Başka bir dünyanın mümkünatı üzerine...
Anarşist bir antropolojiye dair bir kuram önerisi olan Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar, antropoloji ve anarşizm benzerliklerinden yola çıkar. Kısaca bu benzerlikler; anarşistler bu dünyanın marjinal çocukları, antropologlar ise akademinin marjinalleridirler. Başka bir dünyanın mümkün olabileceğine dair kesinlikten uzak hayaller kuran anarşistlerin bu hayallerinin en yakın tanığıdırlar antropologlar; itaatsizdirler küresel politikalara karşı yerelliklerin nasıl direndiğinin göstericileridirler.
Kendi neslinin en önemli antropologlarından birisi olarak anılan David Graeber, özellikle Madagaskar adasında yapılan araştırmaları ve küreselleşme karşıtı bir aktivist olmasından kaynaklı olarak Yale üniversitesinden atılmasıyla tanınıyor. Bizim gündemimize ise son dönem Türkçeye çevrilen kitabı Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar ile girdi. Boğaziçi Üniversitesi yayınlarından çıkan kitabın ana teması, insanın kendi kendini özgür ve tahakkümsüz olarak yönetebileceği bir kuramın var olabileceği üzerine bir tartışma sunuyor.
Graeber, kitapta genel olarak antropoloji ve anarşizmin ne gibi bir bağı olabileceğini tartışıyor, bunu yaparken Pierre Clastres, Radcliffe Brown, Marcel Mauss gibi ünlü antropologların yaptıkları çalışmalardan örnekler sunuyor ve antropologların anarşizmle olan yakınlıklarına vurgu yapıyor.
Anarşizmi bir inanç biçimi olarak tanımlayan yazara göre, anarşizm bir kuram olmasının ötesinde gönüllülük esasının hâkim olduğu, belirli toplumsal kuralların bir bölümünü reddeden, kendiliğinden örgütlenmeye dayalı bir anlayış. Anarşizmin reddeden tavrı ve tanımındaki muğlaklık ve akademisyenlerin son yıllarda yaşanan tartışmaların uzağında kalması anarşizmin bir kuram olarak akademide çok yer bulmamasına neden oluyor.
Ancak anarşizm bir kuram olarak akademide yer alabilecekse buna en yakın disiplin olarak da yazar antropolojiyi öneriyor. Bu bağlamda tartışılan konulardan bir tanesi anarşizm akademide bu kadar az yer edinirken Marksizmin akademide bu kadar çok varolabilmesi ne ile ilgili olduğuna dair.
Yazara göre bunun birkaç nedeni olabilir: Marksizm sonradan bir işçi hareketine dönüşse de akademiden çıkan bir doktora tezidir. Anarşizmin tarihine dair pek çok anlatı onun da benzer bir temele dayandığını varsayar, Anarşizm, belli başlı on dokuzuncu yüzyıl düşünürlerinin -Proudhon, Bakunin, Kropotkin v.s- parlak buluşu olarak sunulur, daha sonraları işçi sınıfı hareketine ilham kaynağı olmuş, siyasi mücadelelerin ağına düşmüş, hiziplere bölünmüştür. Yerleşik anlatılarda anarşizm, genellikle Marksizmin zavallı kuzeni olarak görülür, kuramsal olarak biraz düz yapıdadır: Ama kuramdaki kuruluğunu belki de tutku ve samimiyetle telafi eder. Ayrıca Marksizm ve anarşizmin tarihsel okulları karşılaştırıldığında bile kökten farklı bir projeyle ilgilendiği görülebilir.
Marksist okulların yazarları vardır, nasıl Marksizm Marx’ın zihninden fışkırmışsa, benzer bir şekilde Leninistler, Maocular, Troçkistler, Gramsciciler vardır. Entelektüeller, “büyük adamları” merkeze alan tarih kuramlarıyla başka bağlamlarda dalga geçseler de birbirleriyle tartışırken bu tür kuramları kullanmayı severler. Marksist siyaset kendisini akademik bir disiplin olarak örgütlemeye meyillidir.
Anarşizmin ise birçok okulu vardır ancak bunların hiçbiri büyük bir adamın adıyla anılmaz. Daha çok uygulama türüne veya örgütsel ilkeye bağlı olarak anılırlar (Anarko komünistler, İsyancılar, Bireyciler). Anarşistler hiçbir zaman Marksistleri meşgul eden büyük felsefi sorularla ilgilenmemişlerdir. Anarşistler daha çok "Doğrudan eylem nedir?", "Bir devlet başkanına suikast düzenleyen birini alenen mahkûm etmek gerekli midir?" ya da "suikast, özellikle savaş gibi feci bir şeyi önleyecekse ahlaki bir eylem midir?", "Bir pencereyi kırmak ne zaman doğrudur?" gibi güncel pratiklere ilişkin konuları tartışma gündemlerine almayı tercih etmişlerdir. Bu nedenle Marksizm devrimci strateji hakkında kuramsal ya da analitik bir söylem geliştirmeye uygun bir zemindeyken, anarşizm devrimci pratik hakkında etik bir söylem olmaya meyleder. Ve bundan dolayıdır ki Marksizm tarih içinde akademide yer edinebilmiş ve üzerine kuramsal söylemler geliştirilebilmiştir ancak anarşizm, yukarıda bahsedilen nedenlerle de ilişkili olarak, akademide kuramsal olarak yer edinememiştir.
Peki anarşizm kurama karşı mıdır? Anarşizm de aslında bir fikirdir ancak onun diğerlerinden farkı, büyük bir kurama ya da kişiye bağımlı kalmamasıdır; anarşizm bu açıdan çoğulcudur, bireylerin kendilikler olarak varolabileceği, gönüllülük esasına dayalı bir etiksel mücadele alanıdır. Anarşist kuramın karşı olduğu şey “siyasa”dır. Siyasa aslında bir siyaset olumsuzlamasıdır ve tanımı gereği işlerin nasıl yürütülmesi gerektiğini başkalarından daha iyi bildiğini varsayan seçkin bir mantıkla uydurulmuş bir şeydir; yani kendi iradesini başkalarına dayatan bir devlet ya da yönetici yapı varsayımı üzerine kuruludur.
Anarşizm bu durumu kökten reddeder, anarşist kuramın başlangıcı öncelikle bazı ön varsayımlara dayanır: Birincisi, Brezilya halk şarkısında söylendiği gibi “başka bir dünya mümkün” varsayımıdır. Bu durum devlet, kapitalizm, ırkçılık, erkek egemenliği gibi kurumların kaçınılmaz olmadığını; böyle şeylerin bulunmadığı bir dünyanın mümkün olabileceğini varsaymaya dayanıyor. Graeber’e göre bir kişinin kendisini böyle bir şeye adaması neredeyse bir inanç anlamına gelmektedir. Belki böyle bir dünyanın mümkün olamayacağı ortaya çıkabilir, ama kişi bu iyimserliğe adamayı ahlâki bir zorunluluk haline getiren şeyin, kesin bir bilginin elde edilmezliğine dayandırabilir, çünkü daha iyi bir dünyanın olamayacağını kimse radikal bir biçimde bilemez.
Graeber bu anlayışın ütopyacı varsayılabileceğine karşın şunu belirtir: Dünyada Stalin, Mao gibi idealistler toplumları imkânsız şekillere sokmaya çalıştılar ve milyonlarca insanın ölümü dehşetiyle sonuçlandı. Burada yanlış bir anlaşılma vardı; burada sorun, başka bir dünya hayal etmekten çok, iyi bir dünya hayal etmenin kendisinin bir sorun olması. Çünkü bu kişiler (Stalinciler vb.) büyük hayaller kurdukları için değil hayallerinin bilimsel kesinlikler olduğunu zannettikleri için insanları öldürdüler. Bu yanlış kanı onların kendilerinde kendi şiddet tasavvurlarını bir şiddet düzeneği içinden dayatma hakkına sahip olduklarını hissetmelerine yol açtı. Ancak anarşistler başka bir dünyanın kaçınılmaz olduğundan bahsetmiyorlar, çünkü onlara göre özgürlük davasında zorlama olmaz, her şey için öncelikle gönüllü olmak gerekir. İkinci ön varsayımında, anarşizmin hiçbir şekilde öncül kabul etmemesi olduğunu söyleyen Graeber’e göre, bir anarşist hiçbir entelektüelin, bir seçkinler sınıfı oluşturarak birilerine önderlik hakkını elde etmesini savunmaz.
Yazar kitaba Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar adını vermesini buna dayandırır, çünkü antropolojinin anarşizme yardımcı olması için iyi konumlandığı bir alan olduğunu düşünür. Ona göre etnografya pratiği devrimci entelektüel pratiğin nasıl çalışabileceğine dair en azından, çok kabaca ve “ilkel” bile olsa, bir model sunmaktadır. Çünkü etnografya araştırması yapan kişi bunu yaparken insanların ne yaptığını gözlemler, duyguların, algıların, sembollerin, insanlarda uyandırdığı anlamlarla ilgilenir, onun bir öncüllük, öğreticilik gibi bir derdi yoktur. Etnolog ya da antropolog yeni fikirler, neticeler sunmayı değil, katkılar, imkânlar sağlamayı ve bunları onlara tekrar armağan olarak sunmayı amaçlar ve bu tamamen gönüllülüğe dayalıdır. Kendisi bir iktidar kurma çabası değil, karşılıklı bir diyalog ve gönüllülük esasına göre çalışır. Bütün bunlar aslında antropoloji ve anarşizm arasındaki kuramsal bağlara işaret eder. Tabiİ ki bu durum bütün bir antropoloji geleneğinin her zaman böyle olduğu anlamına gelmiyor ancak son dönem antropolojik perspektif bu bakış açısına göre konumlanıyor ve bu da antropoloji ve anarşizmi birlikte diyalog içinde olabilecek bir boyuta taşıyor.
Graeber’in antropoloji ve anarşizm arasında bağlantı kurduğu bir diğer nokta da bugüne kadarki antropoloji pratiği ile ilgili. Yazar bugüne kadar devletsiz toplumlarla ilgili çalışma yapan tek akademi grubu etnolog ve antropologlardır diyor. Bu nedenle devletsiz bir toplumun nasıl olabileceğine dair tecrübeli kişiler olarak antropologları görüyor ( kitapta antropologların devletsiz toplumlara dair yaptıkları araştırmalardan önemli örnekler sunuluyor). Böylece Graeber anarşizmin özü itibariyle uygulamaya yönelik bir etikse antropolojinin saha çalışması deneyimi üzerinde durulabileceğini vurguluyor. Yazara göre antropologlar diğer disiplinlerin yapmadığı gibi öteki olanla ilgilenmişlerdir. Diğer disiplinler öteki grupları üç cümleyle baştan savarak bu yolla kendilerini bunu yapan insanlara karşı ahlâki olarak üstün görmüşlerdir. Ayrıca antropoloji insanlık hakkında genelleme yapmaya en uygun disiplin olmasına rağmen bunu reddeder bir konumdadır. Antropoloji artık kuramsal genellemeler yapmaktan vazgeçmiş ve bu işi Avrupalı filozoflara bırakmıştır. Dolayısıyla antropoloji, siyasi olsun olmasın, her tür dünyevi muhabbetin yapıldığı entelektüel forum mükemmel bir konuma sahiptir; ancak bunu gerçekleştirmek için yerleşiklik kazanmış bir isteksizlik söz konusu.
Yazar antropologların genel siyasi söylemlerine de gönderme yaptığı kitapta bu konudan şöyle bahseder: Antropologlar anti-kapitalist bir söyleme meyillidirler, liberallerle ilgili aşağılayıcı bir şekilde homurdanırlar, onlara disiplin olarak hâkim olan tek siyasi bağlılık bir tür geniş popülizmdir. Hiç değilse, belli bir durumda seçkin olan ya da kendilerini seçkin olarak görenlerin tarafında değillerdir. “Biz ‘küçük insanlar’ın yanındayızdır” der Graeber, bütün bunlardan dolayı antropologlar en azından akademide olan kesimler marjinal kesimlerdir ve küresel elite karşı sadakatsizdirler. Kısaca antropologlara özgü bu popülizmin anlamı esasen çalıştığınız bu ‘küçük insanlar’ın bir iktidar biçimine ya da onlara tepeden dayandırılan küreselleşen etkiye karşı başarılı bir şekilde direndiklerini göstermek anlamına gelir. Antropolog, çalıştığı konu ne olursa olsun, halkın tepeden dayatılana kanmadığını, kendisini ezdirmediğini gösterir.
Anarşist bir antropolojiye dair bir kuram önerisi olan Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar, antropoloji ve anarşizm benzerliklerinden yola çıkar. Kısaca bu benzerlikler; anarşistler bu dünyanın marjinal çocukları, antropologlar ise akademinin marjinalleridirler. Başka bir dünyanın mümkün olabileceğine dair kesinlikten uzak hayaller kuran anarşistlerin bu hayallerinin en yakın tanığıdırlar antropologlar; itaatsizdirler küresel politikalara karşı yerelliklerin nasıl direndiğinin göstericileridirler. O zaman anarşizmin akademide yer edinebileceği en yakın disiplindir antropoloji. Bunun için ise yazarın sözlerine kulak vermek gerekiyor: “Parmaklarımızın ucunda insanların özgürlüğü için muazzam bir öneme sahip olabilecek araçlar var. Gelin bunun için biraz sorumluluk almaya başlayalım.” Biraz sorumluluk, evet. Neden mi? Çünkü başka bir dünya mümkün olabilir…