Eskiye ağıt, yeniye ironi: 'Gömleği Yalnız'
Mustafa Şahin’in ilk öykü kitabı “Gömleği Yalnız”, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Yazar, şiir dilini yakalamaya çalıştığı klasik edebiyatın kaynaklarından beslenen öykülerinin satır aralarında Türkiye siyasetinden sahneler sunarken gözünü budaktan sakınmadan birçok eleştiride bulunuyor.
Metin Yetkin
Mustafa Şahin 1962’de Malatya’da doğdu. Ankara DTCF Urdu Dili ve Edebiyat bölümünde lisans eğitimini tamamladı. İlk yazısını “Yeni Devir” gazetesinde yayımladıktan sonra çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı, uzun süre metin yazarlığı yaptı. Mavera, Dergâh, Hece gibi dergilerde öyküler ve denemeler yayımladı. “Gömleği Yalnız”, yazarın ilk kitabı. Kitapta on iki öykü mevcut. Öykülerde, Mustafa Şahin’in üslubundan mitolojiyi, divan şiiri geleneğinin inceliklerini ve İslami terminolojiyi çok iyi bildiğini anlıyoruz. Şiir diline yakın bir üslup benimseyerek alegorilere, imgelere çokça başvuruyor. Nitekim, ince bir kitap olmasına rağmen “Gömleği Yalnız”da “imge” sözcüğü 10 defa, “şiir” sözcüğü 17 defa, “söz” ve bu kelimeden türeyen başka kelimeler ise 167 defa geçiyor. Hatta bir öykünün adı “Önce Söz Yandı”. (Eski Ahit’te geçen “Önce söz vardı” ifadesine bir telmih olduğu aşikâr.) Hatta pek çok öyküde, poetika meselesi göze çarpıyor. Mesela, kitabın ilk öyküsü olan “Hiçbir Nisan”da bahsedilen meseleyi görmek mümkün:
“İmgeyi buldun ve vermedin, değil mi?” diyor. “Hayır, kesinlikle hayır, benimdi zaten” diyor Yağmur. İmgenin kendine ait olduğunu kanıtlamaya çalışırken uzun bir tirat çekiyor.” (s.22)
Zaten “nisan” ve “yağmur” da dîvân şiirinde “ebr-i nisan” (“nisan bulutu”) olarak çokça geçer. Nisan bulutu, bolluktur, berekettir, ekinleri yeşertir, bizi kıştan kurtarıp yaz ayına hazırlar, sedefin içindeki kum tanesi o yağmur sayesinde inciye dönüşür, insan nisan bulutu ağladıkça güler, bazı tarikatlar nisan yağmurunu biriktirir, onunla kendilerini arındırır ve tabii Hz. Muhammed’in rahmetini de sembolize eder. Eski medeniyetlerde de bereket ayı olarak sevinçle karşılanmıştır nisan. Öykü de eski İstanbul’un meşhur semtlerinden Üsküdar’da geçer fakat bu kadim semt eski kültürden arınmış gözükmektedir, bir ağıt havası hâkimdir öyküye. Kitaba adını veren “Gömleği Yalnız” öyküsünde de aynı ağıt havası sezilir. İlerleyen sayfalarda Ahmet Hâşim’in meşhur cümlesine, “Melâli anlamayan nesle aşina değiliz”, bir gönderme vardır.
“Haşim uyuyor, rüyasında melâl cahili birkaç zamane şairinden sıkılmış olarak Okey oynuyor.” (s.53) denmektedir. Bu “melâl”, eskilerin hüznüdür, Hilmi Yavuz’un “hüzün ki en çok yakışandır bize” diye ifade ettiği klasik edebiyatın ruhunun mayası olan hüzündür. Biraz buruk, mütevekkil bir mutluluğun ifadesidir, eskiyi unutana bir sitemdir. Ancak, yazarın öykülerinde divan şiiri unsurlarının araştırılması, bu yazının değil hacimli bir akademik makalenin konusu olabilir. Yine de şunu eklemekte de fayda var, yazar “Sayın Efendim” öyküsünde “Meğer o billur, o yoğun, o rafine, o kıldan ince edebiyat bile sayın efendim. Şiir bile.” (s.98) diyerek “şiir” sözcüğünün Arapça “kıl” kökünden gelmesine, şiirde anlamın kıl kadar incelmesine dikkat çeker. Nitekim, Ahmet Haşim de şiirdeki anlamın oldukça ince olduğuna parmak basar, şiirde anlam aramayı bülbülü eti için kesmeye benzeterek şiiri sözden ziyade musikiye yakın orta bir lisan olarak niteler. Aynı öyküde yer yer “şathiye” geleneğini andıran eleştiriler de var. Şathiye, mutasavvıfların anlamsız gibi gözüken ama yoğun hiciv barındıran şiirleridir. Metinde, “Bendeniz çok bulgur kuruttum. / Büyüklerim kaynattı ben kuruttum. /Keza çok hoşaf soğuttum, şimdiye kadar çok hoşaf sayın efendim.” (s.98) cümleleri bu geleneği andırır. Ancak yine aynı öyküde sert siyasi eleştirilere de rastlamak mümkündür:
“Millet omurgasına yaslanarak poz verir, ayaküstü miras yerler sayın efendim. Cemaat, cemiyet, dil, devlet, millet, milliyet, tarih, töre redifleriyle adanmış roller alırlar. Din bile müteal bir hakikat yahut bize dokunan bir gerçek değil, çok katlı, çok katmanlı sosyoloji iş merkezinin çimentosudur. Yürüyen merdivendir sayın efendim.” (s.94)
AKIŞI BOZAN SİYASİ ELEŞTİRİLER
Zaten siyasi eleştiriler pek çok öyküde Türkiye siyasetinin sağ ve sol kanatlarını temsil eden kahramanlar üzerinden görülür. Ancak, yazar yer yer bu tarz eleştirileri metne fazlaca yerleştiriyor, bazen öykülerdeki şiirsel akışı bozuyor. Sadece siyasi eleştiriler değil, yer yer belki de “meddah” geleneğinin etkisiyle yazar metne fazlaca dahil oluyor, okurun sezgisini kullanmasını, çağrışım yapmasını engelliyor. Bazı öykülerdeki telmihler kendilerini hemen belli ediyor, genelde eskiye ağıt, yeniye ironi havası taşıyan kitaptaki yoğunluğu seyrekleştiriyor. Bu da bazı öyküleri anlatı türüne yaklaştırıyor. Öte yandan şiir cümleleri de metne dahil; bu cümleler metne ayrı bir tat katıyor. “Bir kuş dal değiştirmekten yorgun / Bir dal kuşun vefasızlığından.” (s.16) mısraları klasik şiir tadını birebir veren lirik ifadelerdir mesela.
Kitabın geneline baktığımızda tür sorunu bu rafine çalışmanın değerine gölge düşürmez. Zor bir iş deniyor yazar, şiiri öyküyle yahut öyküyü şiirle yazmaya çalışıyor. Okura sunduğu çok katmanlı, bazen tek cümlesini şerh etmek için uzun bir yazı yazmak gereken yoğun, doyurucu, hazmedilerek okunması gereken bir ürün ortaya koyuyor. Türkiye yazarının Nietzsche, Heidegger, Sartre, Camus gibi filozofların etkisiyle ortaya koyduğu ithal ikameci edebiyatın karşısına bin yıllardır bu coğrafyanın insanının beslendiği özü yerleştiriyor. Bunu yaparken de son dönemde hiç rastlanmayacak kadar cesur bir şekilde eleştirilere yer veriyor. Ancak, ne halk şiirini ne tasavvuf şiirini ne de divan şiirini iyi bilen bir okur var artık. Şiirin, resmen pop arta dönüştüğü günümüzde “Gömleği Yalnız”ın anlaşılması dileğiyle…