Kaan Koç’un yeni şiir kitabı: 'Ağız'
Kaan Koç'un yeni şiir kitabı "Ağız", İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Koç'un güçsüzün gücünü denediği, günceldeki tarihsel, sosyal, kültürel çelişkilere, derinliğin yüzeydeki belirtilerinden, ipuçlarından yola çıkarak yaşamın "dibine" diyalektik dalışlar yaptığı yeni kitabının gözden kaçmaması gerektiğini söylemek isteriz…
Zeki Coşkun, 13 Ağustos 2020 Perşembe günü Gazete Duvar’da çıkan "Salgına, Barbarlığa Karşı Şiir" başlıklı yazısında, "Şiir insanın ana dilidir. İnsan tekinin değil, insan türünün ana dilidir şiir" diyor ve sonra Jean Jacques Rousseau’nun şiirle ilgili düşüncelerine yer veriyor. Coşkun, "Rousseau'ya göre insanı söyleten, konuşturan 'düşünce' değil, tutkuları, şaşkınlıkları, coşkuları, korkuları, duygularıdır" vurgusunu da yaparak sözü ünlü düşünüre bırakıyor: "Melodi, sesin dalgalanmalarını taklit ederek inleme, acı veya sevinç çığlıkları, tehditler, sızlanmalar ifade eder; duyguların bütün sesli işaretleri, melodinin kaynağıdır. (…) Melodi, konuşur; onun dalgalanan, canlı, ateşli, etkili dili, sözün kendisinden yüz kat daha fazla enerji yüklüdür."
Yazısında şiirin tarih boyunca yüzleşme, hesaplaşma gibi önemli bir misyon üstlenmiş olduğunu vurgulayan Coşkun, modern Türkçe şiirin 12 Eylül de dahil bu dönemden sonraki büyük toplumsal acılara yol açan, başta 2 Temmuz olmak üzere toplumun maruz kaldığı barbarlıkla yüzleşmediğini, yüzleşemediğini dile getiriyor. Yüzleşmeyi ötelediğine, dahası şiire içkin bu önemli refkleksin kaybolduğuna dikkati çekiyor. Zeki Coşkun, kırk yıldır barbarlıkla yüzleşmekten kaçan şiirin hiç değilse salgına karşı bu tavrını sürdürmemesi gerektiği yönünde uyarıyla bitiriyor sözünü. Coşkun’un okuyanı düşünmeye, şairleri sorumluluğa davet eden bu önemli yazısını okumayanlara önererek hatırlatmış olalım…
Kültür yayıncılığı alanında markalaşmış yayınevlerinin genel olarak şiire karşı soğuk durdukları biliniyor. O nedenle olsa gerek başlangıçta yer vermedikleri şiir için yayın listelerinde sonradan yer açmaları, hem sevindiriyor hem de şaşırtıyor.
Yayımladığı genç kuşak isimlerin şiir kitaplarıyla İthaki Yayınları son dönemde dikkat çekmeye başladı. Yayınevi son olarak Kaan Koç’un (1986) şiirlerini okurla buluşturdu. İlk şiir kitabı Çok Tanrılı Sular 2009’da yayımlanan Koç’un, Biraz Konuşmasak (2014) ve Gece Hapları (2015) okurla buluşan diğer yapıtları…
İki binli yıllardan sonra yazılan şiirin özelliklerinin ve yeni kuşak şairlerin eğilimlerinin "çoklu" kavramıyla tanımlanmasının kolaylaştırıcı olduğu açık. Bu dönemin özellikleriyle ilgili ek olarak şiirde "deneme" eğiliminin de önemli bir ağırlığının olduğunu söyleyebiliriz. Bu eğilimi benimseyen şairlerin geleneği de, kendisini de deneme tarzıyla aşmaya yöneldiği dikkat çekiyor. Şiirde her yeni kuşağın kendisinden önceki, özellikle en yakınındaki kuşağın anlayışına itirazla yol almak istediğini belirtelim. İki binli yılların yeni kuşak şairleriyle ortaya çıkan eğilim, anlayış çokluğunun da belki en ve tek ortak yönünün önceki şiiri aşma, ondan kurtulma arayışıdır diyebiliriz. Bu dönemin eğilimlerinden deneyselci şiir girişiminden farklı biçimde bir de "denemeci" bir anlayışın gelişmiş olduğuna dikkat çekmek isteriz. Kaan Koç da "denemeci" arayış içinde olan isimler arasında sayabileceğimiz bir şair.
Şiir denemeyle, arayışla mümkün, ki Kaan Koç da bunun farkında. Kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları dile getiriyor: "Ben şiirimi daha oluşturmaya çalışıyorum. Bu çalışma, ben yazdığım müddetçe, ölene kadar da sürecek."
Ölene kadar denemeye, aramaya devam edeceğini, bu çabasının hep süreceğini vaat eden şairin son kitabının ilk şiirinden bir bölüm aktaralım:
dikine sevmeye başladın avcı - bir kâr zarar eğrisi - gibi
okumaya çalışanlar seni ters tutuyordu defteri
kurdeleler, dik yakalar, düşük omuzlar ve petrol
ve masada lamban elektrik sızdıran ve adisyonlar
dantelli dantelli dantelli çocukluk uykuların
bir de artık içine kendi gözlerini koymayı unuttuğun rüyalar
senden bir şeyleri çarçabuk aldılar
Ağız, alınlık diyebileceğimiz bir deyişle, “konuşmak için sustum” sözüyle açılıyor, ama asıl dikkati "Natura" başlıklı şiirin alınlığı olan Seneca’nın sözü çekiyor: "Naturae est enim potioribus deteriora summittere". Ağız'daki şiirlerde, ünlü düşünürün doğaya ilişkin özdeyişinde vurgulanan "doğanın güçsüz olanı güçlüye tabi kılması eğilimi"yle güçsüz öznenin diliyle, ağzıyla yüzleşmeyi, dahası hesaplaşmayı denendiğini söylemek mümkün. Kitaptan bir şiir daha paylaşarak devam edelim. Alıntımız "Özür Beyanı" başlıklı şiirden:
bütün çocukları denedik şimdi yurttaş oldular azgın ve köhne
yüksek perdeden söylev veriyorlar artık bana;
yaşamdan bahsetmek gülünç
ölümü anmak alkışa yavşaklanmak mı oluyor ne,
öyleyse bütün sözcükleri denedik
kalabalık şeylere çıktı hepsi bütün sözcükleri
biri başka biri hariç;
hayır,
diyebilir tanrı’sına bir peygamber bile gerektiği yerde
Kaan Koç, Ağız'da güçsüzün gücünü deniyor. Ama sınama yahut kıyaslama biçiminde değil. Güçsüzle güçlüyü karşı karışa getirerek, çatıştırarak da değil… Güçsüzün varlık, varoluş gücünü araştırıyor diyebiliriz belki. Niye mi? Bunu sorunca güçsüzlük nedir sorusunu da yanıtlamak gerekir. Güç ve güçsüzlük doğa için olduğu kadar varlık ve varoluş için de önemli sorunlar… Karıncaya karşı insanı güçlü yapan nedir? Devlete karşı yurttaşı güçsüz yapan ne? Peki otoriteye karşı bireyi? Ağız, insanı hem güçlü hem güçsüz kılar mı? Ağız'da konuşmak için susan şair, ağzını biraz da bunun için açıyor sanki. Kitaptan bir şiir daha okuyalım. "Varılmayan" başlıklı şiirden bir bölüm:
sırtını okşadım ve rüzgârı gördüm;
fabrikalar aşktan geçerek başlar
sonra sonsuz bir tıkırtı
sana çiçek uzatan kolumu kapar
inceltiyorum öyleyse seni anlamak için
tek kollu bir işçi başka neye yarar
Ağız için bir deneme ya da denemeler kitabı da diyebilir miyiz? Koç’un kitaptaki denemelerinden biri de ağza, yani kaynağa ya da köke doğru çıktığı yolculuğa ilişkin gibi… Kaan Koç’un, helezonik bir tutumla sorunsallaştırdığı ve kitabın şiirlerini tümleyen "büyük derdi"nin içinde çok şey yer alıyor. Kişisel geçmişinin, yaşam öyküsünün ağzını, yani kökünü bulmaya yönelik arayışı da bunlardan biri olarak dikkati çekiyor. "Gensoru" başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:
bir tanımsız tanışma ânı; orada bir adam ve kadın - okul bahçesi
ikisi de gülümsüyor - orada yoktum - orada olmamalıydım - orada
ilk hangisinin aklına düştüm,
işte bana böyle sorularla geliyorum ben
öyle sorular ki, yarınıma çıkan takvim yapraklarından içeri
durmadan su sızıyor
ve ıslanıyor habitat ve ıslanıyor sırtım
ve ıslanıyor söylemek istediğim
bütün bütün şarkılar başka ağızlarda ve ıslanıyor
annemin ağzında babamın ağzı - eh bu da bir aile sırrı
buraya size hep gerçekleri söylerimdir diye kanıt olsun
düştüğü rahimden bir daha da kalkamaz bazı memeliler
bu da buraya size hep
- devamını ha bire aynı yerde unuttuğum şarkı
Koç’un kitaptaki şiirlerde dikkat çeken bir başka tavrı da dille olan oyunu. Buna orkestranın öne çıkmadan işlevini yerine getiren enstrümanı gibi bir oyun diyebiliriz. Dille oyundan maksadı, şovdan çok bu biçimle de bulunabileceğini hesapladığı şiir ihtimalinin peşine düşmek gibi. Yazının başında onun "denemeci" yönüne dikkat çekmiştik. Bunun yalnızca yazın türü olarak denemenin imkânlarından istifade etmekten ibaret olmadığını da kaydedelim.
Kaan Koç’un dille oynaması, eğip bükerek ya da söküp, parçalayıp, yeniden kurarak gerçekleşen bir oyun değil. Onun oyunu yanlışı düzeltmekle ilgili de değil. Ama buna benzer bir şey. Kaan Koç’un Ağız'da gördüğümüz dili kullanma tarzı için eğriyi doğrultmak olarak tanımlayabileceğimiz bir çaba diyebiliriz. Kullanana göre, özellikle şiirde öznelleştiğini düşününce, dilin eğrisini doğrusuna getirmenin nasıl bir sonuç vereceğini tahmin etmek zor olmasa gerek… "Google Maps" başlıklı şiirden bir bölüm paylaşalım:
mesaisi uzamış belediye şoförü, yorgun ve bıkmış
yükleyelim diye bekliyor -cenaze araçları bir yerden diğer yere
ürün paketliyor- yemyeşil bir kargo şirketi, kuryeyle göz göze
yeşilin kokusunu duydum yüzünde;
asitliydi, ciğerlerim dışarı doğru
sırıta sırıta gülümsedi;
bakıyorum bir şeylere, bir süredir görmediğim eski şeylerin
yeni hâlleri - eksik ve hâlden uzak, olamamış bir hacimleri -
tıkladım ve yürüdüm, yaşım 32’nin son gülmeleri
balkona çevirdim imlecimi ve tıkladım,
çamaşır iplerinde dedemin bembeyaz atletleri
Aklımızın aslında Kaan Koç’un kitapta yer alan "Uzun Şiirlerin Dönemi Bitti" başlıklı "uzun" şiirinde kaldığını belirtelim. Yazının bu eksiğini şiirin adını vererek gideremeyiz elbette. Ama belki başka bir şiirden "Yazılabilir Bir Şiir"den aktaracağımız bölümle açığı azaltabiliriz:
söz dayandı
anlamı meczupların dilinde ararken
çıktı ki karşıma bit pazarlarında
parmaklarını bulutlara daldıran o kızla
toz yaladık birtakım eski tablolardan
yenilerine bakıp can çekişerek sonra
dedik ki tek kelime edemeyiz
uzakta ha bire birilerinin surat derisi
yüzülürken
Yirmi dokuz şiir ve yüz yirmi sayfadan oluşan Ağız'da iki şiir hariç, şiirlerin adı da dahil, hiç büyük harf kullanılmadığını belirtelim. Öte yandan büyük harf kullanılan şiirlerden biri olan "Bağırarak Söylemek İstiyorum"da başlığın yanı sıra ilk betikte yer alan beş dizenin tamamı da büyük harfle yazılmış. "Doğru Sözcük İçin Çalışmalar" adlı şiirdeyse yalnızca başlığı oluşturan sözcüklerin baş harflerinin büyük olduğunu kaydedelim. Aynı zamanda kitabın da son şiiri olan "Doğru Sözcük İçin Çalışmalar"den bir betik okuyalım:
dilimin altında bir şey var çıkaramıyorum, yardım et
sözcükleri temizlemenin yolunu buldum diyorum ama anlatamam
bir su sözcüğünde bile bak bunca yıldır ne çok kir birikti
her girdiği cümlenin her etiketin falan pisini çekmekten
ötekileri sen düşün on binlerce vallahi
yardım et yoksa konuşmam
konuşsam kimin kulağında ot bitti zaten konuşmam yardım et
lisede eşek kadar adamdım ama elini tutardım uyurken belki de
bütün yanlışlığım burdan
Kaan Koç’un günceldeki tarihsel, sosyal, kültürel çelişkilere, derinliğin yüzeydeki belirtilerinden, ipuçlarından yola çıkarak yaşamın "dibine" diyalektik dalışlar yaptığı, "aşktan çıkmak devlete girmek, evden çıkmak babaya dönmek" gibi dizelerde dile getirilen saptamaların, betimlemelerin ağırlıkta olduğu yeni kitabının gözden kaçmaması gerektiğini söylemek isteriz…