün gelecek sadece bir iki dizelik şiirler yazılacak. Akılda kalan, anımsandıkça insanı dirilten dizeler.