Kırgın Karnaval: Aşk bir şenliktir ama…
Hakan Savlı’nın yeni kitabı “Kırgın Karnaval” Yapı Kredi Yayınları tarafından okurla buluştu. Savlı, aşkın sönmüş ateşini yeniden harlamayan, küllerini üfleyip dağıtmayan “Kırgın Karnaval”da aşktan söz ederken aslında bir yandan da tüm dirimselliği hırpalayan, budayan, kıran, engelleyen, yaralayan, bereleyen, ezen hayattan söz ediyor.
Bir süre öncesine kadar yeni isimlerin, genç şairlerin, öykücülerin, denemecilerin, eleştirmenlerin okurla buluşmasında bilinirliği, okunurluğu, tanınırlığı geniş olan kurumsal ya da yarı kurumsal nitelikli sanat, edebiyat, şiir dergilerinin aracılık rolü sanki daha fazlaydı. Bugünkü halleriyle dergilerin bu işlevi büyük ölçüde kaybolmuş gibi görünüyor. Acaba bu yeni isimler, örneğin genç şairler, yöntem değiştirdiği, şiirlerini belli bir dergide periyodik biçimde yayımlamak yerine, her yerde görünmek istedikleri için mi böyle? Yoksa dergiler mi artık okurlara yeni isimler önermekten vazgeçtiler? Belki ikisi birden… Dergiler ne buluyorlarsa, ellerinde ne varsa galiba daha çok onu yayımlıyor. Gençler de dergileri umursamıyor, pek ilgi göstermiyor. Öyle görünüyor ki çoğu, dergilerin bir şiir, edebiyat okulu olduğunun farkında değil; bunu bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar. Ama bir şeyi gayet iyi biliyorlar: “Ekran çağındayız” ve aslolan görünmektir(!). Ayrıca günümüzde dergilerin de artık büyük ölçüde bir şiir okulu olma niteliğini yitirdiği söylenebilir.
Seksenli yıllarda yayımlanmaya başlayan Memet Fuat’ın yönettiği Adam Sanat dergisi bu anlamda, bir şiir okulu olmak açısından örnek bir dergiydi. Okura genç şairler öneriyordu. Bilindiği gibi küçük İskender onlardan biridir. Adam Sanat dergisinin okura önerdiği genç isimlerden biri de Hakan Savlı olmuştur.
Adam Sanat’ın genç bir şair olarak şiirlerini okurla buluşturduğu Savlı’nın ilk kitabı Unutulmuş Çocukluk Eskizleri adıyla 1995’te yayımlanır. Şairin daha sonra Köpükler (1996), Sanşo Panza’nın Ölümü (1998), Go Dersleri (2000), Yalnızca Müzik İçin (2003) ve şiir için uzun sayılacak bir aradan sonra Turuncu (2009) adlı kitapları okurla buluşur. 2015’te yayımlanan toplu şiirlerinin içinde, daha önce yayımlanmamış dosyası Gizli de yer alır.
Savlı’nın bibyografisi de gösteriyor ki en verimli dönemi doksanlı yıllar olmuş, kitaplarının çoğunluğu bu yıllarda yayımlanmış.
Hakan Savlı’nın Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Kırgın Karnaval adlı yeni yapıtı, şairi uzunca bir aradan sonra yeni şiirleri ve yeni kitabıyla okurla buluşturmuş oldu.
Kitapta yirmi beş şiir yer alıyor ve herhangi bir ara bölüm, ara başlık yok. Savlı’nın kitabının adı da içeriğine, şiirlerin eksenine, temasına, konusuna ilişkin ipucu taşıyan yapıtlardan. Buna değineceğiz, ama önce kitabın ilk şiirinden bir bölüm okuyalım. “Yüzün” başlıklı şiirin son betiğini aktaracağız. Bu betiğin ilk beş dizesi kitabın ön kapağında da yer alıyor. Betiğin tamamını aktarıyoruz:
kanlı bir hayat vardı
yüzünle doluşurdu
kimi adsız delikanlılar
yer altından gelir ve
yüzüne kavuşurdu…
yüzün emerdi ağrıları şefkatle
çiğnenen çocukluğu,
ezilen karı…
ben ölümden gelirsem sana gelirdim
yüzün artık usulca
yıkardı sonbaharı
KİŞİSEL OLANLA TOPLUMSAL OLANIN İÇ İÇELİĞİ
Şairin kişisel olanla toplumsal olanın iç içeliğini önemsediğini ve birlikte düşündüğünü söyleyebiliriz. “Yüzün” başlıklı şiirde de bunun yansımalarını bulmak mümkün. Alıntı için sözünü ettiğimiz şiirin başına dönüyoruz:
Ve yüzün gelir
her şeye karışırdı
ben mutluluğu eksik bırakırdım
bir gün gidersen diye korkumdan
Kitaba adını veren “kırgın” ve “karnaval” sözcükleriyle oluşan tamlama sarmaşık olduğu kadar sarmal bir anlam yükü de içeriyor. Hem ürettiği anlama sarılıyor hem de ürettiği anlamla birlikte uzayıp genişliyor. Tamlamanın sözcükleri ayrı ayrı düşünüldüğünde sanki “kırgın”la bireysel olan imlenirken “karnaval”la toplumsal boyuta işaret edilmekte. Öyleyse Savlı’nın kitabında yer alan şiirler için “kırgın” kişinin, “karnaval”a bakışını, duyuşunu, yaklaşımını, yorumlayışını vb. kuşatıyor demek mümkün. “Battaniye” başlıklı şiirden:
Ama içinde onun olduğu ev
imkânsız bir hayal demekmiş
ve bir kucaklaşma boyunca bana verdiği şey
bir ucu bende bir ucu kanadında bir iplikmiş
giderek incelen ve dalgınlaşan
Şairin “kırgınlığı” “karnaval”dan mı kaynaklanıyor sorusu yöneltilebilir. Ama daha önce belki “karnaval” sözcüğünü açımlamak gerekir. “Karnaval” nedir? Savlı, poetik olarak serbest çağrışıma pek karşı değil gibi. Bununla birlikte okuma ve yorumlama sürecinde, kitapta yer alan şiirlerin kurucu metaforu da olan “karnaval”, daha çok aşk sorunsalı bağlamında anlam kazanıyor ve çağrışımlar oluşturuyor. Bu da bize şairin, metaforlaştırdığı “karnaval”ın anlamını aşkla sınırlamaktan çok, tematik ekseni kaybetmemeye yoğunlaştığını düşündürüyor. “Nehir” başlıklı şiirin sonundan dört dize paylaşalım:
gözlerine bakmak için hayatta kaldım
ama hayat zarafetle ölüm saçıyor
sen, bana: dönüşü olmayan Nehir
beni dünyanın güzel olduğuna inandır
AŞK KIRGIN BİR KARNAVALDIR
Şairin kırgınlığı aşktan mı kaynaklanıyor diye sormuştuk. Hangi yaşanmış ve hatıralarıyla hafızaya yerleşmiş, yarım kalmış ya da hiç başlamamış aşkın büyük ya da küçük kırgınlıkları, küskünlükleri yoktur? Kimin elindedir aşkı ideal bir karnaval, şenlik, şölen halinde yaşamak, yaşatmak? Kuşatıldığımız hayata razı olduğumuz, usul ve üslup olarak hesaplaşmadığımız takdirde ne söyleyebiliriz ki aşk için? Aşk bir “kırgın karnavaldır” diyebilmek için hem kendi içinde bir hesaplaşma, hem toplumsal düzlemde yüzleşme gerekir. Yoksa yaşarken o kadar çok burukluğumuz, kırgınlığımız, dargınlığımız, küskünlüğümüz var ki; bu haliyle ne aşkın tadını çıkarmamız ne de aşkın tüm bu kırgınlıklarımıza ilaç olması mümkün…
Hem çıkmazdır aşk hem de çıkmaza karşı çıkmak… Hatta “çıkmazın güzelliği”… Karnavalı “dağıtan” bir başka karnaval vardır çünkü. Hayat, evet! Aşkı aşk olarak düşündüğümüzde çıkmaz, hayatla birlikte ona karşı direniş olarak düşününce güzellik oluveriyor.
Savlı’nın şiirleri aşktan söz ederken aslında bir yandan da tüm dirimselliği hırpalayan, budayan, kıran, engelleyen, yaralayan, bereleyen, ezen hayattan söz ediyor. Hayattan kopuk, yarasız beresiz bir aşk düşünülebilir mi? “O Senin Rüyaların” şiirini pekâlâ Marx, aşk ve hayat olarak da okuyabiliriz:
Brüksel, 1945 kışı,
yalnızca rüyaları olan biri dolaşıyor sokaklarda
eve dönüyor, ev soğuk, elleri boş
hiçbir şey getirememiş kalbinden başka
ve evde bir kadın var karanlıkta:
bir ebe bu,
lütfen diyor
ellerinizi ısıtın
bir kızınız oldu, Bay Karl Marx.
Kırgın Karnaval için aslında bir unutmama, unutturmama kitabı da diyebiliriz. O nedenle, yaşanan yaşanmış ve bitmiştir sözünün aslında geçmiş geçmiştir sözü kadar gerçekliğin ifadesinde yetersiz, cılız kalışının da hatırlatıldığı şiirler olarak okunabiliyor. Alıntılayacağımız dizeler “Mankafa Poldi” şiirinden:
Vahşeti ve kiraz ağaçlarını gördüm Bay Poldi.
Şiir, edebiyat değilmiş.
Genç bir annenin güzelliği
ve size ait çizgiler,
saman kâğıtlarda kaldı.
Kitabın biçimselliğine ilişkin de bir not düşelim. Son dönemlerde yayımlanan ya da bizim gördüğümüz kitapların birçoğunda şiir kitabını biçimsel yönden de zorlayan özellikler dikkat çekiyor. Aşırı şişkin, dosya içeriğini ezen toplamalar aslında, bu kitapların şiir kitabı olma vasfını bozuyor. Bu tür kitaplarda ne şiir nefes alabiliyor, ne okur. Oysa kitapların hem şiire, hem okura nefes aldıracak biçimselliği önemli. Sayfaların tıklım tıkış dolu olması, açık söyleyelim, şiirlerin okunurluğunu engelliyor. İki kitap, üç kitap boyutundaki şiirlerin tek kitapta toplanması yayıncının işine geliyor olabilir, ama şiire bir katkısı yok. Yinelediğimiz bir husus var: Şiir kitapları eğer gerçekten okunsun isteniyorsa bizce, toplu ve seçme şiirler hariç, beş altı formayı geçmemeli. Hele de ilk kez okurla buluşan şiirlerin yer aldığı kitaplarda… Bu açıdan bakınca rahatlıkla Kırgın Karnaval hem sayfa, hem içindeki şiir sayısı yönünden tam da olması gerektiği gibi diyebiliyoruz.
Kırgın Karnaval, aşkın sönmüş ateşini yeniden harlamıyor. Küllerini üfleyip dağıtmıyor. Ateş varsa pervane de vardır. Pervaneler için aşkın ne olduğuna, nasıl olduğuna, niçin olduğuna ve olmadığına, olamadığına bakıyor.
Şair bir nehrin kalbinden geçerken şiir, araya giren fazladan “i” sesine takılıyor. O “i” sesinin getirdiği aşka takılıyor da diyebiliriz. Sendeletiyor ama neyse ki herkes ayakta; yüzükoyun yere kapaklanan yok. Son alıntımız kitabın da son şiiri olan “Bahar”dan:
o zaman anladım: sensin bahar
ve bir akşamüzeri öldüren beni
yüzünün dağlara doğduğu yerde.
Şiirin okur için güzel yanlarından biri de anlamın kovaladıkça kaçmasıdır. Kırgın Karnaval’ın da şiire kattığı böyle bir güzelliği var.
ŞİİRİN BİZE SÖYLEDİKLERİ
Hayatın da, şiirlerin de bize söylediği aslında açık: Aşk bir usul ve üslup meselesidir. Hayattan öğrendiğimiz, öğreneceğimiz ne olursa olsun usul ve üslup her şeyden önce gelmeli.
Şiirler bize bir şey daha söyler: Hayatın öğrencisi olmayı. Ama aynı zamanda hayata katacak deneyimler, bilgiler edinmenin gerekliliğini de gösterir.
Kırgın Karnaval’ı okumamış, üzerine düşünmemiş olsaydık; aşk bir şenliktir ama kırgın karnaval olarak, demek aklımıza gelir miydi?
Ülkü Tamer’in, Savlı’nın Go Dersleri yayımlandığında; “Hakan Savlı’nın daha önceki yapıtlarını kaçırdığıma üzüldüm. Oturmuş, kendi sesini bulmuş, yalınlığa ulaşmış bir şair Savlı. İlk fırsatta daha önceki kitaplarını da alacağım, onun bu noktaya nasıl geldiğini görmeye çalışacağım...” demiş olmasının önemini tek cümleyle şöyle ifade edebiliriz: Savlı’nın Kırgın Karnaval’ı kaçırılacak bir kitap değil.