Denetim kültürü aparatı olarak panik
Stanley Cohen'in "Halk Düşmanları ve Ahlaki Panikler" çalışması, Heretik Yayıncılık tarafından Deniz Türker çevirisiyle yayımlandı. Cohen çalışmasında, ilk bakışta anlık ve kendiliğinden patlamalar olarak "göze çarpan" ahlaki panikleri, sözde doğallıklarında, yani "çarpan" değil "gözümüze sokulan" karakterlerinde inceliyor; tüm bu girişimleri ve aktörlerini siyasal ve toplumsal mekanizmalarında ele alıyor.
Bundan birkaç hafta önce, Almanya Stutgart’ta yaşanan şiddet ve yağma olayları ülke gündeminde ilk sıraları işgal etti. Polisin keyfi uyuşturucu kontrolü yapmak istediği bir grup polisle çatıştı ve tüm gece süren bir olaylar zinciri başladı. Bu olayların üstüne aşırı sağcı politikacılar göçmen karşıtı bir kampanya yürütmeye başladı. Bulvar basını ise çoğu zaman olduğu gibi olayları abartıp dramatize etmeyi, genel korkuları körüklemeyi tercih etti. Olayların üstünden neredeyse on beş gün geçmiş ve yaşananlar şu sıra gündemden düşme eğiliminde olsa da yaratılan genel havanın göçmen karşıtları ve nefret söyleminden beslenenler için olumlu olduğunu söylemek mümkün. Üstelik polis yetkilerinin genişletilmesine dair tartışmaların başladığı günlerde bu olayların yaşanması da olayların yarattığı panik ve tepkilere şüpheyle yaklaşılması gerektiği fikrine kapı araladı.
Son zamanlarda sıklıkla karşılaştığımız, günlük hayatımızın normaline dönüşen olaylardan biri de sosyal medya linçleri. Bir gruba, kişiye, siyasi görüşe ya da duruma yönelen bu eylemler, bir anda gelişen halk tepkisinden çok örgütlü bir saldırı olma özelliği taşıyabiliyor. Ya da kimi “duyarlılıklar” tam da zamanın ruhu denilen şeyle besleniyor. Dünyanın tamamında yaşanan politik anlamda sağa kayış, önyargıların artmasına, nefret söyleminin dizginsizce kullanılabilmesine olanak tanıdı. “Kasılan duyarların” toplumsal farkındalığı arttırdığının düşünüldüğü eylemler de gerçekleşmiyor değil. Ama böyle durumların altını kazıdığımızda, genellikle ahlakçı bir muhafazakârlığın tetikte beklediğini görüyoruz.
PANİK YARATMAK
Özellikle medyanın büyük bir güç haline gelmeye başladığı dönemin eseri olarak ortaya çıkan bu tarz paniklerin arkasında yatan mekanizmaların, ülkemizde yeterince tartışıldığını söylemek güç. Oysa 20. yüzyıl boyunca kamuoyu, kitle davranışları, toplum psikolojisi, etiketleme gibi konularda pek çok araştırma yapıldı. Bu çalışmaların içinde Stanley Cohen’in Halk Düşmanları ve Ahlaki Panikler kitabı hem sosyal bilimlerde işgal ettiği geniş alan hem de öncü yaklaşımlarıyla özel bir ilgiyi hak ediyor. İngilizce orijinalinin ilk baskısını 1972’de yapan kitap Deniz Türker’in özenli çevirisiyle 2019 yılında yayımlandı.
Cohen, çalışmasında tekil bir fenomen üzerine duracak gibi gözükse de ahlaki paniklerin ortaya çıkma ve toplumun halk düşmanı yaratma süreçlerini serimleyen bir teorik açılım yapıyor. 1964 yılında İngiltere’de yer alan Clacton adlı sahil kasabasındaki paskalya yortusunda “Mod” ve “Rocker” gençlik gruplarının çıkardıkları kavgaların yarattığı etkinin nasıl bir ahlaki paniğe evirtildiğini inceleyen Cohen, olayların medyada yer bulma biçimini eleştirip bu haberlerin toplumun fikirlerini nasıl şekillendirdiğini araştırıyor. Kitabın ilk bölümünün ilk cümleleri, yazarın problematiğinin ne olacağını net bir şekilde ortaya koyuyor: “Toplumlar zaman zaman ahlaki panik dönemleri yaşar. Bir durum, olay, kişi ya da grup toplumsal değerlere ve çıkarlara tehdit olarak tanımlanmaya başlar; söz konusu öznenin doğası medya tarafından sterotipleştirilerek belirli bir tarzda sunulur; ahlaki barikatlar gazeteciler, din adamları, politikacılar ve diğer sağ görüşlü kişilerle tahkim edilir; toplumda itibar sahibi uzmanlar teşhislerini ve çözüm önerilerini dile getirir; yavaş yavaş olayla başa çıkma yolları geliştirilir ve hatta doğrudan bu yollara başvurulur; devamında ise olay ya silikleşerek gözden kaybolur ya da kötüye giderek daha görünür bir hal alır.”
DENETİM KÜLTÜRÜ
Bu uzun alıntıda da belirtildiği gibi, ahlaki paniğin yaratılmasında “ilk taşı” ironik bir biçimde medya atar. Yaşanan olayları ister okur çekme amacıyla ister toplumsal kalıpları yeniden üretmek amacıyla olsun, abartarak aktaran medya, kamuoyunun belirlenmiş normların dışında kalanlara karşı tepki vermesini örgütler. Cohen, medyanın tutum ve davranışlarını belirlemek için ilk olarak devreye girmesine envanter oluşturma adını veriyor ve abartma ile çarpıtmaların bu süreçte yoğunlaştığını vurguluyor. Bu süreçte önceden tahmin etme ve sembolleştirme gibi yöntemlerle olayın üzerine spot tutmaya devam edilir. Böylece normal olarak adlandırılan, makbul kabul edilen vatandaşlarla, marjinal olarak etiketlenmişler arasında kalın bir sınır çekilir.
Sonrasındaysa görüş ve tutumların oluşma sürecine girilir. “Söylentiler, temalar ve inançlar temelde medyadan kaynaklansa da pekişme ya da dirençle karşılaşmaları daha sonraları grup ortamında olur.” Kitlelerin düşüncelerinde oluşmasında bu sürecin kritik önemi vardır; çünkü yaklaşımlar, imgeler ve nedenler tartışmaya açılır. Burada bazı yönlendirme örüntüleri oluşur ama insanların tepkilerinin ne yönde oluşacağı konusunda iktidardakilerin ve muhafazakârların istediği gibi homojen bir ortam oluşmaz. Yine de konu hakkında bir duyarlılık yaratılması amaçlanır. “Duyarlılaşma, “belirsiz bir durumu genel bir tehdide dönüştüren” genelleşmiş inanç sisteminin, yani histerinin en basit halidir.” Duyarlılaşma aynı zamanda yayılma, tırmanma, dramatikleşme ve sömürü ile birleşerek bir adım sonrasında denetim kültürünün yerleşmesinde etkili olur. Cohen, bu süreci şöyle özetler: “(i) İlk sapkın davranışı izleyen ve birbirini besleyen (ii) envanter ve (iii) duyarlılaşmanın bir araya gelerek (iv) sapkınlığı abartması ve bunun sonucunda da (v) denetim kültürünün tırmanması.”
BELİRSİZLİĞİN YARATTIĞI PANİK
Cohen, özellikle belirsizlik dönemlerinde günah keçilerinin ve başka düşmanlık objelerinin ortaya çıkma ihtimalinin yüksek olduğunu da özellikle belirtir. Çünkü böyle dönemler, aynı zamanda iktidarın denetim ve disipline etme pratiklerini daha yoğun bir şekilde devreye soktuğu zamanlardır. Ahlaki panik ve yaratılan düşman imgesi böyle zamanlarda ikili bir işlev görür. Bir taraftan belirlenmiş normların dışına çıkanları hizaya sokmayı hedeflerken diğer taraftan başat çelişkilerin görünürlüğünü de engeller.
Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla günah keçisi yaratma süreçlerinin daha hızlı işlediğini, ahlaki paniklerin gündelik hayatımızın normaline dönüştüğünü söyleyebiliriz. Tüm dünyada yaşanan sağa kayış, her konuda duyarlılaşmayı da beraberinde getirdi. Cohen’in bahsettiği türden bir denetim kültürünün yaratılmasına hizmet eden bu duyarlılık, ayrımcılık karşıtı göründüğü zamanlarda bile saldırgan bir sansür ve baskıyla insanların suskunlaşmasına neden oluyor. Bunun hem ifade özgürlüğünü hem de yaratıcılığı baltaladığını, topluma yarardan çok zarar getirdiğini vurgulamamız lazım. Stanley Cohen, kitabında kendini sonsuza kadar muhafaza ederek her türlü değişime kapalı olduğunu ilan edenlerin günah keçisi yaratma pratiklerinin tüm adımlarını teşhir etmeyi becermiş. Kendiliğinden olduğunu, doğal bir şekilde geliştiğini düşündüğümüz ahlaki patlamaların aslında nasıl bir düzenekle önümüze sürüldüğünü ve paniğin bir denetim kültürü aparatına nasıl dönüştürüldüğünü de net bir şekilde anlatmayı başarmış.
Halk Düşmanları ve Ahlaki Panikler, panik ve lincin muhafaza etme yeteneğine karşı farklı olmayı, toplum dışılığı, dünyayı değiştirmek istemeyi dert edinenlerin kesinlikle okuması gereken kurucu bir eser.