Yapmamayı tercih edenin etiği
Albert Cossery'nin kaleminden "Dilenciler ve Kibirliler" romanı, Kolektif Kitap tarafından yayımlandı. Yazar, "Dilenciler ve Kibirliler"in karakterleri üzerinden okurlarını yaşamı, dünyayı, genel ahlâkî yargıları sorgulamaya itiyor.
Sistemin dışında bir yaşam mümkün mü? Bu soru üzerine düşündüğümüzde ne kadar çabalarsak çabalayalım bir şekilde sistem denilen, tüm hayatımıza sızmış bu muğlak kelimenin ağları içinde olduğumuzu fark ediyoruz. Çünkü Baudrillard’ın hatırlattığı gibi; “Bizler bu tekelleşmiş küresel ağların içinde yüzen rehineleriz. Aynı zamanda hem kurban hem de suç ortağı konumundayız(2012: 29). Peki, bu konumu aşındırma imkânı var mı? Yaşamı olabildiğince küçültmek, tüketim alışkanlıklarımızı sorgulamak, fazlasını istemek yerine daha azına razı olmak gibi şeyler söylenebilir belki. En azından bu rehinelik konumunun biraz olsun dışında bir yaşamı düşünmeye başlayabiliriz böylece.
Kolektif Kitap tarafından, Servet Uygun çevirisi ile basılan, Albert Cossery’nin Dilenciler ve Kibirliler adlı kitabının karakterleri, yukarıda bahsettiklerimi hatırlattı. Kitabın karakterlerini başlığından da anlaşılacağı gibi, iki ayrı kategori üzerinden düşünebiliyoruz. Bir yanda hayatı içinde bulundukları tüm sıkıntıya, yoksulluğa rağmen olduğu gibi kabul eden, dünyanın gerçekliğiyle yüzleşmiş, sistemin içinde kalmaktansa “yapmamayı tercih etmiş” karakterler, diğer yanda devlet memuru, polis komiserliği gibi işlerde çalışan ve yaşadıkları yerdeki insanları “cahilliklerinden” kurtarmaya çalışan, kahraman olma sevdasına tutulmuş, kibirli, kendi benlikleriyle olmak istedikleri arasında sıkışmış karakterler… Cossery, yarattığı karakterlerle, onların hayatta kalma biçimleriyle bizi, 'dilenci olmak mı dilencileri kurtaran olmak mı?' sorusuyla baş başa bırakıyor. Veya kendisine kurtarıcı misyonu biçen aydınların devamlı bahsettikleri halk hakkında neyi gözden kaçırdıkları üzerine düşünmemizi sağlıyor.
DİLENCİLER
Dilenciler ve Kibirliler kitabının iki karakteri Gohar ve Yeghen ile başlayalım. Gohar eski bir akademisyen, hayata dair öğrencilerine kurduğu erdemli cümlelerden, hayatın asıl anlamının farklı olduğunu keşfetmesinden, resmi tarihin yalanlarını anlatmanın bir şekilde sisteme hizmet olduğunu fark etmesinden dolayı işini “yapmamayı tercih” ediyor. Ölmeyecek kadar karnının doyduğu, günü kurtaracak kadar uyuşturucu bulduğu, gazetelerden yatak yaptığı, tek sandalyeli odasına razı bir hayat sürdürüyor. Yeghen ise bir şair, şiirleri eleştirmenler tarafından dikkat çeken bir şair ama o da Gohar gibi tüm bunların büyüsüne kapılmayarak basit bir hayat seçiyor. Bu iki karakter için hayata dair edilmiş büyük lafların hiç kıymeti yok, daha iyisi için çabalamanın da. Çünkü onlara göre içinde bulundukları yaşam, bir anlamda sisteme veya devlete hizmet etmemek anlamına geliyor. Gohar, bir yerde yaşam biçimini “iş birliğini reddetmek” olarak tanımlıyor. Halkı sömüren pislikleri inkâr ettiğine dair eleştirildiğinde, sessiz konumunun bir rıza olmadığını, tam tersine tüm toplumun işbirliğini reddedip dilenci olması hâlinde sistemin “tuz buz olacağını” iddia ediyor. Çünkü Gohar’a göre sistemin herhangi bir yerinden tutup daha iyi bir yaşam sürmektense yaşayacak kadarına razı olup, sessiz kalmak daha erdemli bir davranış. Onun reddedişlerinde böyle bir yan var. Bu iki karakterin tavrı bazı açılardan Herman Melville’in ünlü karakteri "Kâtip Bartleby”yi hatırlatıyor. Bartleby, bir hukuk bürosunda çalışırken, başlangıçta sadece kendine verilen işi “normal” şartlarda yerine getiriyordu. Onun dışında kendisine verilen işleri “yapmamayı tercih ederim” diyerek reddediyor ve sonrasında hiçbir şey yapmamaya başlıyordu. Onun geliştirdiği pasif bir direnme yöntemine dönüşüyordu böylece, çünkü basit bir hukuk işini yapmamanın bile düzeni bozan bir tarafı vardı. Buradaki “yapmama tercihi”, gücü yetmemekten çok bir tavır almakla ilişkiliydi. Gohar ve Yeghen’in de tercih ettiği gücü yetmemekle değil, yapmak istememekle açıklanabilir. Gohar istese akademide derslerine devam eder, iyi şartlarda bir yaşam sürerdi; Yeghen, şiirlerinin peşine düşse o da daha iyi bir yaşama sahip olurdu. Onlar hayatın tüm pisliklerini bilip, yüzleşip onu besleyen sistemin içinde olmaktansa dışında kalma çabası veren karakterler.
YABANCILIK
Dilenciler ve Kibirliler kitabının Gohar karakteri hakkında bahsedilmesi gereken bir şey de, uyuşturucu yoksunluğu çektiği bir anda kendisini kaybedip cinayet işlemesi ve durum karşısında takındığı “yabancı” tavır. Gohar, cinayeti silik bir şekilde hatırlarken, sanki içine başka birinin girip işlediği bu suç nedeniyle üzüntü, acı, kaygı gibi beklenebilecek tavırlar sergilemeyi doğru bulmuyor. Polis peşine düştüğünde bile bu tavrını sürdürüyor ve bu duyarsızlığını olumluyor: “Hiç kuşkusuz kendisini bir canavar olarak niteleyip, pişmanlığın içini kemirmesine izin verirdi. Ama şimdi hiçbir şeyin önemi yoktu. Cinayet karşısında bile duyarsızdı. Bu takdir edilecek bir gelişme değil miydi? Bu cinayet, onu yalan dolu eski hayatına bağlayan son bağları da koparmıştı. Talihli bir kurtuluş”. Sanırım burada şunu ayırt etmek gerekiyor: Gohar, işlediği suçun tek değerinin yasaları uygulamakla ilgili olduğunu düşünüyor. Bir suç karşısında kurban için adaletin yerine getirilmesinden çok ortaya konan tavır, yasayı uygulamak ki metinde cinayete yaklaşımda bunu gözlemleyebiliyoruz. Gohar, genelevde çalışan bir kadını öldürüyor, ölen kadının varlığı, hayattan koparılması kimsenin sorunu değil. Sadece suçluyu bulmak, yasayı uygulamak konuşuluyor. Yasanın devreye girdiği yerde vicdandan değil ancak uygulanması gereken bürokrasiden bahsedilebiliyor. Gohar’ın işlediği cinayet karşısındaki “yabancılığı” biraz bununla ilgili sahte bir vicdan azabındansa, farkına varmadan işlediği suçu yok saymayı tercih ediyor. Hâttâ işlediği suça karşı kendisini savunmayacağını, Yeghen’in cinayeti çözdüğünde söylediği cümlelerden anlıyoruz: “Her şeye rağmen Gohar’ı suçlu bir katil olarak düşünmek çılgıncaydı. Yeghen, hâlâ tereddüt ediyordu. Ancak polisin yöntemlerini uzun zamandır çok iyi biliyordu. Eğer Gohar sert bir sorgulamaya maruz kalırsa asla kendini savunamazdı. Zaten savunmak ister miydi ki?” Genel ahlâkçı bir yargıyla değerlendirdiğimizde Gohar’ın işlediği “suç” karşısındaki tavrını yargılamak, onu bir katil olarak görmek kolay olurdu ancak burada atlanmaması gereken, karakterin davranışının kurbanla ilgili olmadığını görmek. Sorun adalet sistemi ve onun davranışının altında yatan daha çok yasaya karşı itaatsiz tavırla ilgili. “İyi”, “güzel” ve “ahlâklı” olarak kodlananın yüceltilmesine karşı bir duruş. Dünyevi bir tip olarak Gohar, tüm önyargıları üzerinde toplayabilir, çok kolay vicdansız görülebilir ama bir yanıyla Nietzscheci Zerdüşt kişiliği hatırlatır çünkü “ahlâkın kendini alt-etmesi” olarak adlandırılan şeyi sembolize eder. Bu da verili iyinin ve kötünün ötesinde bir ahlâkî varoluştur. Keith Ansell-Pearson bir tip olarak Zerdüşt’ü şöyle yorumlar: “Şimdiye dek kutsal, iyi, dokunulmaz ve ilahi diye adlandırılan her şeyle safça ve içinden geldiği gibi, düşünmeksizin oynayan “bir tinin ideali”, dünyevi bir tiple karşı karşıya geldiğinde bu tür bir tip, acımasız görünecektir…” (1994: 135). Gohar, genel yargılarla baktığımızda “acımasız” görünecektir gerçekten de ama onun yaşamına ve reddedişlerine bakıldığında davranışlarının ardında kendince ahlâkî bir yan olduğu görülebilir.
KİBİRLİLER
Albert Cossery’nin kitabının “kibirliler” olarak değerlendirebileceğimiz karakterlerinden birini örneklememiz gerekirse bu karakter El Kordi olacaktır. El Kordi bir devlet memuru olarak çalışır, kendisini devrimci bir benlik olarak sunar, halkının sefalet içindeki hayatını gülümsemeyle karşılamasını sorun eder, onları kurtarmak ister. Onun ironisi hem devlette üst düzey bir memur olarak çalışması -ki yeri geldiğinde bu konumundan böbürlenmeyi bilir- hem de halkını kurtarıp kahraman olma isteğidir. El Kordi, kitabın “dilenciler” kısmında değerlendirdiğimiz karakterleri pisliğin farkında olmamakla suçlar ancak asıl kendisinin de sömürenin bir parçası olduğunun farkına varmaz. Kibirlice halkını eleştirirken kendi konumunu sorgulamaz. İster ki o önden yürüsün halk onu takip etsin. Ama üzerine geçirdiği bu devrimci kimlikle asıl olduğu kişi arasındaki yarık devamlı başına bela olur. Örneğin: kafasına koyduğu “kamulaştırma” fikriyle bir kuyumcudan hırsızlık yapma çabası, vitrinin önünde duran bir kadına sarkıntılık etmesiyle son bulurken, anlatıcının bu duruma dair söyledikleri onun gerçek benliği hakkında bize fikir verebilir: “Ezilmiş kalabalıkların sefaleti, yükselen devrim, lanetli güçlerin alaşağı edilmesi, bütün bunlar bir kenarda bekleyebilirdi. Şimdi sadece, şehvetli kalçalarının kıvraklığıyla içini delen bu iştah kabartıcı avı tavlamakla meşguldü.” Ayrıca, Dostoyevski’nin “Yeraltı insanı”nda gördüğümüz sıradanlığı kabul edemeyip bir kahramana dönüşme arzusunu El Kordi için de söyleyebiliriz. “Yeraltı insanı”nın âşık olduğu Liza ile olan ilişkisini hatırlayalım. Sadece genelev olduğunu tahmin ettiğimiz bir yerde çalıştığı için Liza’yı “kurtarma” çabasına giriyordu karakter. Aynı durum El Kordi için de geçerli, o da genelevde çalışan bir kadına âşık ve onu kendisine göre; sefalet içinde olan yaşamından kurtarmaya çalışıyor. Burada devreye giren ahlâk, kendisini sömürünün dışında konumlamasıyla ilgili çünkü El Kordi devlete memurluk ederken kendi bedeninin de sömürüldüğünü düşünemiyor, sevdiği kadının bedeninin de aynı sömürünün parçası olduğunun farkında değil. O, kendi yerini genel ahlâkın normlarına göre belirliyor. Böylece, onu “kurtarıp” kısa yoldan “kahraman” olmayı umarken, üzerine giydirdiği kimliğin de onaylanmış olacağı hayaline kapılıyor, onun halkı “kurtarma” çabasının ardında da böyle bir sebep yatıyor bana kalırsa. Çünkü polis tarafından takip edildiğini düşündüğünde bunu böbürlenerek anlatırken, artık gerçek bir devrimci olduğunu söylerken karşılaştığımız genellikle benliğini onaylatma çabasıyla ilişkileniyor. Cossery’nin El Kordi karakteri üzerinden anlatmaya çalıştığı “kibirliler” hayata yön verebileceklerini düşünen, devamlı halk kelimesini kullanıp aslında onları hiç anlamaya çalışmayan, aydın temsili üzerine düşündürüyor okuru.
Cossery, Dilenciler ve Kibirliler kitabının karakterleri üzerinden bizi yaşamı, dünyayı, genel ahlâkî yargıları sorgulamaya itiyor. Kibirli bir bakışla “kurtarıcı” olmak mı yoksa sistemin olabildiğince dışında kalıp, itaat etmemeye çalışmak, “yapmamayı tercih” etmek mi daha ahlâki bir tutum olur, sanırım asıl soru bu. Ayrıca metinde karakter yaratma başarısını da göstermiş oluyor yazar. İki kategoriye ayırdığı karakterlerinin farkını ayırt edebiliyoruz, olaylar karşısında nasıl davranacaklarını kestirebildiğimiz birey temsilleri çıkıyor ortaya. Kısacası Cossery, “dilenci” ve “kibirli” gibi iki “tip” yaratabilmiş. Elbette dünya iki tip üzerinden kavranamaz ve hayatta böyle ikili kategoriler yok ama yine de bu kitabın özellikle dilenciler kısmında yer alan karakterleri beni epey düşündürdü.
KAYNAKLAR
Baudrillard, J., (2012), “Karnaval ve Yamyam, ‘Karnından Konuşan Kötülük’”, (Çev. Oğuz Adanır), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Pearson, K. A., (1998), “Kusursuz Nihilist”, (Çev. Cem Soydemir), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.