Sanatın ve edebiyatın nabzı dergilerde atıyor
Günümüzde dergi çıkarmak formaliteler açısından hiç de zor değil. En önemli sorun, derginin içini doldurmak, yani yayın politikasına bağlı olarak her sayıda bir önceki sayıdan geri düşmeyen, daha ileri giden bir içerik oluşturmaktır. Bu bağlamda stratejiler geliştirmek, her derginin kendine uygun kültürel alanlar belirlemesiyle mümkündür. Ülkemizde de çeşitli alanlarda birçok dergi yayınlanmaktadır. Bu bağlamda Notos, Varlık, Ecinniler, Altıyedi ve Artemis dergilerinden söz etmek istiyorum...
Kitap ile gazete arasında bir yayın türü olan dergi, bu iki tür yayının özelliklerinin kesişmesinden oluşur. Örneğin, nicelik olarak uzun olmasına karşın bir kitap için yetersiz uzunlukta ama bir gazete için de fazla uzun olan yazılar, dergilerde yayınlanır. Nitelik olarak ise dergi yazıları, bir kitap için gerekli genellikte (geniş bir zamana ve mekâna yayılma) olmazken, gazete için de gerekli güncellikte olmazlar. Gazeteler popüler hayatın nabzını tutarken, kitaplar zaman sınırını aşan genel bir hayatın nabzını tutar. Dergiler ise yer yer popüler hayatın nabzını tutarken, kitaplar gibi uzun erimli zamana seslenseler de, daha çok ortalama bir zaman içindeki kültürel yaşamla ilgilidirler. Bu nedenle dergilerin yayınlanma süreleri genellikle aylık ya da iki aylık periyotlarla belirlenir. Üç ya da dört ayda bir yayınlanan dergiler de vardır ama bu dergiler gizli bir kitap işlevi görme iddiası da taşıyabilirler. Zaten hatırlanırsa, 1980 faşist askeri darbesinden sonra dergi biçiminde basılı yayın yapma ağır izne tabi tutulmuştu. Dergi çıkarmaya valilikler tarafından kolay kolay izin verilmiyordu. Kitap çıkarmak daha kolaydı. Bu nedenle dergi çıkarmak isteyenler, iki ya da üç ay periyotlarda çıkan, biraz kalınca, görünüşte kitabı çağrıştıran, “ortak kitap” adlı bir yayın türü geliştirmişlerdi. Demek insanlar içlerindeki var olma potansiyelini her koşulda gerçekleştirme yolunu bulabiliyorlardı.
Günümüzde dergi çıkarmak formaliteler açısından hiç de zor değil. Baskı teknolojisi, kâğıt (fiyatı son yıllarda epey artmış olsa da), dağıtım mekanizması gibi dinamikler, dergi çıkarmak isteyen birileri için üstesinden gelinebilecek konular. Ama en önemli sorun, derginin içini doldurmaktır. Yani yayın politikasına bağlı olarak her sayıda bir önceki sayıdan geri düşmeyen, daha ileri giden bir içerik oluşturmaktır. Bu bağlamda stratejiler geliştirmek, her derginin kendine uygun kültürel alanlar belirlemesiyle mümkündür. Bu kültürel alanlar, dergiyi sürekli ayakta tutabilecek düşünsel, sanatsal, politik (derginin alanına göre) üretim gücüne sahip olmalıdır. Yazı yazabilecek, entelektüel üretimde bulunan insanlar olmalıdır. Örneğin, gençlik dergisi ise ya da akademik boyutu olan bir dergiyse, üniversite çevrelerinde mutlaka bulunmalıdır.
Ülkemizde de çeşitli alanlarda birçok dergi yayınlanmaktadır. Bu bağlamda birkaç dergiden söz etmek istiyorum: Bunlardan biri, iki ayda bir çıkan Notos dergisi. Semih Gümüş yönetiminde yayınlanan dergi, son derece bilinçli, arkasında sağlam bir dergicilik politikasının yattığı belli olan bir sanat, kültür, edebiyat dergisi. Semih Gümüş ülkemizin önemli aydınlarından, yazarlarından, eleştirmenlerinden biri. Notos dergisini ve yayınlarını gerçekleştirmeden önce derin ve uzun bir yayıncılık deneyimine sahip. 1980’li yıllarda, Ankara’da başlayan ve mutfağında bir süre birlikte bulunduğumuz Yarın dergisi serüveninden, Adam Yayınları serüvenine uzanan bir birikime sahip. Notos’un son sayısında geniş bir “küçük İskender dosyası” yer alıyor. İskender’in şair ve yazar olarak öneminin çeşitli boyutlarıyla değerlendirildiği bir dosya.
Varlık dergisi her sayıda bir dosya sunmayı sürdürüyor. Son sayısının dosya konusu “Değişen Okuma Kültürü”. Varlık dergisinin bendeki karşılığını, bir anımı paylaşarak anlatmak istiyorum. Geçen haftalarda bir pazar günü Feriköy Antika Pazarı'nda dolaşırken, 1951 yılına ait Varlık dergileri satan bir sahaf tezgâhına rastladım. Derginin o sayıdaki yazarları kapakta yer alıyordu. İlk başta Yaşar Nabi Nayır, onun altında ise Behçet Necatigil ile devam ediyordu. Listede yer alan tüm adlar, edebiyatımızı biçimlendiren, yönlendiren saygın, nitelikli ve bugün benim kuşağımın miras olarak devraldığı adlardı. 1933 yılında kurulmuş olan bu dergiyi elimde tutarken, ülkenin Cumhuriyet tarihini, aydınlanma çabalarını, edebiyatımızın kendine özgü bir kimlik oluşturma denemelerini elimde tuttuğumu biliyordum. Bu yüzden de heyecanlıydım. Hiç unutmam, orta birinci sınıftayken, ağabeyimin bana hediye ettiği, Varlık Yayınları’ndan çıkmış olan, Jack London’ın Ateş Yakmak adlı öykü kitabını büyülenerek okumadan önce, küçük boy kitabın kapalı sayfalarını dikkatli biçimde, bir bıçakla açmıştım. Kitabın arka sayfalarında, Varlık Yayınları’nın yayınladığı diğer kitapların listesi yer alıyordu. Bu listeyi defalarca okumuş, bazen kitabın etkileyici bulduğum adına göre, bazen yazarının ilginç bulduğum adına göre işaretlemiştim. Ta o zamanlar, yazar olmayı (şairliği de yazarlıktan sayıyordum), okuyup etkilendiğim kitaplardan dolayı kafama koymuştum. Bir gün benim adımın da bu listede yer almasını düşlediğimi ilk kez burada açıklıyorum. Aradan geçen yaklaşık elli yıl içinde, Varlık Yayınları'nda sekiz kitabım yayınlandı. Varlık dergisinde yaklaşık kırk yıldır şiir ve yazı yayınlıyorum. Ben kendi adıma hep “yayıncılık, yayıncılığın işidir” diye düşünmüşümdür. Ayrıca Varlık Yayınevi'nin ve dergisinin ideolojik yelpazesinin (böyle bir dergiden radikal bir politik kopuş beklememek gerekir) başlangıcındaki açısından pek şaştığını söylemek de haksızlık olacağı gibi, daha da genişlettiğini söylemek doğru olur. Elbette kendini teknik olarak gelişen zamana uydurmasını bilen dergi, içerik olarak da belli bir dinamizmin, belli bir organik yapılanmanın gerisine düşmemiştir. Yeni yazarlar, şairler çıkarma anlayışı, dergiyi bir okul olarak da görmemize neden olmuştur.
Ecinniler, iki ayda bir çıkan, dördüncü sayısına hazırlanan bir dergi. Buna karşın belli bir okur kesiminin ilgisini toplamış görünüyor. Gökhan Arslan, Çağla Çinili ve Tunca Çaylant’ın yönetiminde çıkan dergi ile ilgili olarak, geçtiğimiz aylarda Evrensel gazetesinde yapılan bir söyleşide Gökhan Arslan şunları söylüyor: “İlk sayımızın sunuş yazısında buna biraz değindik aslında. Bir dergi en nihayetinde bir itirazla, mevcut durumdan rahatsızlık duyduğu için çıkar. Bizi son 5-6 yıldır en çok rahatsız eden konu, edebiyat dergisi etiketiyle çıkan dergilerin daha çok popüler kültüre yaslanan, bundan kâr etmeye çalışan ve metinden ziyade magazine eğilen dergiler olmasıydı. Biz edebiyata her alandan yaklaşmak ve metin odaklı çalışmalar yapmak için böyle bir dergi çıkarmaya karar verdik.”
Çağla Çinili de şöyle diyor: “…edebi havayı özlediğimiz ve bu havayı zamanın ruhuna uygun olarak devam ettirmek istediğimiz için dergi çıkartmak yükünü omuzladık…”
Tunca Çaylant ise derginin yayın programı anlayışını şöyle açıklıyor: “…Derginin 1, 3 gibi tek sayılarında edebiyatın bir kavram üzerinden masaya yatırıldığı dosyalar; 2, 4 gibi çift sayılarında odak bir yazarın edebi üretiminin işlendiği dosyalar yapalım dedik. Bunun bir dinamizm yaratabileceğini düşündük…”
Zonguldak’ta üç ayda bir yayınlanan Altıyedi adlı dergi de her sayısında bir dosya konusu belirliyor. Ülkemizdeki sosyolojik, politik ya da kültürel boyutları olan bir konunun çeşitli boyutlarıyla irdelendiği derginin sahibi Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı olarak görünüyor. Buna karşın son derece sivil bir kimlikte yayınlanan derginin yayın kurulunda şu adlar var: Ahmet Öztürk, Ece Bakioğlu, Kürşat Coşgun, Mine Yörük, Üzeyir Karahasanoğlu ve Yunus Aykut Kırbıyık. Derginin son sayısının dosya konusunu Taşra oluşturuyor. Ayrıca şiirler, makaleler, öyküler de onları okurken ufku genişleyecek, imgelemi ve heyecanı çoğalacak okurlarını bekliyor. Altıyedi dergisi, daha önce de Yabancılaşma, Göç ve Öteki konularını ayrı ayrı dosya konusu yapmış. Çağımızın bu önemli sorunlarını, Zonguldak’ta güç bela yayınlanan bir derginin kendine dert edinmesi, son derece saygıya değer görülmelidir.
Artemis dergisine de dikkat çekmeden geçmemeliyim. Manisa’nın Salihli ilçesinde yayınlanan dergi, Yusuf Çağlar yönetiminde çıkıyor. Üç ayda bir yayınlanan derginin son sayısında “İçimizdeki Göç” konulu dosya yer alıyor. Bu bağlamda Habip Bektaş, Ertuğrul Özüaydın ve Yusuf Çağlar’ın açık oturumu ilgiyle okunabilir. Salihli, uzun yıllar Şadan Gökovalı’nın çabalarıyla gerçekleşen “Salihli Şiir İkindileri” ile şiirimize hareket kazandırmıştır. Şiirsel potansiyeli ve ilgisi ile Salihli’de Artemis gibi bir derginin yayınlanması, ondan beklenen bir ivmedir, aslında. Artemis’i belki gelecekte daha gelişmiş bir yayın olarak da görebiliriz.
Yukarıda sözünü ettiğim dergilerden ikisinin, Altıyedi ve Artemis dergilerinin dikkat çeken özelliği, merkez dışında, yani İstanbul dışında çıkmalarına karşın, birçok periferi dergisinde gözlemlenebilen taşra kompleksini aşmış görünmeleridir. Ne yazık ki, ülkemizde, kültürel dağılımın eşit olmamasından kaynaklanan bir merkez ve taşra gerçeği vardır. Oysa, örneğin Fransa’da böyle bir durumdan söz edilmez. Güneybatı Fransa’daki küçük bir kentte yayınlanan dergi ile Paris’te yayınlanan dergi arasında pek fazla fark yoktur. Birçok bilinen Fransız şairinin ve yazarının da merkezden uzak, küçük kasabalarda yaşadığı görülür. Buna karşın varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Ülkemizde medyanın, baskı teknolojilerinin, kültürlenme sürecinde yer alan birçok ögenin bir merkezde toplanmış olması, diğer bölgeler için haksızlıktır. Ne var ki, internet teknolojisinin iletişim olanaklarını son derece geliştirmiş olması, bir dergi çıkarmak için gereken, merkez dışındaki entelektüel sermayeye ulaşma zorluklarını ortadan kaldırmıştır. Ancak maddi sermayeye ulaşmada zorluklar vardır. Bu nedenle merkez dışında da artık iyi dergiler çıkabildiği görülmektedir. Bu dergilerden de sonraki yazılarımızda söz ederiz...