Walter Benjamin ile kayıt dışı metinler: Tek Yön

Düşünür, kültür tarihçisi, eleştirmen, filozof Walter Benjamin'in gündelik hayata, edebiyata, sanata, kültüre dair aforizma tadında denemelerini yazdığı “Tek Yön” 81 kısa hikâyeden oluşuyor. Benjamin’in deneme kitabındaki minör hikâyelerinin başlıkları üzerinden giderek, kendi kişisel anlatılarımı, onun kitabındaki başlıklar altında yeniden yazmaya çalıştım.

Google Haberlere Abone ol

Fatih Tan

Çağımızın en önemli kültür tarihçisi, edebiyat eleştirmeni ve estetik kuramcılarından biri olan Walter Benjamin hakkında şüphesiz çok sayıda makale yazılmıştır. Benjamin’e göre sanat yapıtı, genel anlamda bu yapıtı çevreleyen kendine özgü aurasıdır. Bu aura şimdilik ve buradalık üzerinden işlenen bir duygudur. Ancak tekniğin olanaklarıyla sanat yapıtının yeniden üretilebilir olması bu özgünlüğü ortadan kaldırır.

Çünkü ona göre aura, sanat eserinin alegorik yapısının yansıttığı parçalanmışlığın karşıtıdır ve aynı zamanda geçmişte yatan gizemli bütünselliktir. Benjamin montaj, teknik, yeniden üretim, yabancılaşma gibi kavramlar üzerinden sanat yapıtını değerlendirir. Belki de onu en iyi anlatan kaynak Theodor W. Adorno’nun yazmış olduğu Walter Benjamin Üzerine isimli kitaptır. Benjamin ile Adorno’nun estetik anlamda farklılıkları olsa da her ikisinin Marksist olması onları yine bir araya getiren unsurdur.

Benjamin çok iyi bir Marksist olmasına rağmen dilinde bunu pek göremeyiz. Bu durumu dilinde örtük bırakır. Hatta Marksizm’e aleni değinmemesi onun ne kadar güçlü bir Marksist dile sahip olduğunun göstergesidir. Bana göre Benjamin’in alametifarikası burada gizlidir.

Benjamin’in Tek Yön isimli deneme kitabındaki minör hikâyelerinin başlıkları üzerinden giderek, kendi kişisel anlatılarımı, onun kitabındaki başlıklar altında yeniden yazmaya çalıştım. Benjamin’in bıraktığı yerden ya da hiç değinmediği şeyleri ’’kayıt dışı metinler’’ diye nitelendirdiğim kısmen deneysel bir formatta yazarak, güncel bir okumaya gittim. Benjamin’in Tek Yön isimli deneme kitabı, totalde 81 kısa hikâyeden oluşmaktadır. Ben ise 81 hikâyeden oluşan bu denemede 18 hikâyenin başlığını seçtim.

BENZİN İSTASYONU

Modern toplum yalnızca olumsuz bir taklittir ve herkesin gittiği yoldan çıkma çabası herkesi karşı konulmaz bir biçimde tekrar o yola iter. Çünkü sentimental kanının her zaman bir yığını vardır kompozisyonu sürekli eksik bırakma üzerinden ve çoğu defa bilinçli bir edebi dile dönüşerek. Zorunluklar birer hayalet gibi içimizden geçerek, her defasında bir organımızı yıkıma uğratmayı başardı. Eğer bir şey zorunluluk ise o aynı zamanda toplumsaldır. Her toplumsal zorunluluk kuşkusuz bir yığını oluşturur. Şu çok açıktır ki; ‘bu yığın istisnasız her zaman bir yıkımdır.’ Uzakta bir yerde; kenarda bekleyen bir uzaklıkta bu yıkım… Bir kenarı belirleyen uzak olması mı? Yoksa oradan bir yolun geçmesi mi? Peki ya yakın olmasına rağmen yolun kendisi de bir kenarsa ve bu degüstatör kehanet ya doğruysa! Belki de Heidegger’in kendisi de bu noktayı bilerek hep boş bıraktı: “Sizler dünyanın kenarına fırlatıldınız.”

NO:113

Hayat ölümle ilgili bir şey değildir ve hiçbir zaman da öyle olmadı.

BODRUM KATI

Grotesk bir savaşın doruk noktasını en dipte hissetmek. Mazgalın içinden içeri giren ışığın altında Wittgenstein'ın önermelerini intihar mektuplarıyla birleştirerek çöpe atmak. Sonra tekrardan yazmaya çalışmak, bir yere bağlanmayan uzun cümleler ve kısa anlamlarla dolu yazılar. Oysa bilincin içi kısa cümleler ve uzun anlamlarla doluydu. Başka bir dilin üstesinden gelemeyen bilincin ontolojik anaforu. Dışarda bitmeyen efektif “Wilhelm Çığlığı”, film platosuna dönüşen bilincin ikiye bölünmesi.

BEKLEME ODASI

Çimenlikteydim, su birikintisi vardı, taş büyüktü, hava kükürtlüydü. Ağaçtaydım, Vladimir ve Estragon’un rahatsız edici konuşmalarını duyuyordum, taş yoktu, su birikintisi büyüktü, hava yine kükürtlüydü. Taşın üstündeydim, ürkütücü bir yazı gördüm, çim yoktu. Su birikintisindeydim, ağacın dalı kısaydı, yetişemedim.

YEMEKHANE

Metafizik arzunun ve nefretin gerçeğe uyguladığı çarpık ilişki biçimi ve bir koalisyon biçimi; tek kişilik bir koalisyon ama... Süreklilik gösteren ve gözle görülür kesintiler içermeyen devinimle hareket eden bir koalisyon. Dışsal ve içsel dolayım arasındaki karşıtlık bir iyi-kötü karşıtlığı değildir. Hiçbir zaman ulaşılamayan ve her zaman uzaklaşılan bir yer.

EVİNE DÖN! HER ŞEYİ AFFETTİK

Kör bir adamın karşısında karanlığı tanımlamak… Işığı tende hissetmek diye bir şey söz konusu sanırım. Eğer ışık duyumla somutlaşıyorsa, düşünce de tıpkı ışık gibi duyum aracılığıyla zihinde somutlaşır karanlığın içinde. Karanlık, düşünceyi de her şey gibi kendi içinde cisimleştiriyorsa düşünce belki de ilk defa soyut olandan kurtuluyordur, ama karanlığın içinde.

MEKSİKA ELÇİLİĞİ

Yavaş yavaş yükselen müzik sesi… Sarmaşığa dönüşen ses... Konuşmaların eril tarafı açık vermeye başlar, ikinci bir ses homurdanır. İnce bir ses konuşmasını aniden keser. Müziğin sesi yavaş yavaş alçalmaya başlar. Aniden ve hızlıca herkes bir birine silah çeker. Müzik birden kesilir. Diyaloglar bir sarmala dönüşür. Dean Martin üzerine bahisler açılır. Elinde mısır gevreği olan -Mickey Mouse desenli- röpteşambırlı adam yere yığılır.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

1923 yılında ilan edilen olgudan aşırı etkilenen Fransız sanatçı Andre Breton 1924’te bu olgunun bir üst versiyonunu gerçekleştirmek için ilk adımını atar. 1924 yılında Şair Breton, “Manifeste du Surrealisme”i (Sürrealizm Manifestosu) ilan eder. Andre Breton’a göre gerçeküstücülük bilinç ve bilinç dışını birleştiren yegâne yoldur. Bu akım sonrasında Avrupa’daki neredeyse bütün sanat dallarını da çok derinden etkileyecektir. Gerçeküstücülere göre, onlar gerçeğin gerçek dışı anlamında değil, aksine bilincin gerçeğin yansıması olarak bir gerçeküstücülük üzerinde durmaya çalışmışlardır. Daha doğrusu gerçeğin insandaki zihinsel izdüşümü üzerine yoğunlaşmaya çalıştıklarını söylersek daha anlaşılır olur sanırım. Sanat tarihinin çok önemli ve popüler sanatçılarının Freudyen temelli bu yeni akımın içinde eserler üretmeye başlamadan önce kendi aralarında uzun uzadıya tartıştıkları rivayet edilir. Bu rivayeti güçlü kılan ise Philippe Soupault’un evinde verdiği davete katılanlar arasında yer alan Marcel Duchamp’ın bu durumu sinsi sinsi gülerek Lacan’a anlatmasıdır. Beklenildiği gibi dramatik sonları da fazla uzun sürmedi. 1923’teki olguyu sürreal bağlamda tarihsel olarak hiçbir zaman geçemeyeceklerinin farkına varan gerçeküstücüler bir yıl sonra 1925’te dağılma kararı alırlar.

BAYRAK

Göz kapakların tam açılmıyor. Bir bina inşa edilirken göze hiç hoş gelmiyor, hatta biterken de... Uzak bir yer, adını bilmeyelim ama uzak. Burada hiçbir şey yok, ne bir lamba ne de bir cin; ama tradisyonel kanlı şaka çok!

ALTYAPI ÇALIŞMALARI

Kendimi hep ahşap bir arazinin ortasında buldum. Hep bir yerleri tirbuşonla eşilen, domates kokan, gözleri eriyen araziler. Sinek konmaya müsait, hepsi intihar etmiş sanki çok zaman önce.

ALMANLAR, ALMAN BİRASI İÇİN!

Bir dert ki, Max Brod’dan ödünç aldım. Ne zaman geri bırakırım yerine, Allah kahretsin kestiremiyorum. Solda yeni bir hareketlilik varmış... Galiba yine bant başa sardı ülkede. Olan biteni bu defa daha net görüyorum, soluğum taşmıyor artık. Vücudumda yeni bir hastalığa da yer yok artık. Yok maalesef! Şu anda tek istediğim soğuk bir bira.

NO:13

“Faşist değilim ama demokrasinin bize getirdiği de hiç rasyonel değil.”

Marcel Duchamp

İLK YARDIM

Hiçlik arzusu bir sürekliliktir. Bütünsel arzu ise gerçek amacına hiçbir zaman ulaşmaz, unutuşa ve yozlaşmaya götürür insanı. Ötekiye ilişkin bütünsel kavrayış her zaman keskin bir anomalidir ve her zaman hatırlanır.

ARK LAMBASI

Piposuna tütün koymaya çalışırken, sehpayı düzeltmemi istedi. Cümleyi bitirmeye mecali yoktu. Kolları uyuşmuş, dilini damağına vuruyordu. Her şeye bir boşluktan bakıyordu. Ya da her şeyi bir boşluk gibi görüyordu. Gömleğini giymek istedi. Kollarının iplerini çapraz ve sıkıca bağlamamı tembihledi. Kolları uyuşuyordu çünkü. Ve artık geleceğin uzun süreceği hissi azalmıştı onda.

YANGIN İHBAR NOKTASI

Vazodaki çiçekleri yakıyorum... Sonra masayı ve üstündekileri de… Galiba ilkin masayı yakıyorum, sonra üstündekiler ve vazo... Masada Andre Gide’in Pastoral Senfoni kitabı da yanıyor... Kötü bir an-çok kötü... Çok sevdiğim bir arkadaşımın bu kitaptan sonra ki intiharı belleğime dank ediyor... Bir ölüm mü gerçekleşiyor yine… Masada kim yanıyor? Sonra düşünüyorum da ben de okudum ve bir intihar girişimi yaşanacak kadar etkilenmedim biliyor musun? Sadece bir kırılma noktası, bir kırılma... Ve çok erken bir kırılma Gide geç kaldı.

Tek Yön, Walter Benjamin, çeviren: Tevfik Turan, 96 syf., YKY, 2016.

GÖZLÜKÇÜ

Hemşire Ratched emeklilik yıllarını büyük müstakil evinde tek başına geçiriyordu. Günün büyük bir bölümünü ise çok sevdiği Victoria döneminden kalma koltuğunun başında bulmaca çözerek -bir bakıma yalnızlığıyla- oyalanıyordu. Bulmaca çözdüğü bir pazar günü, gözündeki miyopluğu fark eden Ratched, bu durumu hiç önemsemedi. Fakat günler geçtikçe ihmal ettiği hastalığının ilerlediğini anladı. Daha önce çalıştığı hastanede tanıdığı bir göz doktorundan ertesi sabah için bir randevu aldı. Gece yatak odasına uyumaya çıkarken, dişlerini fırçalamak için önce banyoya geçti. Banyodaki ışıkların loşluğu iyi görmesini engelliyordu. Aynadan yüzünü çok iyi seçemiyordu. Dişlerini fırçalarken midesinde ani bir yanma hissetti. Yanma çok kısa bir sürede git gide fazlalaştı ve ekşi bir hal aldı. Mideden başlayıp ta genzine yükseliyordu bu ekşilik. Genzini yakıyor ve kokusu onu rahatsız ediyordu. Midesindeki yanma o kadar şiddetlendi ki ağzından sarımsı bir sıvı akmaya başlamıştı. Sıvı çok yoğundu. Öksürmeye başladı. Ayakta durmasını engelliyordu. Oturup sırtını lavabonun çekmecesine yaslayıp, biraz dinlendi. Öksürüğü kesilmişti. Ayağa kalktı, lavaboda yüzünü iyice yıkadı, pencereye doğru yürüdü. Temiz hava almaya çalıştı. Bir müddet midesindeki yanma dinmişti. Sonra tekrar başladı. Lavabonun çekmecesinden cam bir kavanoz aldı. Gözleri kavanozun içini iyi seçemiyordu. Kavanozun içine bakmadan elini uzatarak bir ilaç alıp, ağzına attı. Fakat yutamadı. Üst dudakları ıslanmaya başlamıştı, dilini kontrol edemiyordu. Boğazına takılan cismi çözmeye çalışıyordu. İlaç olmadığını anlamıştı. Boğazında da bir ağrı hissetti, ağrıya bir karşılık bulamadı. Mavi ojeli tırnağını bir pense gibi boğazına atıp, sıkışan cismi çıkartmaya çalıştı, yapamadı. (Tırnakları ojeli değildi.) Bu defa bütün gücünü kullanarak boğazındaki cismi tekrardan çıkartmaya çalıştı, uzun bir süre cebelleşti. Ama yerinden hiç hareket ettiremedi. Nefes almakta zorluk çekiyordu. Lavabodaki musluktan su içmeye çalıştı, ancak açık kalan ağzı su içmesini engelliyordu. Nefes alış verişi hızlanmış ve değişmişti. Pense gibi oluşturduğu parmaklarını boğazından çekip, bu defa diline attı. Dilini sıkıştırdı. Dilinin sıkışması biran da olsa bütün ağrıyı ona unutturdu. Boğazındaki ağrı biraz hafiflemişti. Fakat cisim hala yerinde duruyordu. Sadece hırıldayarak nefes alabiliyordu. Gözleri kan çanağına dönmüş, salyası bir köpeğinki gibi akıyordu. Neydi boğazına sıkışan o cisim, doğada hangi organizma bu denli başka bir organizmaya eziyet eder diye düşünüyordu… O an duraksama oldu onda. Boğazındaki cisimden kurtulmak için kendi kendine şöyle bir şey düşündü. Acaba salyamla bu cismi yumuşatabilir miyim diye. Boğazındaki cisme tükürük yollamaya çalıştı. Cisim çok sertti. Tükürüğü boğazına sürüklemek için diline ihtiyaç vardı. Dili tükürüğünü arkaya sürüklemeye elverişli değildi. Tekrardan ayağa kalktı, pencereden kafasını dışarı çıkardı. Kafasını havaya kaldırdı, sol tarafına baktı, uzunca yoldan hiçbir şey görünmüyordu. Yolun karşı tarafındaki ağaçların içinden gelen sese kulak verdi. Ses ona tanıdık gelmişti. Yanılmamıştı. Ağaçların birinde öten ‘guguk kuşunun’ sesini fark etmişti. Gözlerini kapatarak uzun uzun sesi dinlemeye başladı. Sonra tekrar havaya baktı. Belki de hayatında ilk defa af dilercesine gökyüzüne bakıyordu. Ağzını kapatmaya çalışıyordu. Dili dışarıya doğru uzamış, ağzının kapanmasını engelliyordu. Kafasını yere doğru indirdi, insan zor durumdayken demek yukarı bakar, canı acırken yukarı bakar diye tuhaf düşüncelere kapıldı. Elleri üşümeye başladı, ellerini ovuşturmaya çalıştı. Üflemek istedi, ancak ağzının kapanmadığını o an yine unutmuştu, tekrar kapatmaya çalıştı, yapamadı. Salyası aşırı akıyordu. Son bir defa zorlayarak denemeye çalıştı. Sadece dudakları titreyerek bir birine teğet geçti. Çok fazla hırıldamaya başlamıştı. Banyoda hırıldamanın dışında başka bir ses duyulmuyordu artık. Bağırdı! Sesi çıkmadı!

Ertesi sabah kriminalden gelen rapora göre; ’’Hemşire Mildred Ratched’’ 1dakika 57 saniye içinde boğularak son nefesini vermişti. Boğulma nedeni ise boğazına kaçan…

TADİLAT DOLAYISIYLA KAPALI

Tanıdığımız bir kişiyi görmek olarak nitelendirdiğimiz basit edim bile bir ölçüde düşünsel bir edimdir. Gary Graff’ın Tom Waits’in sesi için 'bir fıçı bourbonda ıslatıldıktan sonra beş ay tütsülenmiş ve ardından da bir arabanın altında çiğnenmiş gibi’ şeklindeki analizi düşünsel bir edimdir. Gördüğümüz kişinin fiziksel görünüşünü, zihnimizdeki kavramlarla doldururuz. Görmek istemediğimizi zihnimizde bir kurmaca üzerinden tamamlarız. Zihnimizdeki gerçek düşüncelerimiz ile gördüğümüz şey arasındaki analoji her zaman bir vodvil yansımasıdır.

TUHAFİYE

Naboo evreninde güneş son numarasını yapıyor, derece 60’a yaklaşıyor ve birden çekiliyor. Derin kabarıyor, nedense bu defa kabuk tutmuyor. Yer altında yaşamak ile ilgili bir şey olsa gerek yeryüzüne inanmak. Bir “ Gungan” atasözü şöyle der: “Bilakis inanmadığımız şeylerdir bizi ayakta tutan.”

DAR GELİRLİLER İÇİN HUKUKİ DANIŞMA SERVİSİ

Aslında her insan mevcut hayatın tanımını; iktidarların, insanların, tanrılar ve insan-olmayanlar arasındaki dağılımı merak eder. Bu dağılımın anlaşma prosedürlerini, din ile iktidar arasındaki bağları, mülkiyet haklarını az da olsa bilir. Hayvan-insan-bitki arasındaki biyolojik tasnifi ise çok iyi görür. Seçimini ona göre yapar. Bu cümleyi bitirdikten hemen sonra suratımın sol tarafı geçici bir felç geçiriyor ve bütün sol taraflarım…

BİRA SALONU AYAKTA

(Hep şöyle bir cümleyle başlar!)

Hayat çok şeyi aldı götürdü bizden. Ve galiba referanslarımıza dairdi çoğu şey. Ve galiba çoğu benden, fazlası sendendi. Bardaktaki su soğuktu galiba. Ve galiba içindeki buz erimişti. Ve eriyen çoğu şey gibi ve birçok şeyimiz gibi. Çoğu benden, fazlası senden… Erimişti tüm iyimser taraflarımız. Dudaktan önce, ama önce; bir buzun kederini anlamalıydık? (Hiç) Ama anlamalıydık!

PLANETARYUMA GİDER

Toplumun herhangi bir kesiminde insanlar arasındaki somut farklılıklar yok olduğunda, ya da ötelendiğinde soyut rekabet baş gösterir; ama bu soyut rekabet uzun zamandır şeklini benimsemiş olduğumuz eski sınıfsal çatışmalarla karıştırılır. Sanatçının soyut sancısını sınıfsal bir baskıyla karıştırmamak gerekir. Sanatçı düşünüldüğü gibi geçmiş hiyerarşilere bağlı değildir. Aksine şimdiki zamana bağlıdır ve daha çok da belirsiz geleceğe bakar. İnsanlar da sanatçılara bakar; çünkü sanatçıların arzuları normal arzulara göre daha çok içerik yoksunudur. Sanatçı sıradan arzuların nesnesidir.