Ütopyayı yıkmak için Utopia
Thomas More’un "Utopia"sı, China Miéville’in önsözü ve Ursula K. Le Guin’in sonsözüyle Dipnot Kitap tarafından raflarda yerini aldı. More, eserinde insanların barış ve uyum içerisinde yaşadığı ve mülkiyetin ortak olduğu bir ada- ülkeyi anlatırken; Miéville'in Önsöz'ü ile Le Guin'in Sonsöz'ü, okurun eseri 21. yüzyılın merceğinden ve çağrıştırdığı diğer içerimlerle birlikte değerlendirmesine yardımcı oluyor.
“İdeal devlet” tasavvurlarının belki de en meşhuru olan Thomas More’un Utopia adlı eseri İbrahim Yıldız’ın çevirisiyle China Miéville’in önsözü ve Ursula K. Le Guin’in sonsözüyle Dipnot Kitap tarafından okurla yeniden buluştu. Kitabın en çarpıcı yönü hem önsözdeki hem de sonsözdeki fikirlerin ezber bozarak okuru Platon’dan günümüze uzanan çizgide ütopya fikrini sorgulamaya, hatta yıkmaya davet ediyor olması.
Thomas More 1478-1535 yıllarında yaşamış devlet insanı, hukukçu, filozof ve yazardır. Aynı zamanda tarihin bir ironisi olarak karşı çıktığı Anglikan Kilisesi’nin azizlerinden biridir. 1516’da Latince olarak yazdığı Utopia (Ralph Robinson tarafından 1551 yılında İngilizceye çevrilmiştir.) eseriyle tanınmış, Platon’un Devlet’inden günümüze gelen bir süreçte dönüm noktası kabul edilmiştir. Thomas More, 1499 yılında Hollandalı yazar Erasmus ile tanışmıştır ve aralarında sıkı bir dostluk başlamıştır. Öyle ki Erasmus’un 1509 yılında taslağı biten, 1511 yılında basılan meşhur eseri Deliliğe Övgü* (“Morias**enkomion seu laus stultitiae”) Thomas More’a ithaf edilmiştir. Nitekim ikisi de hümanisttir. Hümanizm, sanılanın aksine insan sevgisi değil, insanı ve insan aklını merkeze almak demektir. Akıl söz konusu olunca, hiciv türünde yazılan Deliliğe Övgü'den birkaç noktaya değinmekte -More’un kitabını daha iyi anlamak için- fayda var. Bu kitapta dönemin din adamları, filozofları ve yöneticileri oldukça sert bir dille mizahi bir üslupla eleştirilmiştir. Delilik her türlü sosyo-kültürel bağnazlıktan sıyrılmak olarak gösterilmiştir. Normların direttiği akla karşı kadın bir karakter tarafından, yazarın deyimiyle okuru sadece eğlendirmek amacıyla Byung Chul Han’ın ortaya koyduğu şekilde kayıp eros’un peşine düşer gibidir yazar. Zira bu terim cinsellikten ziyade “arzu” yahut “itici güç” şeklinde tabir edilebilir. Karşılıksız sevgi anlamına gelen ve skolastik düşüncenin temelini oluşturan agapenin zıddıdır. Agape, dinin buyurduğu koyu ahlakçılığa egemen olan özdür. Kısaca, aklın önündeki en büyük engeldir ki bu bağlamda gerçek bilgeliğin delilik olduğunu söyler Erasmus. Ona benzer bir düşünüş tarzına sahip olan More da mutlak monarşiye şiddetle karşı çıkarak VII. Henry’nin öfkesini kazanır, çünkü avukatlık yaparken karşıt görüşlerini parlamentoda paylaşır. Bu öfkeden kaçarak ülkesini terk eden More, kralın 1509’da ölmesi üzerine Britanya’ya geri döner ve yargıçlığa başlar. 1517’de VIII. Henry’nin himayesine girer ve siyasi kariyerinde hız kazanır. Şövalyelik unvanı aldıktan sonra kralın sekreterliğine kadar yükselerek onun deyimi yerindeyse sağ kolu olur ve Lordlar Kamarası’nın başına geçer. Ancak kral ve papalık arasındaki savaşta bulur kendini. Kral, papalığın gücünü sonlandırmak için 1532’de “Act of Supremacy” (“Üstünlük Hareketi”) yasasını çıkararak Anglikan mezhebini kurup bu mezhebin başına geçer. More, bunu sezdiği için zaten bir sene önce krala bağlılık yemini etmemiştir. Kralı kilisenin başı olarak görmeyip bu yasayı kabul etmeyince de 1534 yılında tutuklanmış, bir sene sonra da idam edilmiştir.
Bugün, onun “hiçbir yer” yahut “dünyada hiçbir yer” olarak çevrilebilen Utopia adlı eseri bir tür adı olmuş, hatta zıttı olan distopyalar yahut ikisinin birleşimi olan üstopyalar yazılmaktadır.
Kitabın üst kurmaca ayağını oluşturan başlangıç bölümünde More, dostu Peter Giles’a (Pieter Gillis)*** yazdığı mektupta kitabın nasıl oluştuğunu açıklar. Dilinin oldukça sade olduğunu çünkü Raphael’in anlattıklarından başka bir şey yazmadığını belirtir. Giles’tan Raphael ile irtibata geçip eserde yanlış bir bilgi bulunup bulunmadığını kontrol etmesini ister ve ekler: “Kendi hikayesini kendi yazmayı düşünmüşse bana kırılacak belki; bu durumda, Utopia’yı kendim yayınlayarak o nadide çiçeği elinden kaptığım için ondan özür dilemem gerekecek.” (s.44)
Kitabın geçmişe dönen birinci bölümünde ise Peter Giles, yazarı Raphael Hythloday ile tanıştırır. Hythloday, Amerigo Vespucci’nin üç seyahatine katılmış olup son seyahatte onunla birlikte dönmemiştir. Çeşitli yolculuklardan sonra da Utopia’ya varmıştır. Burayı anlatmasının sebebi ise Avrupa devletlerinin yozlaşmış sistemlerini eleştirerek, iyi bir sistemin nasıl olduğunu göstermektir. Anlatısına gelene kadar eleştirilerin ardı arkası kesilmez fakat belki de bu bölüm bir özet niteliği taşımaktadır: “Tanrı’nın bu buyruğunun devlet değil, kişiler için geçerli olduğu ileri sürülebilir belki. Peki o zaman, birilerinin kalkıp devlet adına başka bazı suçları, belki ırza tecavüzü, belki zinayı, belki yalan yere yemin etmeyi yasal hale getirmesinin de önü açılmış olmaz mı? (…) Bu, insanın kendi yaptığı yasayı Tanrı’nın yasasından üstün tutması değil de nedir?” (s.68)
Kitabın ikinci, yani son bölümünde ise nihayet Utopia’yı anlatmaya başlar. Bu ülkenin bütün özelliklerini “Yönetim Görevlileri, Uğraşlar, Toplum ve Çalışma Hayatındaki İlişkiler, Köleler, Ulaşım” gibi alt başlıklarda ayrıntılarıyla açıklamaktadır. Ancak bu ayrıntılarda boğulmak yerine ülkenin nasıl kurulduğuna değinmek daha verimli olacaktır -zira bu kısım birçoğunun zihninde “ideal devlet” algısını yıkar niteliktedir.
“Adanın dış tarafında da birçok körfez bulunur, fakat kıyı doğanın da yardımıyla öyle sağlam engellerle örülmüştür ki, bir avuç Utopialı koca bir işgal kuvvetinin saldırısına rahatlıkla karşı koyabilir. Utopialılar, üzerinde yaşadıkları toprak parçasının ilk başlarda bir ada olmadığını söylüyorlar; adanın konumu da bunu doğruluyor. Eski adı Abraxa olan bu ülkeyi Utopus adında bir kral fethetmiş ve buraya kendi adını vermiş. Sonra buranın kaba saba insanlarını kültür ve insanlık açısından dünyadaki her ulustan daha ileri bir düzeye getirmiş, aynı zamanda ülkenin coğrafi özelliğini de değiştirmiş. Ülke toprağına ayak basıp yerli halkı egemenliği altına alır almaz Utopia’yı anakarayla birleştiren on beş millik kıstak boyunca bir kanal açtırmış hemen, böylece denizin dört bir yandan kuşattığı bir ada çıkıvermiş ortaya.” (s.96)
Burada önemli bir husus vardır. İlki “ada” kelimesinin orijinal Latince metinde “insula/insvla” şeklinde geçmesidir. Bu kelime “ada” anlamına gelmekle beraber aynı zamanda Antik Roma’ya ait bir yerleşim türüdür. Çok katlı olup, her kat eğlence, konaklama, alışveriş vb. bir amaca hizmet eder. Nitekim Utopia’da da tıpkı Roma’daki gibi senatolar vardır, yedi tepe üstüne kurulan Antik Roma’nın etrafı kesilmiş hâli gibidir Utopia’nın çizimi. Burası Utopus adında bir komutan, yani emperyal bir güç tarafından fethedilmiştir. Zaten China Miéville de önsözde bunun altını çizerek okuru sorgulamaya davet eder:
“Egemen konumda olanlar ise (bunlar kendi savunucularından daha güçlü ve geleneksel olarak daha ketumdurlar) kendi ütopyalarını soğukkanlı bir biçimde şekillendirir ve hayata geçirirler. Üzerinde egemenlik kurdukları topraklarda, insanların yaşamak, hizmet etmek ve ölmekten başka seçenekleri yoktur.” (s.12)
Ursula K. Le Guin’in ise sonsözde ütopya fikrinin “Euklidesçi, Avrupacı ve eril” bir karakter arz ettiğini vurgulayarak benzer bir yorum yapmaktadır:
“Ussalcı ütopya bir iktidar yolculuğudur. Bir emirnameyle duyurulan ve istenç gücüyle idame ettirilen bir monoteokrasidir; öncülü süreç değil ilerleme olduğu için yaşanabilir bir şimdi’ye sahip değildir, sadece gelecekten konuşur. Ve sonunda da us bu ütopyayı reddetmek zorunda kalır. “(s.197)
Utopia’da Antik Yunan eserlerinin öğretilmesi de Platon’un Devlet’inden bu yana sonsözde belirtildiği gibi ütopik eserlerin emperyalist ve eril yapısının bir kanıtı olsa gerek. Raphael de bu görüşü, “Ama hiç kuşku yok, Platon, kralların filozof olmadıkça gerçek filozofların verdiği öğütlerin onları asla etkilemeyeceğini söylerken haklıdır” (s.77) diyerek onaylar gözükmektedir. Le Guin, Lao Tzu’dan hareketle bu çizgiyi devam eden görüşe “yang” derken “yin”in eksikliğini vurgular. Özetlemek gerekirse hem önsözde hem de sonsözde sırtını teknolojiye dayayan çizgisel, sonsuz bir ilerleme fikrine karşı eşitlikçi ve ekolojik döngüsel süreç konulmaktadır:
“Sadece tahminde bulunabilirim. Tahminimce, beşeri tahakküm ve sınırsız büyüme hedeflerinin yerine insanın adapte olma kabiliyeti ve uzun süre hayatta kalma hedeflerini nasıl koyacağımız konusunda nihayet gerçekleştirmeye başladığımız düşünme tarzı, yang’tan yin’e doğru bir değişimdir ve dolayısıyla bitimliliği ve noksanlığın kabulünü, belirsizliği ve geçici önlemleri sineye çekmeyi ve de suyla, karanlıkla ve toprakla dost olmayı içerir.” (s.220)
NOTLAR
*Kitabın “Ahmaklığa Övgü” yahut “Budalalığa Övgü” olarak çevrilmesi gerektiğini belirten benim de katıldığım sağlam görüşler vardır.
**Thomas More göndermesi.
***Erasmus’un More’un arkadaşı olan hümanist yazar. Utopia’nın alfabesini onun oluşturduğu düşünülmektedir.