'Geri çekilmek için artık yerimiz kalmadı'
"Ölmeye Yatmak"taki Aysel’in yatağına onunla birlikte uzanıp düşündüğümü,"Hayır"daki “Aynılaşmaya Hayır, Aynılığa Hayır” mottosunu tıpkı Fikrimin İnce Gülü gibi dilime doladığımı unutmadım. Onun başarısı, bence temelde insanın ne olduğu üzerinde kafa yormamıza yol açmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden yazdıkları ve tespitleri bugün hala geçerli ve aynı zamanda da şimdi yaşadıklarımızın nereden kaynaklandığına dair çok değerli tarihi bir izlek...
Senem Dere
Adalet Ağaoğlu ve yazdıkları hakkındaki düşüncelerimi çok kısa bir sürede bir yazıya sığdırmak çok zor oldu. Onunla nasıl tanıştığımı anlatarak ilerlemeyi deneyeceğim. Bir Düğün Gecesi, Fikrimin İnce Gülü, Ölmeye Yatmak... 90’ların başı. Babamın, fazla eşyaların konulduğu odada duran eski kitaplığında dikkatimi çektiklerinde 15-16 yaşlarındayım. Kitaplık sihirli, çünkü okuduğuna ya da gördüğüne emin olduğun bir kitabı daha sonra hiç yerinde bulamayabiliyorsun. Bir dolup bir boşalıyor kitaplık. İsmi nedeniyle ilk Fikrimin İnce Gülü’nü okuyorum. Çünkü müzik dersinde sınav parçası ve bir arkadaşım şarkıyı çok güzel söylüyor. Onun ince, hüzünlü sesiyle kitap arasında bir bağ kurduğumu, Almanya’ya çalışmaya giden işçi Bayram’ın memleketi Ballıhisar’a dönüş yolculuğunu okurken hep bu şarkıyı içimden mırıldandığımı anımsıyorum. O yaşta okuduklarımı doğal olarak kavrayamadıysam da Bayram’ın duyguları, yaşadıkları, gitgelleri, arada kalmışlığını bir şarkının mırıltısına dönüştürerek bana sezdirebilen anlatımın gücüne hayran kalmıştım. Peşinden Bir Düğün Gecesi'ni okumaya kalkışmamdaki cesaret de bu anlatımın bende yarattığı sarsıntıyı tekrar yaşama isteğinden kaynaklanıyordu. Adalet Ağaoğlu’yla bu tanışmamdan yıllar sonra, Ölmeye Yatmak ve Hayır’la birlikte babamın kitaplığında artık olmayan bu kitapları tekrar okudum.
Ölmeye Yatmak/ Bir Düğün Gecesi/ Hayır adları altındaki (Dar Zamanlar adı altında toplandı) roman üçlemesi, içine doğmuş bulunduğum yılları, neler olup bittiğini anlamamı sağladı. Kendi deyimiyle, Cumhuriyetin üzerine kurulduğu hedefleri ortaya koymak istemişti. Gerçekten de bu hedefler hayata geçirilirken bize olanları, nerelerde tökezlediğimizi, yaşananların, üzerimize dikilen elbiselerin bizi neye dönüştürdüğünü, bizi nasıl düğümleyip nerelerde kırdığını derin tespitlerle ortaya koyuyordu. Ölmeye Yatmak’taki Aysel’in yatağına onunla birlikte uzanıp düşündüğümü, Hayır’daki “Aynılaşmaya Hayır, Aynılığa Hayır” mottosunu tıpkı Fikrimin İnce Gülü gibi dilime doladığımı unutmadım. Onun başarısı, bence temelde insanın ne olduğu üzerinde kafa yormamıza yol açmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden yazdıkları ve tespitleri bugün hala geçerli ve aynı zamanda da şimdi yaşadıklarımızın nereden kaynaklandığına dair çok değerli tarihi bir izlek.
Tabii romanların bu başarısının altında kullanılan dilin, anlatımın ve yaratılan atmosferin de etkisi büyük. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında sürekli dolaşan bir kamera gibi, her şeye aynı anda farklı zamanların içinden bakan bir göz onunkisi. Ya da çok sesli bir koroyu dinliyormuşsunuz gibi... Bu çok katmanlılığı, derinliği hem zamanla oynayarak, zaman üzerine düşünerek hem de karakterlerin yerlerini dolayısıyla bakış açısını değiştirerek sağlıyor. Anlatımı okudukça derinleşiyor ancak dağılmıyor, bu da hikayenin okuyucuda çoğalmasına, devam etmesine imkan sağlarken onun metin içerisinde kaybolmasını önlüyor. Bir doygunluk ve tatmin hissiyle okuyorsunuz. Bu hisse, romanda, başka edebi türlerin de birlikte ve uyumla kullanılması yol açıyor ki yanılmıyorsam Adalet Ağaoğlu bunu deneyen ilk yazarlardan birisi. Zaten kendisi de Lacivert Dergisi’nde yayımlanan bir söyleşisinde tekrarlardan sıkıldığını, her romanın içeriğine layık bir üslup ve yapıyı arayıp bulmaya çalıştığını, ilk romanı Ölmeye Yatmak’da çok boyutluluğu sağlamak için mektup, günlük, rüya, oyun, şiir gibi yazılı anlatının bütün türlerine yaslandığını söylüyor.
Romanları, tiyatro oyunları, hikayelerinin yanı sıra politik düşüncelerini cesurca açıklamaktan geri durmayan, duyarlı, aydın kişiliği ile de çok önemli bir yazar Adalet Ağaoğlu. Çok uzun yaşadığını, hayattan sıkıldığını okuduğumda içimi sızlatmıştı. Bugün vefatını duyduğumda artık sıkılmayacağını düşünerek biraz teselli buldum. Bir de üç ciltlik günlükleri, Damla Damla Günler var okunacak. Tek bir anın, o en kısa sürenin romanı... İyi ki geçmiş bu dünyadan.