Ezber bozan bir gençlik romanı: Mavi Kulübe
Susan Kreller'in kaleminden, çocukların aile içinde ve dışarıda dolaylı ya da dolaysız olarak maruz kaldıkları şiddete karşı net bir tutum alan kitabı "Mavi Kulübe", Ginko Çocuk tarafından yayımlandı. Kitap, sadece önemli konuları sorgulatan kurgusuyla değil, korkunç gerçekleri irkiltici ayrıntılara girmeden duyumsatan diliyle de sıra dışı bir okuma deneyimi yaşatıyor.
Suna Altınkip
Herkesin birbirini tanıdığı bir kasaba. Bahçeler düzenli, evler derli toplu; tekdüze, sakin akan bir hayat. Annesi öldüğünden beri, her yaz tatilini bu emekliler cennetinde, babaannesinin ve dedesinin yanında geçiren Maya’nın sıkılmasına şaşmamalı. Neredeyse hiç yaşıtı yok, olanlarsa aralarına dışardan gelmiş yabancıları almıyor. Babaanne bunu ve Maya’nın neden bir türlü kendine arkadaş edinemediğini anlamıyor. Tıpkı küçük çocuklar ve anneler dışında kimsenin uğramadığı oyun parkında, Maya’nın gün boyu ne yaptığını anlamadığı gibi.
Oysa tırmanma kulesinin tepesinde, başında kulaklıklarla oturup müzik dinlemek zaman öldürmek için birebir. Maya’nın da yaptığı bu. Ta ki bir gün, ondan birkaç yaş küçük bir kız yanına tırmanıp rahatını bozana dek...
Aslında başta her şey yolunda gidiyor. Maya ile Julia tanışıyor. Biraz hantal da olsa aralarında bir sohbet gelişiyor. Ama sonra yağmur bastırıyor. Julia ıslak kazağını çıkarırken altındaki tişörtü biraz sıyrılıyor ve Maya’nın gözü, kızın karnındaki mor lekelere takılıyor.
“Morluk edinmenin bin bir yolu var.” Akşam eve dönerken bütün olasılıkları aklından geçiren Maya, karın bölgesindeki çürükler için yine de ikna edici bir açıklama bulamıyor. Sonraki günler Maya, oyun parkında yine Julia ve onun küçük kardeşi Max ile vakit geçiriyor. İki çocukta bir tuhaflık var gibi geliyor Maya’ya. Ama en tuhafı, kardeşlerin her gün uğradıkları oyun parkına bir gün gelmemeleri.
Akşama kadar bekleyen Maya, onları merak etmekten kendini alamayıp evlerinin yolunu tutuyor. Ama tam zile basacakken sesler ve pencerenin arkasında bir hareket dikkatini çekiyor.
Bazen görmezden gelip kaçamazsın. En azından Maya gözlerini kapatmıyor. Mor lekelere ikna olmayan, çocukları merak eden, işin içinde bir tuhaflık olduğunu sezen yine o değil miydi?! İşte şimdi yapayalnız. Yıllar içinde Maya’dan çok daha fazlasına şahit olmuş kasabalılara, başta da babaanneye göre herhangi bir sorun yok! Çocuklar zor, araba galerisi sahibi baba tanınmış saygın bir şahsiyet, anneyse, biraz ürkek bir izlenim verse de aslında sadece şu sesi soluğu çıkmayan sıradan kadından biri! Hem herkesin evinde bazen “bir şeyler” yaşanır, huzur kaçırmamak, burun sokmamak, başa bela almamak gerekir!
Ne kadar da tanıdık, değil mi? Aile içi şiddetin yeşerdiği zemini ustaca anlatan tanınmış yazar Susan Kreller’in, Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’ne aday gösterilen gençlik romanı Mavi Kulübe yüzlerce kilometre uzaklıktaki bir Alman kasabasında geçiyor. Ama sayfaları çevirirken kilometreler eriyor, ülkemizin odağında, mahallemizde, şu çok iyi bildiğimiz “özel” alanlarımızda, en yakınlarımızdan başkasını sokmadığımız evlerde buluyoruz kendimizi.
Evinde dövülen kadınlar, şiddetin şahidi ve hedefi olan çocuklar beliriyor gözümüzde. Onlara ne yazık ki alışkınız. Günbegün haberlerden bir haber olarak karşımıza çıkan şiddet kurbanlarıyla bir gençlik romanında yüzleşmeye değiliz ama.
Peki, gençler için yazan bir edebiyatçı bu konuyu neden seçer? Susan Kreller, bir röportajında bunu şu sözlerle açıklıyor: “Beni bu kitabı yazmaya iten, şiddet ve taciz kurbanı çocuklarla ilgili medyada ardı arkası kesilmeyen haberlerdi. Bunları okumak bile bana dayanılmaz geliyordu. Özellikle iki olgu durmadan zihnimi kemiriyordu. Birincisi, bu çocuklar tümüyle yalnızdı, o kadar ki yalnızlıkları tasavvur bile edilemez. Diğer yandan kendime, ben ne yapardım diye sormadan edemedim. Sahi, komşu evde böylesine korkunç bir şeyden şüphelenen biri ne yapar? Sıkça sivil cesaretin lafı edilir. Ama insan nasıl görür, nasıl fark eder ve hepsinden önemlisi nasıl davranıp harekete geçer? İşte bu sorular bana Mavi Kulübe’yi yazdırdı.”
Mavi Kulübe’de harekete geçen tek kişi Maya. Derdini anlatmaya, destek almaya çalıştığı kasabalılar önüne duvar ördükçe çaresizliğe kapılıyor. Ama çaresizlik, romanın başkahramanını durdurmuyor. Aksine, bir şeyler yapmak için çırpınırken hatadan hataya sürükleniyor.
Ama Maya’yı sahici kılan, genç okurun onunla hiç zorlanmadan özdeşleşmesini sağlayan da bu. Zaten yazarın amacı da ideal bir karakter yaratmaktan ziyade, okuru peşinde sürüklerken bir yandan da düşündürtmeyi başaran, hiçbir şey yapmamaktansa hata yapmak yeğdir farkındalığı uyandıran bir karakter yaratmak. “Sonuçta, böyle bir olaya müdahale etmenin yüzde yüz doğru bir yolu yoktur, zaten meseleyi bu kadar zorlaştıran da budur,” diyor Susan Kreller ve ekliyor: “Şiddet kurbanı çocukları buna rağmen yalnız bırakmamak, onlara, bak, burada seni önemseyen biri var hissi vermek bu yüzden cesaret istiyor. Bu elbette, kuşaklar öncesinden günümüze kadar uzanıp gelen aile içi şiddet sorununu ortadan kaldırmaz. Üstelik güncel araştırmalar, birçok ailede dayağın hâlâ yaygın bir şekilde uygulanageldiğini gösteriyor. Ama yine de bazı çocukları koruyabileceğimize inanıyorum ve bir çocuğa biraz olsun yardım edilmesi bile önemli.”
Maya’nın da yapmaya çalıştığı bu. Yardım edeyim derken işleri yüzüne gözüne bulaştırmasına karşın bir şey başarıyor: Kasabanın huzurunu kaçırıyor. Yetişkinler harekete geçmek zorunda kalıyor. Hem de nasıl! Tepki, öfke, pencereye atılan taşların hedefi araba galerisi sahibinin evi mi sandınız? O halde çok yanıldınız.
Ginko Çocuk’tan çıkan Mavi Kulübe, çok daha gerçekçi, çok daha sarsıcı bir roman. Buna rağmen umut aşılamasını iyi edebiyatın sağaltıcı işlevine, yani Susan Kreller’in kalemine borçluyuz. Ve tabii ki Maya’ya. Ne kasabalılardan, ne polisten ne de zorlu hayatlar yaşayan insanları konu eden belgeseller çeken ama iş zora gelince kızını “boşver” ile geçiştiren babasından destek görmeyen bu güçlü karakter yapılabilecek tüm hataları sırtlarken, okura yapılmaması gereken tek şeyi gösteriyor: Görmezden gelmek!
Ama roman sadece önemli konuları sorgulatan kurgusuyla değil, korkunç gerçekleri irkiltici ayrıntılara girmeden duyumsatan diliyle de sıra dışı bir okuma deneyimi yaşatıyor. Bu dil (ve nitelikli çevirisi) sayesine okur, hikâyenin yoğun atmosferinin içinden geçerken olayların altında ezilip kalmıyor, aksine kitaptan umut, güç ve cesaret toplayarak çıkıyor.
“Edebiyat,” Susan Kreller’in sözleriyle tekrarlayacaksak, “tek başına bile sağaltıcıdır.” Ama tam da bugün, tam da kadına ve çocuğa yönelen şiddeti sıradanlaştırıp meşrulaştırma çabalarının giderek yaygınlaştığı bir iklimde cesarete de ihtiyacımız var. Ve sağaltmakla kalmayan, hayatın önlerine koyduğu tüm sorunlarla baş etmek zorunda olan gençlerin cesaret toplamasına katkı sunan Mavi Kulübe gibi iyi edebiyata.