Mağlubiyet karinesi için bir dipnot

Jean Amery'nin Metis Yayıncılık tarafından Cemal Ener çevirisiyle yayımlanan kitabı "Suç ve Kefaretin Ötesinde", varsayımsal ya da verili bir adaletin dışına çıkmaya çalışan bir yazarın denemeleridir. Deneme diyoruz ama aslında eser, tam bir yüzleşme kitabıdır. Kendisi ile değil elbette, kendisi olarak içine atılmış olduğu; içinde toplumun başat rolünü vurgulayarak yaralayıcı bir zaman ve mekân duygusu ile yaptığı bilinçli bir yüzleşmedir bu.

Google Haberlere Abone ol

Cihan Ülsen

Vae victis castigatisque.

Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in "Efendi-Köle" diyalektiğinin temeli, iki insan arasındaki güç ilişkisine dayanır. Hegel’e göre bu durum ilk insandan günümüze kadar devam edegelmiştir. Bunun kökenindeki nedenin iki insanın aynı şeyi arzulaması ve arzu ettiği bu şeye sahip olmak için girdiği çatışmanın olduğunu söyler. Bunu da “insanlık hali” olarak özetler. Filozofa göre, efendi olan kendini zorla köleye kabul ettirir, köle hayatta kalmak için özbilincinden vazgeçer, başkasına tabi olur.

Hegel’in bu düşüncesi daha sonra Karl Marx’ın Diyalektik Materyalizm’ini, Friedrich Nietzsche’nin Ahlak Felsefesi’ni yaratır. Nietzsche, ahlak ile ilgili önemli sorunları “efendi-köle” diyalektiği içerisinde incelemiştir. Bu diyalektikte efendinin köleye olan duygusu “farklılık” iken, kölenin efendiye olan duygusu “hınç”tır. Köle, yenilmekten korktuğu için eylemden çekinmekte, bu da zamanla köleye bir tür hınç yüklemektedir. Köle ahlakının temellerini bu duygu durumunda bulan Nietzsche, “Kölenin eylemden yoksun öç alma arzusunun aynı zamanda acı çekme anlamına geleceğini” belirtir.(1)

Bu noktada Nietzsche’nin kavramsallaştırdığı "Ressentiment" kavramı ortaya çıkar. Bu kavramın temelinde süreklilik arz eden bir “eylemek korkusu” yatmaktadır. Filozofun Ahlakın Soykütüğü adlı eserinde eylemek korkusu bahsinde şunları okuruz; “… Hınç duygusu gerçek tepkiden, eylemin tepkisinden aciz, kendilerini hayali bir intikamla avutan varlıkların duygusudur…”(2) Nietzsche’ye göre, zayıf ve sıradan insan, çileci idealin gerekleri doğrultusunda bu duygusunu dışa vurmak yerine, bastırarak içselleştirir. Bu duygunun içe dönmesi ise insan bilincinde hastalık yaratmaktadır. “Çünkü insanın aslında tutkuları doğrultusunda hareket etmesi gerekmektedir. İnsan bilincini hasta kılan şey, başlı başına bu tutkuları doğrultusunda hareket edememe ve hınç duygusunun içselleştirmesidir.”(3)

Nietzsche’nin ressentiment/hınç kavramını Hınç adlı eserinde fenomonolojik bir incelemeye tabi tutan Max Ferdinand Scheler, hıncı, zihnin karanlık dehlizlerinde gezinen, egonun eylemliliğinden bağımsız, bastırılmış bir gazap duygusu olarak tanımlar. (4) Scheler’in bu tanımlamayı yaparken dayandığı kavram, başka birine karşı özel bir duygusal tepkinin tekrar tekrar yaşanması olarak tanımlanan Fransızca ‘ressentiment’ sözcüğüdür. Ressentiment, yalnızca belli bir duygulanımın ya da ona karşılık gelen olayların zihinsel olarak hatırlanması değil, bizatihi o duygulanımın yeniden yaşanması yani orijinal hissin yeniden yaşanmasıdır.

Mütemadiyen devam eden bir düşmanlık devinimi olarak Ressentiment’i zihnin kendi kendini zehirlemesi olarak okuduğumuzda geçmişe dair hesap kitap işlerini de yeniden düşünmemize kapı araladığı bir gerçektir. Çünkü artık burada ilkel dürtülerle bezenmiş bir intikam bahsi vardır. “İntikamın özü ise duygusal bir tepkiden ibaret olmayan ‘kısasa kısas’ bilinci içermesidir.”(5) Scheler’in, intikamı Ressentiment’ın oluşumu için en iyi kaynak olarak seçmesi bu açıdan dikkat çekicidir. İntikamdan başlayıp hınç, haset, kara çalma dürtüsü ve kinden geçerek Ressentiment’e varan bir duygu seyrinin haritasını çizer kitap boyunca. Her iki düşünürün ortak noktası, hınç meselesini içsel bir mesele olarak ele alması ve değerlendirmelerini buna göre yapmalarıdır.

Jean Amery’in Suç ve Kefaretin Ötesinde - Alt Edilmişliğin Üstesinden Gelme Denemeleri kitabı, varsayımsal ya da verili bir adaletin dışına çıkmaya çalışan bir yazarın denemeleridir. Deneme diyoruz ama aslında eser, tam bir yüzleşme kitabıdır. Kendisi ile değil elbette, kendisi olarak içine atılmış olduğu; içinde toplumun başat rolünü vurgulayarak yaralayıcı bir zaman ve mekân duygusu ile yaptığı bilinçli bir yüzleşmedir bu. Sürgün edilerek yurdu elinden alınan yazar, kurbanın/kurbanların öznel durumuna ilişkin bir iç gözlemin peşine düşüyor. Bunu yaparken, kendi ifadesiyle nezaketsizce ama yazarlık terbiyesine bağlı bir dürüstlükle yapmaya çalıştığını ifade ediyor. Kitabın dördüncü denemesi olan “Hınç”ta bir adım daha atarak, kendine ait hınç duygusunun sınırlarını, hıncı ahlaki olarak lanetleyen Nietzche’ye ve yine hıncı rahatsızlık doğuran bir çatışma hali olarak düşünen psikolojiye karşı koruma altına alıyor.

Eğer ben hınç duygularımın arkasında duruyor; sorunumuzu değerlendirirken ‘tarafgir’ yaklaştığımı kabul ediyorsam, ihtilafın ahlaki hakikatinin tutmağı olduğumu bildiğim içindir. İşkencecilerimle, onların yardımcılarıyla ve tüm bunlara sessiz kalmış olanlarla sürdürdüğüm tartışmada nesnellik talebi bana mantıksal açıdan saçma görünüyor. Zulmün zulüm olarak nesnel bir özelliği yoktur.”(6)

Amery hıncı tartışıp, nesnellik talebini bir kenara bırakırken meseleye dâhil olduğu yerin farkındadır. Hıncı bir içselleştirme değil güncelleştirme süreci olarak görmesi ile önceki bahisleri kapatıp meseleye yeni bir yerden baktığını ifade eder. Bu farklı bakış, zulmedenlerle ve bu zulmün kendisiyle eşit bir şekilde görülmek istememesine dair açık bir iradeye beyanıdır. Zira böylesi bir eşitlik/eşitlenme halinde bir suç ortağı olma durumu olacağını belirtir ve itirazını güncelleştirmeye devam eder;

… aramızda yatan ceset yığınlarını bir içselleştirme süreciyle değil, tam tersine güncelleştirerek, daha keskin bir ifade ile çözümlenmemiş çatışmaları tarihsel etkinlik alanına taşıyarak kaldırabiliriz.”(7)

Suç ve Kefaretin Ötesinde, Jean Amery, Çevirmen: Cemal Ener, 152 syf., Metis Yayıncılık, 2015.

Tarihi, bir etkinlik alanı olarak görmek ve bu açıdan tartıştığı tüm kavramları özellikle bu alan içinde tartışmaya çalışmayı varoluşsal bir kaygı ve hayata tutunma telaşı olarak okumak gerek. Bundan dolayı sürekli olarak geleceğe bakmayı ve endişesiz bir bakışla geleceğe yol açmayı salık veren hümanist bakışla kapanmayan bir hesap içerisindedir yazar. Bu hümanist bakışın işkencecileri ve zulümlerini aklamaya çalışanların dili olduğunun farkındadır. Tek sesli bu hümanist koronun vaazlarından geçerek, bunlara kulaklarını kapatarak geçmişle yüzleşmeyi hınç üzerinden okumaya, hıncı kendi benliğini sürekli ayakta tutan en önemli duygu olarak okumaya ve anlamaya çalışır. Çünkü toplumsal gövdenin tek bir amacı vardır, kendini güvence altına almak. Bunun dışında hasar görmüş hayatlarla ilgilenmemektedir. Bu toplumsal gövde hümanistliğe bel bağlandığında en iyi ihtimalle böylesi zulümlerin bir daha gerçekleşmemesini temenni edecektir.

Kendisi de hıncın doğaya aykırı olduğunu ve mantıksal açıdan birçok çelişkili durumlar barındırdığının farkındadır. Bunu inkâr etmez. Önyargılarını gizlemez. “Hepimizin yıkılmış bir geçmişin çarmıhına gerildiğini bildiği hıncı”(8) bile isteye kabul eder. Çünkü bu hıncının görevini, yaşanan suçları, suçlular açısından ahlaki bir geleceğe dönüştürerek onu kendi canavarlığının hakikati içine çekmek olarak görmektedir. Zaten kendisi de bu tarafgirliğini saklama ihtiyacı hissetmez;

Eğer ben hınç duygularımın arkasında duruyor; sorunumuzu değerlendirirken tarafgir yaklaştığımı kabul ediyorsam, ihtilafın ahlaki hakikatinin tutsağı olduğunu bildiğim içindir. İşkencecilerimle, onların yardımcılarıyla ve tüm bunlara sessiz kalmış olanlarla sürdürdüğüm tartışmada nesnellik talebi bana mantıksal açından saçma görünüyor.”(9)

Hınç, bir karşılık olarak ayakta kalma çabası ile eşdeğerken bir yandan da zalimlerin ve zulümlerinin “alelade tarihsel bir vaka” olmasını önlenmesi için; İkinci Dünya Savaşı’nı görmemiş, yaşananlara şahit olmamış ikinci ve üçüncü kuşak Alman gençlerinin yaşanan vahşeti aklileştirmelerine karşı teyakkuzda bir duygu halidir Amery için.

Hıncın, Amery’deki ayakta kalma haline karşılık, bir de sırtını dönme, küskünlük hali de vardır ki, bunu da Juan Goytisolo’da görebiliriz. Amery’de zamana karşı dikey, teyakkuzda bir çizgi olarak görebildiğimiz hınç, Goytisolo’da yatay ve vaktiyle sımsıkı tutulan bir şeyin hacmini bulsun diye olduğu gibi sonsuz bir doğru halinde serbest bırakılması şeklinde ortaya çıkıyor.

20 Kasım 1975 yılında Faşist Diktatör Francisco Franco Bahamonde kalp yetmezliği sonucu öldüğünde Juan Goytisolo sürgünde, Amerika Birleşik Devletleri’ndeydi. Ölüm haberini şampanya patlatarak kutlayanların aksine Goytisolo bir yazı kaleme alır. Son derece trajik ve vakur bir tonda kaleme alınan yazısını ise diktatöre sürekli olarak desteklerini sunmuş Washington Kongre Kitaplığı’nda okur. Bu yazının ya da söylevin sonunda şu ifadeler yer alır:

Haber benim için de gecikmeli: Bir aşk önerisine, yapıldıktan çok uzun zaman sonra, yapan kişi artık beklemekten bıkıp yaşamını başka birine göre bir hale koymuşken evet denmesi gibi bir şey. (…) 1975’te, şair LuisCernuda’nın dediği gibi, ‘küskün bir İspanyol’um, başka bir şey olamayacağı için İspanyol olan bir İspanyol. Gördüğüm zararın onarılması olanaksız artık; hınçsız, özlemsiz, kendimce yaşayıp gidiyorum.”(10)

İnsan çekip gidebilmişse aslında çoktan çekip gitmiştir diyen sürgün bir yazar için hayatına mal olan faşist diktatörün ölüm haberinden sonra, “hınçsız” olması ilginçtir. Belki de Nietzsche’nin bahsettiği gibi hasta olmamak için hıncını böylesi uysallaştırmıştı. Amery’in aksine yıkılmış bir geçmişin çarmıhına gerilmeden, bütün bir hayatına adeta şerh düşmüş ve bir an olsun gölgesini üzerinden çekmemiş bir kaybın akabinde yaşayıp gitmenin böylece karşılık bulması, aldırmazlığın başka bir tutumu olarak okunabilir mi? Bu soruyu böylece aklımızda tutalım zira Amery hınç meselesini farklı okuması ile Goytisolo’dan çok keskin bir şekilde ayrılıyor. Hesapsız yapıyor olmasından kaynaklanan bu tutumu, “Ama ben ikna etme niyetiyle konuşmuyorum zaten; sadece sözümü bir teraziye gözüm kapalı koyuyorum, ne kadar ağır basacağına aldırmadan,”(11) diye açıklıyor.

Bu açıklama, ikna etme niyeti değil de yarasını orta yerde gösterme pahasına girişilen bir çaba; Alman halkı nezdinde zulmederek muzaffer olduğunu zanneden muktedirlerin “utancı silmeyi” bir başarı olarak kabul edeceği zamanların içini boşaltma gayreti ve bununla birlikte, zamanın terazisini ağırlığın değil muhkemliğin doldurduğunu düşündürme çağrısı olarak okunmalıdır. Vae victis castigatisque.

Dipnotlar

  1. Friedrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, Çev.: Mustafa Tüzel, İthaki Yay
  2. Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü, Çev.:Ahmet İnam, Say Yay
  3. Sinem Yalçın, Nietzsche ve MaxScheler’de Ressentiment Kavramı, İstanbul-2012
  4. MaxScheler, Hınç, Çev.: Abdullah Yavuz, Alfa Yay.
  5. MaxScheler, Hınç, Çev.: Abdullah Yavuz, Alfa Yay.
  6. Jean Amery, Suç ve Kefaretin Ötesinde, Çev.:Cemal Ener, Metis Yay.
  7. Jean Amery, Suç ve Kefaretin Ötesinde, Çev.: Cemal Ener, Metis Yay.
  8. Jean Amery, Suç ve Kefaretin Ötesinde, Çev.: Cemal Ener, Metis Yay.
  9. Jean Amery, Suç ve Kefaretin Ötesinde, Çev.: Cemal Ener, Metis Yay.
  10. Juan Goytisolo, Yeryüzünde Bir Sürgün, F.F.B Anısına, Çev.. Neyyire Gül Işık, Metis Yayınları
  11. Jean Amery, Suç ve Kefaretin Ötesinde, Çev.: Cemal Ener, Metis Yay.