Nâzım Hikmet neden büyük şair?
Ne yaşadıysa onun şiirini yazan “büyük” şair Nâzım Hikmet’in şairlik macerası, evrensel değerleri benimseyen ve toplumun çıkarlarını üstün tutan büyük bir şairin devlet, rejim, iktidar için ne anlama geldiğini örnekler. Ama aynı zamanda bir şairin, davasını zulme karşı direnerek, baskılara göğüs gererek nasıl savunduğunu ve bu şekilde nasıl büyüdüğünü de sergiler…
Yaşadığını yazan, yazmakla kalmayıp sözünü ve dilini, geçmişin ve geleceğin eskitemediği, eskitemeyeceği biçimde şiirleştirmiş şairin büyük şair olması şaşırtıcı değildir.
Şiirin iyisi, kötüsü yoktur. Şiir yapıtının, tarihsel ve evrensel ölçütlere göre şiir değeri üretip üretemediği, şiir çerçevesinin içine yerleşip yerleşemediği ya da yeni bir çerçeve, değer ve ölçüt önerip önermediğidir önemli olan. Şiire, şiir olma hedefini tutturup tutturamadığı açısından bakmak şiiri “iyi ya da kötü” tarzı ahlak kalıbının içine hapsetmekten de kurtarır. Şiiri estetik değer ve ölçülerle düşünmeye daha çok yaklaştırır. Ahlaklı olmasını şiirden değil, şairden beklemek gerekir…
Şiirin iyisi, kötüsü yoktur demiştik, ancak şairin büyüğü, küçüğü vardır. Nâzım Hikmet büyük şairdir. Ne yaşadıysa onun şiirini yazmıştır. Aşk şiiri yazdıysa âşık olduğu içindir… Kavga şiiri yazdıysa kavga ettiği için…
Mahpus olduğu için hapisliğin, sürgün olduğu için sürgünlüğün, özlemin şiirini yazmıştır…
NÂZIM HİKMET’İN ŞAİRLİĞİ VE BÜYÜKLÜĞÜ
Şair yalnızca kendi yaşantısının değil, tanık olduğu çağın sesidir. Nâzım tanıklık ettiği çağın sesi olmuştur. Onun büyük şair olduğuna ilişkin vurgulamalarsa hâlâ bazı çevrelerde rahatsızlık yaratmayı sürdürmektedir. Karşıtları bir yandan tartışma inceleme, eleştiri adı altında onu karalamaya, itibarsızlaştırmaya çalışmaktalar. Bir yandan da şairin tabulaştırıldığı, tartışılamadığını dile getirmektedirler. Ancak Nâzım’ın şairliği de, büyüklüğü de her zaman tartışmaya açık olmuştur, hâlâ da açıktır. Nâzım Hikmet’in şahsına ve yapıtlarına yönelik baskı ve yasaklama, sansür gibi uygulamalar devletin yürüttüğü yaptırımlardır. Nâzım Hikmet’in şairliği ve yapıtları yeteri kadar tartışılamamış olsa bile sorumlusu devlettir, iktidarlardır. Devletin yasakları, uygulamaları, yaptırımlarıdır. Nâzım’ı tartışmanın önüne, şairin uğradığı haksızlıklara karşı çıkanlarca, gördüğü baskılar karşısında destek verenlerce konulmuş bir engel söz konusu değildir. Elbette ki Nâzım Hikmet’in tabulaştırıldığı gibi saçma sapan bir gerekçeye sarılanların asıl rahatsızlığının nedeni başkadır.
Nâzım Hikmet gibi bir şairin varlığı ve hâlâ şiirleriyle yaşıyor oluşu kabul edilememektedir. Çünkü ne diyordu Nâzım Hikmet, Cahit Sıtkı’ya yazdığı yanıtta: “Sevdalınız komünist.”
MODERN TÜRKÇE ŞİİRDE RAKİPSİZLİK
Nâzım’ın bir başka önemli özelliği de modern Türkçe şiirde “rakipsiz” olmasıdır. Nâzım Hikmet’e açık, örtük biçimde düşmanlığın sürmesinin arka planında politik nedenler kadar bunun da etkisi vardır. Onunla kıyaslanan, boy ölçüştürülen isimler (Necip Fazıl) zaman karşısında tutunamamış, deyim yerindeyse lime lime dökülmüştür. Nâzım’ın girişimiyle eskiyenlerin, devre dışı kalanların (Yahya Kemal vb.), yıkılan putların, iktidarın destekleyici tüm çabalarına karşın toplumsal, külterel etki alanlarının genişletilememiş oluşu da bir başka nedendir.
Nâzım Hikmet’i yok edemeyen, büyük şairliğiyle başa çıkamayan, ona rakip yaratamayan, karşısında durmaya ömrünü adadığı rejimin iktidar güçleri, muhafızları, yandaşları bir süredir yeni bir yol deniyor. Büyük şairi akılları sıra sağcılaştırmaya çalışıyorlar. Daha doğrusu Nâzım Hikmet’i sağcılaştırabileceklerini sanıyorlar… Sağcılığa özgü esnaf kurnazlığıyla girişimlerde bulunuyorlar. Sağcılık popülizmi de diyebiliriz buna herhalde. Şairin kutlama ve anma günleri gibi zamanlarda geniş çaplı bir biçimde gündeme gelişiyle oluşan yoğun sevgiden, ilgiden, sempatiden nemalanma arayışı gözlemleniyor. Şairin şiirlerini okuyor, sosyal medya üzerinden paylaşıyorlar. Kısaca rol çalma gayretindeler. Yapıtlarından cımbızladıkları dizeleri, bölümleri kendi siyasal görüşlerini dile getirirken dolgu metni olarak kullanıyorlar.
Şiir elbette herkes okusun diye yazılır. Nâzım da kuşkusuz şiirlerini o amaçla yazmıştır. Şairin büyük şair olduğunu gösteren bir başka örnek de şiirlerini karşıtlarına bile okutması, onları kendi sözcükleriyle konuşturmasıdır. Nâzım Hikmet şiirini okuyanlara katılan sağcılıkları namlı politikacıların tavrı aslında acziyetlerinin itirafıdır. Büyük şairin büyüklüğü, onun savunduğu dava karşısındaki acziyet…
Edip Cansever, “Gül Kokuyorsun” başlıklı şiirinde “büyüklük odur ki ölünce de yazdıklarını okutur” diyor. Büyük şair olarak Nâzım Hikmet de yazdıklarını, kendisini bir içim suda boğacak olanlara bile okutmaktadır, okutabilmektedir. Hem de nasıl okutmak… Çok yakın zamanda yeni örneklerine tanık olduk, bu gidişle daha da oluruz…
Cansever’in şiirinden sözünü ettiğimiz bölümü paylaşalım:
Tam alnının altında masmavi iki ateş
İki su
İki deniz bazen
Bazen iki damla yaz yağmuru
Mermerini emerek dağlarının
Şiirler söylüyor gene
Ölümünden bu yana yazdığı şiirler
Kızaraktan birtakım şiirlere
Büyük sular büyük gemileri sever çünkü
Ve odur ki büyüklük
Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbet
DİYALEKTİK REALİZM
Nâzım Hikmet’in şiir anlayışını, 1937’de bir soruşturmaya verdiği yanıtta dile getirdiği gibi “diyalektik realizm” olarak tanımlamak sanki daha doğru olacaktır. Şairin dünyayı, hayatı anlamakta, yorumlamakta, dile getirmekte benimsediği temel yöntemi tarihsel maddecilik ve diyalektik gerçekçilik olmuştur. Tarihin yorumlanmasında olduğu gibi güncel sosyal ve siyasal olaylar karşısında tavır alırken de kılavuzu ezenlerle ezilenler arasındaki çatışma, sınıf çelişkisi olmuştur. “Şeyh Bedreddin Destanı”, tarihin sınıf savaşımları tarihi, ezenlerle ezilenlerin mücadelesi olduğunu sergileyen önemli yapıtlarından biridir. Destan, topraksız köylülerin isyanını ve taleplerini anlatması bakımından da önemli bir başyapıttır.
Şair “davasız”, şiir “iddiasız” olmaz, olmuyor. Modern öncesi şiir öyledir. Modern şiir de öyledir. Postmodern dönemin şiiri için de başka çıkar yol yok aslında. Şairi büyük yapan da bir “davasının” oluşu ve şiirlerinin içerdiği “iddiadır”. Riski göze alarak “büyük”, şairin davasının ve şiirinin iddiası kadar büyüktür de diyebiliriz.
MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI
Nâzım’ın davası aslında gerçekliğin inkârına karşı çıkmak, gerçeği tüm çıplaklığıyla sergilemek olmuştur. Rejimle çatışması da bu nedenledir. Tek ulus rejimi, iktidarı -ne derseniz- sınıfı inkâr etmektedir. Çünkü rejimin en büyük korkusu sınıf çatışmasının siyasallaştırılması ve ezilenlerin örgütlü bir güçle mücadele etmesidir. Şairse, toplumsal gerçekliğin inkarına itiraz eder. Memleketimden İnsan Manzaraları aynı zamanda, toplumun çelişkilerle dolu bir yapılanma olduğunu, çatışan sınıflardan oluştuğunu gösteren ve hâlâ modern Türkçe şiirin aşılamamış başyapıtlarındandır.
Memleketimden İnsan Manzaraları rejimin, deyim yerindeyse ipliğini pazara çıkarır. Resmi ideolojinin vaaz ettiği sınıfsız, imtiyazsız bir topluluk iddiasının gerçeklikten uzak, açıkça yalan olduğunu cesurca sergilemesi Nâzım Hikmet’in ötekileştirilmesine, cezalandırılmasına, hapsedilmesine neden olmuştur. Şairin sürgünü tercih etmesinin de, şiirlerininin yasaklanmasının da gerçekliği savunmasından başka gerekçesi yoktur aslında.
Nâzım Hikmet’in şairlik macerası, evrensel değerleri benimseyen ve toplumun çıkarlarını üstün tutan büyük bir şairin devlet, rejim, iktidar için ne anlama geldiğini örnekler. Ama aynı zamanda bir şairin, davasını zulme karşı direnerek, baskılara göğüs gererek nasıl savunduğunu ve bu şekilde nasıl büyüdüğünü de sergiler.
Nâzım Hikmet’in büyük şair olduğu görüşünü İkinci Yeni dalgasının öncülerinden Turgut Uyar da yazdığı şiirle dile getirmiştir. Uyar’ın “senin adın bir deftere yazıldı/eskimez bir mavi deftere/adın yazıldı…” dizeleriyle başlayan ve ilk kez Papirüs dergisinin (Sayı 16, Eylül 1967) Nâzım Hikmet özel sayısında yayımlanan ve daha sonra Her Pazartesi kitabında yer alan “Büyük Gurbetçi” şiirini okuyalım:
Erenköyünde bir bahar eskir
Savrulur ve eskir sürekavları
Kuzey yarımkürenin çok koyu bir mavi gecesinde
Aşkı Türkçe kavramanın sağlamlığı başlayınca
Bir öğrenci yatakhanesinde
Uzak asyalı bir başka öğrenciyle çatışınca
Bir sürü ıvır zıvır ve ekimler
Bir kahramanlık sandığımız kendimizi
Eskir ucuz ormanlarda yürek avları
Ve eski anaların belbağladığı hekimler
Eskimez senin gurbetçiliğin
Yanar, tüter, dağılır
Ve ince bir duman eskir bir kalın duman adına
Gurbet bir yazgıdır ulusuna
Güneşe çıkmak gibi, alınteri bilinir
Gurbet bilinir, bir duyarlıktır, bir meslektir
Sen herhalde en iyi bilirdin bayramları
Paşalarla, yalılarla uzlaştırılan
Kısa kış akşamlarını, uzun yaz akşamlarını
Kayalar, kayalar ve sahipsiz dağlar adına
Bir türkü gibi öfkede söylenen
Issız hanlar, bilgece susmalar, bakımsız bağlar adına
Puslu ve telaşlı garlardan kaçırdığın
Bir pençeden, bir katılıktan kayırdığın
Her ülkede söylenen bir türkü gibi
Aklığın, eskimez bir kış güzelliğinde
Sıcak evler, karlı yollar, bağlılıklar adına
Bir zorbalığa direnmek adına,
Anlaşılmazsa
Söğütler yeşermez, balıklar bırakmaz döllerini
Ellerin bir gezinmedir uykularda
Kimine korkudur, ısınmak kimine
Eskimez bir kış güzelliğinde
Kuzey yarımkürenin çok koyu mavi bir gecesinde
Büyük bir alanda, küçük bir cezaevinde
Ve çok yabancı dilden iki istasyon-arası biletinde
Biliyorum nasıl yaşadığını senin Türkçe yokken
Mahzun ve yaşamaklı -eskimez elbet-
Ülkeni dirençle yaşamak, ülken olmayınca sözlüğünde
Sen bir ağlayış gibisin neden
Bir çocukluğu sürüklüyorsun kanında
Bir güvercin gibi parlar şaşkınlığın
Ölüme yakınlığında bir köylünün, uymasında
Gök durur ve boncuklar durur pazarlarda
Iğdır’da Orta Anadolu tarlalarında
Akşam oldu muydu gaz lambası yakılır
Nerde olursa olsun artık. Coğrafyada
Sürekli bir gurbet vardır.
Eskimezsin bir mayıs serpintisi gibi
Bir mayıs serpintisi ki sağlıklı
Ağustos güllerini hazırlayan. Güllerini
Sürer gurbetçiliğin.
Halksız bir yazarın acısını taşıyan
Kalebent bir şehzade gibi mahzun
Börklüce gibi sabırsız haklılığında
Öyle bir şey
Biraz uzak, biraz çıplak ve yayan.
Nâzım Hikmet’in şiirleri ve şairliği aslında şiirin yüce divanında çoktan tartışılmış, eleştirilmiş, değerlendirilmiş, yargılanmıştır ve buna göre tarih mahkemesi hükmünü vererek, onu hak biçimde yerli yerine yerleştirmiştir. Selam olsun…