'Doğu Duvarı’nda yazılı şiirler
Faris Kuseyri’nin kaleminden 'Doğu Duvarı' Islık Yayınları tarafından yayımlandı. Kuseyri, “Doğu Duvarı”nda günlük yaşama şiirin dilinden yapılma bir ayna tutuyor.
Başlığı biraz açarsak; “doğu duvarında yazılı divan” da diyebiliriz. Bunun tek nedeni şiirlerin divan şiirinin formunda oluşu değil. Ancak şiirlerin divan şiiri formunda yazılmasından yola çıkarak bu ifadenin kullanılması da yersiz olmaz. Doğu Duvarı, Faris Kuseyri’nin (1978) okurla buluşan ikinci şiir kitabı. Islık Yayınları’ndan çıkan kitapta elli yedi şiir yer alıyor. Kuseyri’nin “duvarındaki” şiirlere Ali Kotan’ın “kesitleri”, Doğu Duvarı’ndan ayrıntılar adlı çalışmaları eşlik ediyor…
Doğu Duvarı, bir divandan bekleneceği üzere mukaddimeyle, yani önsözle başlıyor. Kitabın tek mısralık önsözünü okuyalım:
Bilin ki ilham perisine teslim etmedim kalemimi
Bu tek mısralık mukaddimeyi, tamamı üçlüklerden oluşan dört betiklik “Mukaddimeye Zeyl”, yani önsöze önsöz izliyor. Önsöze önsözün ilk ve son üçlüklerini aktaralım:
Sağır kapılar açıldı, yetişti şiir çağı
kollarını açıyor ey demek için
çok ustanın bir çırağı
(…)
ne tamamlandı sözüm ne dillerde söylendi
yazmak için geç
susmak için erkendi
İkinci Yeni şiirinin öncü isimlerinden Turgut Uyar, 1970’te kimsenin beklemediği, dolayısıyla herkesi şaşırtan bir hamle yapar. Uyar, Divan adlı kitabını yayımlar. Şairin, divan şiiri formuyla şiir yazması kadar bu şiirleri kitap olarak yayımlaması gerçekten de ilginçtir. Çünkü o yıllarda kimsenin ihtimal vermeyeceği bir girişimdir söz konusu olan. Şaşkınlığa yol açan bir başka neden de İkinci Yenici bir şairin divan şiiri formunda şiirler yazması ve bunları kitap olarak yayımlamasıdır. Bu da gerçekten kimsenin beklemeyeceği bir girişimdir. O nedenle şaşkınlık yaşanmasında bir gariplik yoktur.
ŞİİRDE GELENEKLE İLİŞKİ KURULMASI
Modern Türkçe şiirin en büyük ve köklü değişimini başlatmış olan İkinci Yeni dalgasının altmışlı yıllarda, önünü kesmeye yönelik tartışmalardan biri de gelenek konusundadır. Şiirde geçmişle, gelenekle ilişki kurulup kurulmayacağı, kurulacaksa bu ilişkinin nasıl olacağı önemli bir sorunsal olarak gündemdedir ve tartışılmaktadır. Tartışma daha çok, İkinci Yeni dalgasının ve İkinci Yeni’nin öncülüğünü yapan şairlerin geleneğe karşı ve gerçekten değişim için kopuşu gerekli gören hamlelerini hedef almaktadır. Eleştiriler ağır suçlamalara kadar varır. İkinci Yeni poetikasının terk edilmesi için “yenilikçi dalganın” öncüsü şairler üzerinde büyük bir baskı oluşur. Netice olarak, özellikle “dönemin sol çevrelerinden” gelen hücumun, İkinci Yeni şairlerini geriletmese bile duraklattığını söyleyebiliriz.
İkinci Yeni şiirinin temel özelliklerinden biri de şairlerinin yoğun bir arayış içinde oluşlarıdır. O nedenle bu dalgaya yönelik eleştirilere, hücumlar, karşı çıkışlar ve baskılar İkinci Yeni şairlerini yeni arayışlara yöneltmiştir. Ortalama beğeniyi daha çok dikkate alan arayışlar demek belki de daha doğru olacaktır.
Kitap yayımlandıktan sonra Turgut Uyar amacını, “Divan’da asla geleneğe dönmek gibi bir neyitim yoktu” sözleriyle açıklar. Gerçekten de görülmektedir ki Uyar, geleneğe dönmemiş, o formun modern Türkçe şiirde sürdürülebilirliğini, yeni imkânlar sağlayıp sağlamayacağını denemiştir. Kitabı, “Yokuşyol’a” şiiriyle anımsayalım:
güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar
dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
Kürdistan'da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar
Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar
sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar
bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar
Muş - Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar
el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar
Gelenekle ilişkinin nasıl kurulacağı, nasıl sürdürüleceği kadar, hangi gelenek sorusu üzerinde de düşünülmesi gerekir. Bu yönüyle de aslında Turgut Uyar’ın girişimi önemlidir. Çünkü divan şiirinin biçimsel imkânlarını kullanarak modern şiirde bu formun, kalıpların ne ölçüde işleyebileceğini, işlemeyeceğini de göstermiştir. Turgut Uyar’ın girişimi son derece önemlidir. Cemal Süreya’nın da vurguladığı gibi sanatta girişim önemlidir.
Geleneksel şiir formlarından yararlanmak denildiğinde akla gelen bir başka isim de Ülkü Tamer’dir. Tamer de halk şiiri kalıplarını kullanarak gelenekle ilişkinin nasıl ve ne ölçüde sürdürülebilir olduğunu sınamıştır. Şairin “Ağıt” başlıklı şiirini okuyalım:
Bu toprakta kalır adın
Tohumların arasında
Yeşilinde tarlaların
Başakların sarısında
Yıllar geçse de aradan
Kopar gelir ırmaklardan
Işır yine kurşunlanan
Dostlarının yarasında
Günü gelir dağa çıkar
Yıldızlardan şiir çeker
Kanımızı siler yıkar
Suların en durusunda
Bir annedir bir kardeştir
Ovalarda bir ateştir
Sırasında hayat verir
Ölüm saçar sırasında
Bayrak olur bize yarın
Rüzgarıyla ilkbaharın
Dalgalanır genç kızların
Gözlerinin karasında
Bunun dışında modern Türkçe şiirde, Garip ve İkinci Yeni dalgalarından sonra divan şiiri formları, kalıplarıyla yeni kuşaklar arasındaki makas bir hayli açılmıştır. Ancak Attilâ İlhan’ın divan şiirinin biçimsel ve biçemsel imkanlarından yararlanmak konusunda, bu kalıpları şiirinde yer yer kullanmak yönünden direndiğini de belirtelim. İlhan, Divan şiiri formlarına ait özelliklerden, sağladığı imkânlardan herhangi bir kısıtlamaya gitmeden, herhangi bir modernlik kaygısı taşımadan istifade etmeyi sürdürür. Öyle ki Turgut Uyar’ın Divan’ının yayımlandığı yılları takip eden süreçte, Attilâ İlhan da ünlü “Mahur Bestesi”ni divan şiiri kalıbıyla yazar. Bilindiği üzere şiir Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’a ağıttır. Şiir 1972’de “Denizlerin” idam edildikleri gecenin sabahında yazılmıştır ve şairin Tutuklunun Günlüğü kitabında yer alır… Yeri gelmişken bu şiiri de ilk iki betiğiyle anımsayalım:
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı
Gelenekle ilişki konusunda günümüzde ısrarcı olan ve şiirlerini divan şiirinin kalıplarını kullanarak yazmayı sürdüren şairlerden ilk akla gelen Hilmi Yavuz’dur. Yavuz, ilk kitabından son kitabına kadar modern şiiri divan şiirinin formlarının ekseninde aramayı sürdürmüştür. Biçim ve biçemsel yönden şiirlerinde divan şiirinin kalıplarına bağlı kalmıştır.
ŞİİRDE DEVİNİM
Modern Türkçe şiirin geçmiş birikimi gözetildiğinde yüz, yüz elli yıllık bir zaman atlanarak, geriye dönüşün mümkün olup olmayacağı, zincirin o dönemden bir halkayla yeniden bağlanıp bağlanamayacağı merak edilebilir, denenebilir. Zaman zaman da denenmiştir. Şiir aynı zamanda deneme, arama, ileriye doğru olduğu kadar geriye doğru da bir devinim içerir. Ölü formlara, kalıplara nefes üflenebilir, ulvi amaçlar için tozlanmış “araçların” pası, tozu alınıp yenlenebilir. Bir müzik aleti gibi akort edilebilir. Şair aradıkça, denedikçe hem şiir gelişir hem de kendisini geliştirir.
Faris Kuseyri’nin Doğu Duvarı, modern Türkçe şiirde, divan şiirinin, kalıplarının, imkânlarının yeniden denendiği, sınandığı bir girişim. Kuseyri’nin henüz ikinci kitabında bir eski, hatta ölü formu, ona nefes üfleyerek güncelleme, canlandırma girişiminin riskli olduğu da açık.
Şairin divan şiirin imkânlarını ürkekçe, kaçamak, kıyısından köşesinden tırtıklamak tarzında bir yaklaşımla değil de açık, aleni olarak kullanması da dikkate değer. Ayrıca Faris Kuseyri’nin bu riski bilerek aldığına ilişkin şiirlerinde birçok emare bulunuyor: “kollarını açıyor ey demek için/çok ustanın bir çırağı gibi.” Bu da önemli bir tavır.
Şunu da kaydetmek gerekir. Öyle anlaşılıyor ki Faris Kuseyri’nin içinde tutamayacağı kadar yakıcı hale gelmiş, varlığa ve varoluşa ilişkin sözler ve bir biçimde mutlaka söylenmeyi gerektiren ağıtlar var. Kuseyri kayıplarıyla, yaslarıyla ilgili yaşantısında oluşan derin yaraları, ağrıları, sancıları anlatısal düzlemde açıklamakla, paylaşmakla ilgili bir eksiklik görüyor ve bu eksiği tamamlama arzusunda… Şiirler bu gayretin ürünü olarak değerlendirilebilir. Formla ilgili tercihi de bu açıdan değerlendirilebilir mi? Şair, sözünü söylemek için kendisi için en sorunsuz görünen formu seçmiş gibi.
Şairin içi dolu. İçi yalnızca kendi başına gelenlere değil tanıklık ettikleriyle de dolu. Çalışan kadınlara, kalanlara, gidemeyenlere, işsizlere, evsizlere, halsizlere, darda kalanlara, yolda olanlara, unutulmayacak zamanlarda unutulanlara, üniformalı kurşunlara, ille de gencecik katledilenlere dair söylenmese çıldırtacak sözlerle dolu içi...
AĞITLAR
Doğu Duvarı’nın önemli bir bölümünü ağıtlar oluşturuyor. 2013’te gerçekeleşen Gezi Direnişi sürecinde katledilen Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan ve Berkin Elvan için birer ağıt yer alıyor kitapta. Gezi Direnişi sürecinde ilk katledilen Abdullah Cömert için yazılan ve “Abdo’ya Ağıt” başlığını taşıyan şiirin ilk ve son mısralarını aktaralım:
Abdo’yu vurdular umudu çoğaltacak arda kalan izleri
hürriyete vatan olacak o güzel şehrin güzel göğleri
(…)
gözümüzde yaş var evet, niçin saklayalım ağladığımızı
umudu zafere yeğ tutmayı öğretti bize abdo’nun sözleri
Hatırlanacağı üzere, Gezi Direnişi sürerken Eskişehir’de, üniversite öğrencisi on dokuz yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ı polis esnafla işbirliği yaparak linç etmiş, Korkmaz daha sonra hastanede yaşamını yitirmişti. Kitapta yer alan “Ali’me Ağıt” başlıkla dörtlük de Ali İsmail Korkmaz için yazılmış:
Göğdür kuşun uçtuğu yelden kuytu seçtiği
saklıda bir ağıt söyler gülün sabaha açtığı
and olsun ömrümüz bitimsiz bir yudumdur
ali’min avucundan yaralı kuşun içtiği
Kitabın ağıtlar bölümünden ayrılmak kolay değil. Dönüp dönüp okunuyor; özellikle de acısı soğumayan kayıplara yakılan ağıtlar. Berkin Elvan için olan ağıdı da alıntılayıp diğerlerini okumayı okura bırakalım:
Geçip gitti, çöl tozları bıraktı ardında
ayak izleri duruyor avuçlarımda
gülümseyişi aklımda
kahvaltıya yetişecek ekmek gibi
yaşlanmaya yetmez acelesi
şimdi duvarlarda ismi
kitaplarda durur son esmer bakışı
uyanır uykumda çocuğun düşü
üç elle sayılır yaşı
sararmış göğ uzak deniz soğuk kül
yaban çiçek kil kitap deli bal
hepsi gider kalır yel
Doğu Duvarı’nın ağıtlardan ibaret bir kitap olmadığını belirtelim. Şiirler günlük yaşama çevrilmiş bir ayna gibi. Kuseyri günlük yaşama da şiirin dilinden yapılma bir ayna tutuyor diyebiliriz. Doğu Duvarı’nı aynı zamanda bir tanıklık kitabı; o kitabı oluşturan tanıklık şiirleri olarak da tanımlayabiliriz…
Şaire ruhsat verecek herhangi bir merci, makam yok. Ama ustalık da dahil birtakım beratların okurun elinde olduğu da unutulmamalı. Ancak Puşkin’in o meşhur şiirini de unutmamak gerekir. Biz, “Şaire” başlıkla şiirin ilk iki dizesini sunalım, arzu eden şiirin tamamını okur elbette.
Ey şair! Kulak asma, sevgisine sen halkın
O canım methü sena, anlık gürültü, geçer;
Şairin üçüncü kitabını da merakla beklediğimizi, bu merakımızın müsebbibininse Doğu Duvarı olduğunu belirtmek isteriz…