Sosyolojik bir tablo olarak 'Sarhoşların Perşembesi'
Jaklin Çelik’in, Tarihi Yarımada’nın bir caddesinden yola çıkarak sosyolojik bir tablo çizdiği “Sarhoşların Perşembesi” isimli romanı İletişim Yayınlarından çıktı. Kitap, ismi yerine toplumsal rolleriyle tanımlanan farklı sınıflardan insanların kesişen yollarından yola çıkarak bireysel ve toplumsal iktidar ilişkilerini ortaya koyarak günümüz Türkiye'sini yansıtmakta.
1968 yılında Diyarbakır’da doğan Jaklin Çelik 1997 yılında Yaşar Nabi Gençlik Ödülleri Yarışması’nda dikkate değer bulundu. İlk öykü kitabı olan “Kum Saatinde Kumkapı” 2000 yılında yayımlandı. “Yılanın Yolu” isimli bir öykü kitabı, “Öykülerle ABC” isimli bir fabl kitabı olan yazarın ilk romanı “Öfkenin Şenliği” 2011 yılında yayımlandı. Yazarın bazı eserleri İngilizce ve Kürtçe dillerine çevrildi.
“Sarhoşların Perşembesi” Çelik’in son kitabı. Kitap, Tarihi Yarımada’da bir caddenin etrafındaki Hamamcı, İşkembeci, Dilenci, Beyefendi, Yardımcı, Berduş gibi isimleriyle değil toplumsal rolleriyle tanımlanan insanların kısmen veya tamamen kesişen hayatları üzerinden sosyolojik bir tablo çizmekte. Nitekim, Hamamcı’nın ağzından caddenin bulunduğu semtin tipolojisi şöyle:
“Sarhoşu berduşu, puştu pezevengi, hırsızı göçmeni; ezcümle, yetmiş iki milletin buraya çökmüş, kokuşmuş telvesinden kurtulmuş olacaktı.” (s.16)
Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’ye göre sosyologlar eleştirel bir tutum takınmalıdır. Sosyoloğun görevi olayları araştırmak ve sorunları göstermektir. Zaten sosyolojinin asıl işlevi iktidar ilişkilerini sorgulamaktır. Bu bağlamda toplumsal mekanizmaları oluşturan iktidar ilişkileri ortaya çıkacak ve toplumsal yapı anlaşılacaktır. Bunu anlamak için de iktidarın sembolik biçimlerini incelemek gerekir. Ekonomik ilişkilerle beraber kültürel oluşumlar da bu sembollerin yaratıcısı durumundadır. Tam da bu noktada “habitus” kavramını ortaya koyar Bourdieu. Bu terim ondan önce kullanılmış olsa da habitus’u derinleştirerek farklı bir boyut katmıştır. Çok kaba bir tabirle, öznenin eylemlerinde belirleyici olan, öznenin içinde yaşadığı kültür tarafından şekillenen toplumsallıktır. Öznenin dili, ırkı, ekonomik durumu, ailesi, tecrübeleri gibi birçok kavramın etkisi vardır habitus’un oluşumunda. Hem bireysel hem de kolektiftir ve kişinin eğilimlerinde etkilidir. Öznenin ait olduğu sosyal sınıfın onun dış dünyayla kurduğu ilişkiyi ve hayat beklentilerini şekillendirmesidir. Ekonomik, kültürel, sosyal sermayeler ile kavramı genişleterek tüm bunların bir de alan yarattığını söylemektedir Bourdieu.
YARDIMCI-BEYEFENDİ: İKTİDAR SAVAŞI
İşte bu alan, farklı sınıfların karşılaştığı, iktidar savaşının sürdüğü oyunun kurallarının geçerli olduğu yerdir. Romana baktığımızda iktidar savaşını en çok Yardımcı-Beyefendi ilişkisinde görürüz -hiyerarşik çekişmenin sürdüğü alana “savaş alanı” der Bourdieu. Burada “koruma, takip ve altüst etme” kavramları karşımıza çıkar. Koruma, iktidar sahibinin alanını muhafaza etmesi, takip ise onların iktidarının alt sınıflar tarafından gözlemlenmesi. Altüst etme ise alt grubun üst grubun iktidarını ele geçirmesidir. Beyefendi, oldukça zengin, yaşlı bir müteahhit olup hayatta her istediğini elde etmiş bir kişidir. Ancak Alzheimer hastalığına yakalanınca Yardımcı ona olan öfkesini yansıtma fırsatı bulur, Beyefendi’ye kadın kıyafetleri giydirmeye kadar ileri gider onu altüst etmek için. Zira, tek hayali “nohut oda bakla sofra” bir ev olup senelerce verdiği hizmetin karşılığını almaktır. Öte yandan hamamını Beyefendi’ye devrederek zengin olma hayali kuran Hamamcı da aynı takip içerisindedir. Yardımcı, Beyefendi’nin dış dünyayla iletişim kanalı olduğu için Hamamcı, İşkembeci gibi diğer insanlar üstünde bir iktidar kurmaya çalışır. Zira, Beyefendi’nin köşkü yüksek duvarlarla ve jiletli tellerle çevrili olup erişimi olmayan bilinmez bir yerdir. Beyefendi’nin kiracısı olan ve ayazmadaki bir geçitten köşkün şarap mahzeninden ara sıra içki çalan Berduş buraya girmeyi başarır. Berduş aslında iyi eğitimli bir kişi olup eski hayatını bırakarak alkolizmi tercih etmiştir.
Yardımcı’dan “ucube” olarak bahseder ve ondan nefret eder. Beyefendi’nin Berduş’u muhatap alması Yardımcı ile arasında bir çekişme başlatacaktır. Ancak Berduş, Beyefendi’nin durumunu anlamaz, anlasa da şarap dışında başka bir çıkarı olmayacak bir karakterdedir, yani alan-dışı bir kahraman olarak karşımıza çıkar. Köşkün duvarının dibinde dilenci bir kadın vardır. Öte yandan köşkteki duvarı açıp köşkün köpeklerine ulaşmaya çalışan görme engelli köpek Çelimsiz de güçsüz bedeniyle semtin karamsarlığını artıran bir kahramandır. Aslında sadece Çelimsiz için değil, herkes için bir ütopyadır köşk:
“Duvar, duvarın gerisindeki dönüşümün garantisi olan adamın varlığıyla yolun karşısına dizilmiş olan esnafın kıblesiydi. Beyefendi’ye kendilerini yenileyecek bu şehir terzisine tapındıklarını içten içe biliyordu.” (s.84)
Ayrıca, mülteci sorununa da temas eder kitap. Mültecilerin zor yaşam şartlarından da bahsedilmektedir ilerleyen sayfalarda. Zira bu semt “Ortadoğu, Afrika ve Kafkasya’dan sürülmeye mecbur edilmiş yetmiş iki millet birbirine kör bileniyordu burada.” (s.86) şeklinde tasvir edilmektedir. Onların umudu da kendilerini götürecek bir gemidir. Dilenci’nin ne duvarın iç tarafında -ütopyada- ne de duvarın dış tarafında olması belki bunun bir göstergesidir çünkü Dilenci duvarın tam dibindedir… Tüm bu özellikleriyle kitap sosyolojik bir işlev yüklenmekte, bir semt üzerinden bir ülkenin sosyolojik tablosunun Bourdieu’nün ortaya koyduğu gibi eleştirel bir tavırla iktidar ilişkilerini sorgulayarak yansıtmaktadır.