Şeref Motel: Nesilden nesile değişim
M. Caner Alper'in romanı 'Şeref Motel', Doğan Kitap tarafından okurla buluştu. Bütün okurların ailelerinden, akrabalarından aşina olduğu karakterlere can veren yazar; bir aile hikâyesi anlatırken aynı zamanda sadece bir ailenin tarihini değil, nesilden nesile değişimle bir ülkenin dönüşümünü de anlatıyor.
Sinem Gündem
Şeref Motel okuyucuya “Ey okur hiçbirimizin ailesi bize okul kitaplarında gösterilenler kadar mutlu değil. Bak anlatacağım hikayede aile birliği diye diye nelerin halının altına süpürüldüğünü gör” dediği bir hikaye. Zenne filminin yönetmeni ve senaristi M. Caner Alper’in son kitabı Şeref Motel yazarın kendi hayatından da izler taşıyor. Yazar 80’lerdeki Türkiye’yi, siyasi iklimi, kadın erkek eşitliğini hepimizin ailesinden yola çıkarak anlatmış. Şeref Motel, oldukça sürükleyici ve en büyük hapishanemiz olan aile kavramını çok içeriden bir yerden sorgulamamızı sağlayan bir kitap.
"Her şeye yüksek bir sadakat, derin bir nefretle bağlıyım. Her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir" der Baudelaire. Bu cümleyi günümüzde bizi içine hapseden her kavram, her olgu, her sosyokültürel yapı için kullanabiliriz. Hayata baktığımız ilk ve en kirli pencere aile de, asla ölmeyen canlılığıyla bizi içine hapsederken mutlu aile tablolarına bakar ve dışarıdan görünen her mutlu resme sanki mutluluk sadece bizim tarafta değilmiş gibi becerememe hissi ile yaklaşırız. Eksiklikten kaynaklı becerememe hissi, zaman zaman suçu kendimizde aramamıza sebebiyet verse de aslında asıl sorgulanması gereken, ailenin kol kırılır yen içinde kalır kalıbı için yaratılmış bir organizmaya dönüşmesidir. Herkesin bir yarası var mutlaka ve bu yara ailenin seni ne kadar sarıp sarmaladığı, duyguları mı yoksa şerefi mi ön plana aldığı ikileminde ya büyüyor ya da küçülüyor. Yanlış anlaşılmasın yaralarımızla doğmuyoruz. Yaralarımızı da ailemiz açıyor. İşte M. Caner Alper’in kaleme aldığı Şeref Motel de çekirdek bir ailenin geçmişe yaptığı yolculuğu anlatıyor. Her ne kadar günümüzde aileler en fazla 4 kişilik olsa da halalar, teyzeler, dayılar, amcalar, yengeler, enişteler, kuzenler zaman zaman o çekirdeğin açılmasına, içten içe çürümesine sebebiyet veriyor.
AŞİNA OLDUĞUMUZ KARAKTERLER
Hepimizin ailelerimizden, akrabalarımızdan aşina olduğu karakterlere can vermiş Alper, Şeref Motel ekseninde dönen hikayesinde. Okurken ne kadarı gerçek diye sormadan edemedim. Çünkü romanda anlatılanların her biri aşina olduğumuz karakterler. Annelerin erkek kardeşlerine düşkünlüğü, dayı kavramı neden “amcalanmak” yok gibi çok haklı sorularla sorgulanıyor.
Kadınların, kendilerine değer vermeyen erkeklerin peşinde yıllarını harcamak zorunda kalmalarını anlamaya çalışıyor kitabın anlatıcısı ve baş karakteri Cem. Kitapta modern Türkiye’ye geçişin izlerini de görmek mümkün; 40’lı yaşlarının başındaki herkesin hatırlayacağı detaylarla örülü kitap. Hatta okurken ilk gençliğimi, ergenliğimi yaşadığım zamanlardaki özgürlüğe duyduğum umut canlandı gözümde, yazarın Duygu Asena’nın biz kadınlara aşılamaya çalıştığı özgüven duygusunu hatırlattığı satırlarda. Şeref Motel sadece kadının değil aile içinde ezilen ama yine de sorgulamayı başarabilen her bireyin özgürlük çabasını anlatıyor. 30 yıl önce bambaşka bir dünyada yaşayacağımızın hayalini kurduğumuz çocukluk hatıralarımıza, modernleşmenin herkesin kendi hayatını istediği gibi yaşaması isteğinin ne demek olduğuna bir kere daha bakmamızı sağlıyor.
M. Caner Alper, “Her ailede bir yaşlı, tarihe geçmiş mucit ağabeyinden, onlarca dile çevrilmiş yazar amcasından, sanat akımlarını etkilemiş ressam teyzesinden, hastalıklara şifa bulmuş doktor halasından ya da etkileyici yapıların mimarı kuzeninden değil de daha çok bir zamanlar ne kadar zengin olduklarından, gürül gürül para kazanırken nasıl har vurup harman savurduklarından ya da bir dönem herkesçe nasıl tanındıklarından filan bahsedip övünür. Bizimki de öyle bir sülaleydi işte” diyerek anlattığı sülalesinin aslında hepimizin sülalesi olduğunu anlamamızı sağlıyor. Alper aileye, akrabalara o kadar içeriden bir yerden bakmış ki her karakterin aslında kendi akrabalarınızdan oluştuğunu anlamak çok da vaktinizi almıyor. Kitabın aşina olduğumuz bir hikayeleri anlatırken bu kadar sürükleyici olmasının en büyük nedeni de M. Caner Alper’in sinematografik bakış açısı. Kitabın fonu olan motel, garsonundan gelen müşterilerine kadar her karakter sanki daha önce onları görmüşcesine gözünüzde canlanıyor.
Aile kavramını “Okuduğum kitaplardaki, seyrettiğim filmlerdeki o geniş, mutlu aile olamadığımız için, kendimi ve geleceğimi onlardan bir an önce kurtarmanın en doğru yol olduğunu artık biliyordum” satırlarıyla anlatan Alper okuyanı ister istemez çocukluğuna götürüyor. Hiçbir ailenin mükemmel olmadığını bir kez daha anlamamızı sağlıyor. Mutlu aile tablosunun sadece çocuklar korunarak, onlar yaralansa da yaralarına sahip çıkarak çizilebileceğini anlatıyor. Hem de okuyucunun gözüne sokmadan, hepimizin hikayesini anlatarak.