Tekin Çifçi: Dengbêjin kilamı da kelamı da kadın üzerinedir

Akademisyen yazar Doktor Tekin Çifçi, Nûbihar Yayınları’ndan çıkan Zevîya Ramûsanê (Öpücük Tarlası) ve Di Kilamên Evînî Yên Dengbêjan de Temaya Jinê (Dengbêjlerin Aşk Kilamlarında Kadın Teması) adlı iki kitap yayımladı. “Kilam yani şarkı kadının elindeki tek silahtır” diyen Çifçi ile Kürt kadınını, toplumdaki yerlerini ve dengbêj kadınları konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Abdulselam Akıncı

DUVAR - Tarihi Mardin’in damlarından ovaya doğru salınan rengarenk uçurtmalarla kırlangıçların gökyüzünde çocukça bir kovalamacada olduğu güneşli bir ikindi sonrası röportaj için konuğumla buluşmak üzere yürüyorum. Günlerdir yağan yağmur nihayet durmuş, kapkara bulutlar dağılmış, sarı sıcak ve taze ilkbahar güneşi yüzünü göstererek kentin güney yamaçlarından Mezopotamya ovasına doğru süzülerek buğday tarlalarıyla sıcağını buluşturuyor. Avlulardan taşan çocuk sesleri gökyüzünde yaramazlık yapan kırlangıç seslerine karışıp kulaklardan yitip gidiyor. Yağmur sonrası açan güneşle birlikte yemyeşil kesilen Mezopotamya ovası bin yıllardır olduğu gibi baharın renklerini karşılamakla meşgul. Mardin’in daracık sessiz taş sokaklarından sessizliğe gömülen medeniyetlerin arta kalanını selamlaya selamlaya yürüyerek nihayet buluşuyoruz konuğumla. Dengbêjlerin aşk kilamlarında anlatılan Kürt kadınını, statüsünü ve dengbêj kadınları konuşacağız Tekin Çifçi’yle…

Akademisyen yazar Tekin Çifçi, küçüklüğünden itibaren Kürtçe masallar, destanlar ve kilamların anlatıldığı bir evde Adıyaman’ın merkeze bağlı Narince köyünde on dört nüfuslu bir ailede çiftçilikle uğraşan bir anne ve babanın dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelir. Çoğu Kürt’ün olduğu gibi onun da kesin doğum tarihi bir muamma… İlk, orta ve liseyi Adıyaman’da, üniversiteyi Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde bitirdikten sonra yüksek lisans ve doktora eğitimini Kürt Dili ve Kültürü üzerine yapar. Nûbihar Yayınları’ndan çıkan Zevîya Ramûsanê (Öpücük Tarlası) ve Di Kilamên Evînî Yên Dengbêjan de Temaya Jinê (Dengbêjlerin Aşk Kilamlarında Kadın Teması) isimli iki kitaba imza atar. 20 yıldır Mardin’de yaşayan Çifçi, Kürt folkloru üzerine çalışmalarına devam ediyor.

Abdulselam Akıncı ve Tekin Çifçi

Yıllardır folklorik araştırmalar yapıyorsunuz. Kürt kadınını anlatmakla başlayalım; köylüsünü de, şehirlisini de…

Kürt kadının köylüsü tam “köylü”, şehirlisi tam "şehirli"dir. Bu dediğim 1990’lı yılların başına kadar geçerlidir. Sonrasında malum sebeplerden dolayı bir de köyü şehre taşımak zorunda kalan, ne köylü kalabilen ne de şehirli olmayı başarabilen bir Kürt kadını çıkıyor karşımıza. Şehirli Kürt kadını bey kızıdır ya da bey karısıdır. Cumhuriyet öncesinde en azından medrese, Cumhuriyet sonrasında ise ya okul ya medrese, bazen ikisini birden okumuştur. Evinde hizmetçi-yardımcı çalıştırır. Yerine ve zamanına göre eve getirtilen hocalardan özel dersler almıştır. Kendi anadili olan Kürtçeyi çok iyi bilir; “dini bütün”dür; Kuran’ı Kerim-i Arapça okumayı bilir. Siyasetten haberdardır. Aynı zamanda dönemin ruhuna uygun olarak Almanca, Fransızca veya İngilizce bilir. Asilzadedir. Asaleti giyimine, konuşmasına ve hatta yürüyüşüne yansır. Yoksul kalsa bile asaletinden bir şey kaybetmez. Bu arada kendini köylü kadından üstün tutmaktan da geri kalmaz. Kendisi “bajarî” (şehirli), diğerleri “gundî” (köylü) dür.

Köylü Kürt kadınının dünyası coğrafik olarak dardır. Bir dostumun annesi, Mardin’in dağ köylerinden birinde yaşayan genç bir kız iken (genç dediğime bakmayın henüz on dört yaşındaymış) Kızıltepe’nin bir köyüne gelin olarak gittiğinde ilk defa Kızıltepe ovasını görünce, “Dünya ne kadar da büyükmüş; ben dünyanın sadece Sürgücü köylerinden oluştuğunu zannediyordum” diyerek ne kadar şaşırdığını gülerek anlatmıştı. Dediğim gibi, dünyası dardır köylü Kürt kadınının ama hayatı acısıyla tatlısıyla –çoğunlukla acı ağır basar- iliklerine kadar yaşar. Sadece Kürtçenin yöresel şivesini bir de evlendikten sonra mecbur kalmışsa eşinin ve ailesinin konuştuğu diğer dili bilir; bazen Arapça bazen Ermenice… Bir de sürgün dilini bilir: Rusça, Ermenice, Türkçe, Almanca ve adını sayamadıklarımı…

.

‘KÜRT KADINLARI İNANILMAZ DERECEDE YETENEKLİDİR’

Kürt geleneksel sosyal yapısı içerisinde sosyolojik tüm dinamikleri göz önünde bulundurarak kadının rolüne dair neler söylenebilir?

Bütün toplumlarda olduğu gibi Kürtler arasında da kadınların birden çok rolü vardır. Onun sosyal statüsü de yerine göre değişiyor. Coğrafya insanın kaderini belirler, diyor İbn-i Haldun. Kürt coğrafyası hem yeryüzü şekilleri bakımından hem de etnik, dini ve sosyolojik bakımından oldukça renklidir. Bütün bu farklılıklar kadının geleneksel yapı içinde üstlendiği rollere de yansıyor. Sadece toplumsal cinsiyet bağlamında ele alındığında bile kadının günlük hayatta birçok rolü üstlendiği söylenebilir. Bazen çok ünlü bir şairdir, Mah Şeref Xanima Kurdîstanî gibi. Bazen aşiretin lideridir Hanzade Sultan gibi. Bazen de Fata Reş (Kara Fatma) gibi ordu komutanıdır. Bazen çok ünlü bir dengbêjdir: Meryem Xan’dır; Eyşe Şan’dır; Fatma İsa’dır; Awaz Xanim’dır. Aynı zamanda annedir, evin reisidir, sevgilidir, ev hanımıdır, çiftçidir. XVII. yüzyıl ile XIX. yüzyıl arasında Kürdistan'ı gezen batılı gezginlerin anlatımlarına bakılırsa, Kürt kadınları inanılmaz derecede yeteneklidir. Mesela Fransız gezgin M.B. Poujoulat’a göre, Kürt kadınları gerçek birer Amazon’dur; mükemmel at sürüyorlar; silah taşıyorlar; kesinlikle peçe takmıyorlar; çıplak ayakla geziyorlar. Ne müthiş bir tasvir değil mi? Ünlü Kürt âlimi Mela Mehmudê Bayezîdî (1797-1867) de hemen hemen aynı fikirde: Kürt kadını çalışkandır; yeteneklidir; cesurdur, diyor. Öte yandan tam tersi durumların da yaşandığını tahmin etmek zor değil.

Özetle, Kürt kadınının yaşadığı yere, zamana, bağlı bulunduğu mezhebe, inanca, aile ilişkilerine, toplumun “ahlaki” ve dini değerlerine göre statüsü de değişebilmektedir. Mesela Êzîdî bir Kürt kadının sosyal statüsü ve özgürlük koşulları ile Şafii veya Hanefi mezhebine bağlı yaşayan bir Kürt kadının yaşam biçimi de üstlendiği roller de farklı olabiliyor. Dinin, kadının yaşamı üzerindeki etkisi oldukça fazladır. Bu etkiyi her an ve her yerde gözlemlemek mümkün. “İnsan yaşadığı yere benzer” diyor Edip Cansever. Haksız mı?

Edip Cansever’in söylediği, insan-mekân, mekân-insan ilişkisi, yani tersten okuyunca da doğru bir tespit. Adıyamanlısınız, Adıyaman’ın etnik ve mezhepsel renkliliğini göz önünde bulundurup bu karşılıklı ve zorunlu benzeşme halinin Adıyaman’da Alevi Kürt kadını ile Sünni Kürt kadını özelinde nasıl bir etkileşime olanak verdiğine dair neler söylersiniz ve Alevi kadınıyla Sünni kadının günlük hayatta görünürlüğüne dair neler söylenebilir?

Kadının üstlendiği rollerde birçok değişkenin etkisi vardır. Din bunlardan en önemlisidir. Alevi mezhebinin ibadet töreni olan cemlerde kadınlar ve erkekler aynı saflarda cem yapar. Bu ibadet şekli çok basit bir faaliyet olarak görünse bile kadınlarla erkekler arasında bir eşitliği temsil etmektedir. Dolayısıyla cem dışındaki ortamlarda da kadınların sosyalleşmesine olanak sağlamaktadır. Mesela bir Alevi düğününde kadınlarla erkekler rahatlıkla aynı halayda saf tutabilmektedir. Erkeklerin iş nedeniyle çoğu zaman evde olmadıkları bilinmektedir. Alevi kadını, belli bir yaşa gelmişse, kocası gelene kadar misafirlerini gönül rahatlığıyla ağırlayabilmektedir. Burada kadın ve erkek arasında karşılıklı bir güven söz konusudur. Alevi kadını sokakta karşılaştığı erkekten yüzünü saklama gereği görmez. Sünni mezhebine mensup erkekler arasında tutuculuk biraz daha fazladır. Tabii ki her iki mezhebe mensup bireyler arasında da istisnalar vardır. Ayrıca, mezhepler arası temasın yoğunluğuna bağlı olarak benzeşmenin de arttığını söyleyebilirim.

‘DENGBÊJİN KİLAMI DA KELAMI DA KADIN ÜZERİNEDİR’

Kürt kadınının sözlü kültürde, edebiyatta veya sanatta yer alış şekli ve tema olarak işleniş biçimine dair genel bir resim çizseniz, kadın tam olarak üretimin neresinde ve hangi amaçla konumlanıyor?

Kürt kadının, sanatta daha çok nesne olarak yansıdığı görülmektedir. Bence bu bir yanılsamadan ibarettir. Ben bu durumu üretici-tüccar ilişkisine benzetiyorum. Malı pazarlayan tüccar olduğu için tüketicinin muhattabı tüccar oluyor. Yani sanatın asıl üreticisi kaynağı kadındır. Bu sözlü kültürün bütün alanları için geçerlidir. Çocuğa ninni söyleyen kadındır. Biraz büyüyünce ona masal, hikâye anlatmaya başlıyor. Kızını evlendireceği zaman manilerle uğurluyor; kilamlar eşliğinde halay çekiyor. Sevdiği erkeğe duygularını ifade edemeyince yine kilama başvuruyor. Eşini, kardeşini, babasını veya herhangi bir yakınını kaybedince ağıt yakarak yas tutan yine kadındır. Ama bu kilamlardan para kazanan, divanda en üst tarafta oturan genellikle erkek dengbêjdir. Dengbêjin kilamı da kelamı da çoğunlukla kadın üzerinedir. Kadınlar, “Biz kendi kilamımızı kendimiz söyleyebiliriz” deme cesaretini gösterdiğinde kadın dengbêjler ortaya çıkıyor.

‘ATAERKİLLİK, BÜTÜN MODERN TOPLUMLARIN SORUNUDUR’

Fakat kilam okuması, divanda oturması bildiğiniz sebeplerden yasaklı ve ayıp olan kadının ‘’dengbêjlerin aşk kilamlarında kadın teması’’ başlıklı bir teze ve sonrasında bir kitaba konu olması çelişki gibi duruyor. Kadın için hem ‘’her şey’’ hem de ‘’hiçbir şey’’ olma durumu sanki…

Aslında bir çelişki değildir. Sezar’ın hakkını Sezar’a verme kaygısıyla ortaya çıkmış bir çabanın ürünüdür bu tez de kitap da. Bunu yaparken tarihe mal olmuş erkek dengbêjlere haksızlık etmek istemem. Konumuz kadın olduğu için pozitif ayrımcılık yapacağımı şimdiden belirteyim. Aksi takdirde, Evdalê Zeynikê’nin, Karapêtê Xaço’nun, Kawîs Axa’nın, Şakiro’nun ve adını anmadığım diğer dengêjlerin sanatının büyüklüğü tartışma konusu bile olamaz.

Sorunuza dönersem, çocukluğumda, ikindi saatlerinde yetişkin erkeklerin, kısa süreliğine, aniden ortadan kaybolmaları beni meraklandırırdı. Bir gün bu merakımı yatıştırmak için gizlice babamı takip ettim. Babam köyün alt tarafındaki komşumuzun evine girince ben de duvarın dibine çöküp oyalanmaya başladım. Bana kızabilirdi çünkü. Başka köylülerin de aynı eve gelmeye başladıklarını görünce merakım bir kat daha artmıştı. Bir süre sonra kulaklarıma güzel bir kadın sesi gelmeye başladı. Kilam söylüyordu. Bütün cesaretimi toplayarak kerpiç evin penceresini örten naylonu hafifçe aralayarak içeriye göz attım. Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes pür dikkat o kadını dinliyordu. Yıllar sonra, o gün duyduğum sesin Fatma İsa’ya ait olduğunu, kilamin da ise “De Mıho” olduğunu öğrenecektim. Bu tez ile o seslerin sahiplerine olan borcumun bir kısmını ödeme fırsatı bulduğum için mutluyum.

Sorunuzun ikinci kısmına gelirsem, ataerkillik meselesi ilkel komünal toplumları ve Asya, Afrika, Amerika gibi bazı kıtalarda yaşama tutunmaya çalışan bazı yerli kabileleri saymazsak bütün “modern” toplumların sorunudur. Kadının iş ve ekonomiye (para kazanmak anlamında söylüyorum) dâhil olma seviyesine, eğitim seviyesine bağlı olarak kadının sosyal hayattaki yeri ve konumu da değişebiliyor. Konumuz özelinde ise, dengbêjliğin televizyon öncesi, divan kültürünün önemli bir parçası olduğunu, divanların da erkeklerden oluştuğunu kabul etmek gerekiyor. Dolayısıyla kadının bu erkek topluluğunun içinde, divanda kendine yer bulması oldukça zor bir durumdur. Erkekler tarafından kadına biçilen, “çocuk doğur, yemek yap, bulaşık yıka, evde arka tarafta kimsenin seni göremeyeceği bir yerde yaşa vb.” dayatmaların bir yansımasını görüyoruz divanlarda. Bu çelikten perdeyi aşabilen kadın dengbêjlerin de deyim yerindeyse “erkekleştiğini” söyleyebilirim.

.

‘ERKEĞİN GÖZLERİNİ KAPATMASI KADININ GÜCÜNÜ ORTADAN KALDIRMIYOR’

O halde göz önünde durması bile 'kusur' sayılan kadının folklorda müzikte bu kadar yer almasına şaşırmıyorsunuz. Yani görünenin ardındaki görünmeyen kadındır diyebiliriz.

Şaşırmıyorum çünkü erkeğin gözlerini kapatması kadının üretkenliğini, güzelliğini ve gücünü ortadan kaldırmıyor. Çok basit örnek vereyim. Erkek acıkınca, yemek nerede kaldı, diyor kadına. “Okumuş” olan erkekler, hanım yemek yok mu, diyor. Aslında ikisi de aynı şey ama kadın acıkınca aynı şeyi söylemiyor. Bir çeşit kabullenmiştik de var işin içinde. Öte yandan ben kadınların erkeklere oranla daha duygusal ve dürüst olduklarını düşünüyorum. Bu duygusallığa dört duvar arasında geçen “sınırsız” bir zaman ve toplumsal baskılar eklenince kadının müthiş üretkenliği ortaya çıkıyor. Hem de hayatın her alanında. Doktora çalışmamı Kürt halk hekimliği üzerine yaptım. Kadınların kültürel birikim alanındaki üstünlüğü o alanda da tartışmasızdır. Bence erkekler emek hırsızlığı yapıyor ama çaldıklarını iyice cilaladıktan sonra satıyorlar. Olay bu kadar basit.

Peki, kadının dengbêjlikte yeri nedir? Hangi sebeplerle ve nasıl geçer kadın teması?

Bu soruya verilecek en samimi cevap şudur bence: Kadının dengbêjlikte yeri var hem de baş köşede ama erkekler orayı da işgal etmiş. Gerçek sahiplerine vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Kendilerine ait olanı almak için mücadele eden Eyşe Şan’ın, Sûsika Simo’nun, Meyrem Xan’ın yaşadıklarını kaç kişi biliyor. Mesela Ayşe Şan’ın kızını görmesine bile izin vermedi erkekler. Meryem Xan’ın kocası –ki bir Bey çocuğuydu- ya ben ya sanatın diyerek onu terk etmedi mi? Bütün bunlara rağmen sanatını icra etmeyi başaran her kadın dengbêj benim gönlümde bir kahramandır. Kadın dengbêjlerin piri olarak kabul edilen Gulê aslında bir Fille (Ermeni)’dir. Erivan Radyosu’nda sesi yankılanan kadın dengbêjlerin çoğu Êzîdî Kürtlerdir. Çektikleri bütün acılara rağmen her bir kadın dengbêj bir kardelen kadar narin, direngen ve değerlidir.

Bir aşk unsuru olarak Kürt kadını bol yasaklı bir toplumda nasıl âşık olur? Aşkını nasıl dile getirir?

Aşk, insanoğluna has en güzel duygulardan biridir. Her insan hayatının bir döneminde mutlaka âşık olur. Aşkı, bir tohuma benzetirim ben. Üzerini ne kadar örterseniz örtün, bulduğu ilk fırsatta filizlenecektir. Aşkın türküsü, aslında kavuşamamanın türküsüdür. Yaptığım araştırmalardan ve dinlediğim kilamlardan yola çıkarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kürt kadını, aşkını sadece kilamlarda yaşamıştır. Ve bu kilamların çoğu aslında sevgilinin ölümünün ardından yakılan ağıtlardır. Sevgilinin ölümü haricinde söylenecek her aşk şarkısı bir itiraftır. Kürt erkeği bir baba olarak, bir amca ya da dayı olarak, ağabey, kardeş olarak bu itirafı sindirebilecek bir modernliğe kavuşmamıştır henüz. Aşkını itiraf etme cesaretini gösterenler de -Hesen û Asê kilamında olduğu gibi- bedelini canlarıyla ödemişlerdir. Sanatın bir cilvesi olarak, aşkları bedel ödeyen kadınlar sonraki nesillerin dillerinde bir aşk kilamı olarak ölümsüzleşmektedir. Tıpkı Memê Alan, Dervêşê Evdî, Zerga, Bavê Fexriya, Lawikê Metînî’de olduğu gibi.

‘TOPLUM AĞLAMAYI KADINLARA ÖZGÜ OLARAK GÖRÜYOR’

Yas geleneğinde, acıyı çekmede, ağıdı yakmada hep ön planda kadın var. Erkek acı çekmeyi, ağlamayı, ağıt yakmayı kedine yediremiyor gibi…

Kısmen doğru. Toplumsal cinsiyet rolleri dediğimiz roller erkeği bir yerde buna zorluyor. Toplum, ağlamayı kadınlara özgü ve aynı zamanda bir zayıflık olarak görüyor. “Erkek adam ağlamaz” lafı tam da bu duruma işaret ediyor. Buna benzeyen onlarca kalıp yargı var toplumda. Her erkek aynı zamanla “erkekliği” ve “erkek egemenliğini” de temsil ettiği için erkeğin ağlaması iktidarı kaybetmenin işareti olarak kabul ediliyor. İşin kötü tarafı kadınların çoğu da bu durumu kanıksamış görünüyor. Öte yandan, dengbêj şarkılarının çoğunda kadınların erkeğin ölümünü, “şeref” ve “namus” uğruna meydana gelen ölümlerden bahsediyorum -ki bu da ayrı bir tartışma konusudur- zılgıtlarla karşıladıklarına, anaların, eşlerin veya bacıların bu ölümü bir şeref nişanesi olarak gururla taşıdıklarına sıkça tanıklık ediyoruz.

Aşk ve güzellik unsuru olarak kadın dengbêj kilamlarında oldukça methedilir, özgür ve oto sansürden azade bir aşktır dengbêjin aşkı... Neler söylersiniz?

Burada dengbêjin yeteneği, bilgisi ve hayal gücü devreye giriyor. Kadının güzelliğinin en açık, anlaşılır ve estetik bir biçimde bu kadar güzel anlatıldığı başka bir millet veya ülke yoktur herhalde. İyi bir dengbêj yolda karşılaştığında yüzüne bile bakmak istemeyeceğin bir kadını dünyanın en güzel kadını olarak tarif edebilir. Bunun için sadece bir defa bakması yeterlidir. Hatta çoğu zaman hiç görmediği varlığından emin olmadığı bir kadını bile dinleyiciye güzellik tanrıçası olarak sunabilir. Sadece güzelliği tarif etmez dengbêj aynı zaman da erotizmin sınırlarını da zorlar. Bunu yaparken asla kabalaşmaz; çirkinleşmez aksine bir kuyumcu titizliği gösterir. Günlük hayatta yüzümü kızartacak ifadeleri duyarız kilamlarda. Bu sözler bir dengbêjin ağzından çıkınca söyleyen de dinleyen de en ufak bir rahatsızlık hissedilmez. Dengbêjlerin Şahı Evdalê Zeynikê’nin en büyük varisi olarak kabul edilen ve 1996 yılında aramızdan ayrılan Dengbêj Şakiro aşk ve güzelliği en güzel ifade eden dengbêjdir. Dengbêjler, bu konuda sınırsız bir özgürlüğe sahiptirler. Bu konuda Huseynê Farê’den “Têlî” şarkısını; Eyşe Şan’dan “Bavê Fexriya” kilamlarını dinlemenizi tavsiye ederim.

Türlü sebeplerden kadın dengbêj sayısının az oluşu geleneksel Kürt müziği olan dengbêjlikte size göre neyi eksik bırakmıştır?

Bir erkeğin duygu dünyası ile bir kadının duygu dünyası oldukça farklıdır. Bu durum ses ve gırtlak yapısı için de geçerlidir. Kadın ve erkeğin yaşama, olaylara, olgulara, doğaya bakış açıları da farklıdır. Bir bahçeyi güzelleştiren şey güllerin sayısı değil çeşitliliğidir. Kadınlar da erkekler kadar divanda yer bulabilmiş olsalardı Kürt dengbêjliği bugün çok daha iyi bir konumda olabilirdi. Sınırlı sayıdaki Kürt kadın dengbêjin sınırlı imkânları, belki imkânsızlık demek daha doğru olur, Kürt müziğinde bıraktığı izler bunun en somut ispatıdır. Örneğin Fatma Îsa’nın bildiğim kadarıyla sadece dört parçasına ait ses kayıtları var ama ünü dünyanın her köşesindeki Kürtler arasında yayılmış durumda.

‘KİLAM, KADININ ELİNDEKİ TEK SİLAHTIR’

Peki, tüm bu anlattıklarınızdan sonra merak ediyor insan... Bu bahsedilenlere kadının sitemi, karşı duruşu yok mu?

Bu soruya bir benzetmeyle yanıt vermek isterim. Kilam, yani şarkı, kadının elindeki tek silahtır. Yerine göre öldürür veya yaşatır. Kadın, hayatta karşılaştığı her türlü problemi şarkıya taşımıştır. Şikâyeti veya sitemi üstlendiği role ve karşılaştığı probleme göre değişebiliyor. Analar, en çok sözlerinin dinlenmemesinden şikâyetçidir; kızlar sevgililerinin korkaklığından şikâyetçidirler. Kadınlar, kocalarının kendilerine yeterince ilgi göstermemesinden, çoğu zaman üzerlerine kuma getirilmesinden şikâyet ederler. Küçük kızlar erken yaşta evlilikten, kendilerinden yaşça büyük, yaşlı denebilecek erkeklerle evlendirilmelerinden dolayı babalarından şikâyetçidirler. Erkeklerin kocalık görevlerini yerine getiremediklerinden şikâyet eden kadınlar bile var.

Son olarak 21.yüzyıl dünyasında neler değişti Kürt kadınının hayatında?

Değişen çok şey var elbette. Kürt kadını son yüz yılda özgürlük ve eşitlik yolunda çok bedel ödedi ama karşılığını kısmen aldı. Artık sadece inek sağmıyor veya çocuk bakmıyor; ikinci veya üçüncü ve hatta dördüncü eş olmayı kabul etmiyor. Özcesi, erkeğin sonsuz iktidarını sarsmaya başladı. Ben de varım, diyor. Siyasette, sanatta, ekonomide… Yani hayatın hemen her alanında çok önemli konumlar elde ediyor. Öte yandan hiç değişmeyen durumlar da var. İktidarını sonsuza kadar sürdürmek isteyen erkekler de boş durmuyor. Kadınlara karşı fiziksel şiddet başta olmak üzere ekonomik, cinsel, psikolojik şiddet uygulamaya devam ediyorlar.