Güney'in gözlerine bakmak
Jason Aaron ve Jason Latour'un kaleminden 'Southern Bastards', Marmara Çizgi tarafından okurla buluştu. "Adam Gibi Adamdı" ve "Arena" alt başlıklı iki ciltten oluşan 'Southern Bastards' okura, güç mücadelesi, Amerikan futbolu, kan ve küfür dolu bir hikâye sunuyor.
1973 doğumlu Jason Aaron, çizgi roman dünyasının önemli yazarlarından biri olarak bilinir. 2001 yılında Marvel’ın açtığı yetenek yarışmasında Wolverine serisine dair yazdığı kısa hikâyenin seçilmesiyle yeni bir basamağa atlayan Aaron, popüler serilerin yanında kendi hikâyesinin de peşinden gider. Tıpkı Aaron gibi, 1977 doğumlu olan Jason Latour da Marvel ve DC çalışmalarıyla yetinmeyen bir sanatçıdır ve bu ikiliyi bir araya getiren şey de işte bu arayışın kendisidir.
Süper kahraman evrenlerinin dışında, kendi kuşağına ve o kuşağın sorunlarına kafayı takan Aaron ve Latour, benzer coğrafyada, güneyde yetişmiş olmanın ortak refleksiyle kolları sıvayıp oldukça sert, gücün ve kötülüğün perdesini aralayan bir seriye imza attılar. Marmara Çizgi etiketiyle geçtiğimiz aylarda yayımlanan ve okurlarından iyi eleştiriler alan 'Southern Bastards', güç mücadelesi, Amerikan futbolu, kan ve küfür dolu bir hikâye sunuyor bizlere.
BABALAR, OĞULLAR VE DİĞER ŞEYLER
Alabama’da doğup büyüyen Aaron, seriye dair fikrini şu şekilde açıklıyor.
“Güneyli olmayı seviyorum. Ama artık orada yaşamıyorum. Ve bir daha geri taşınmayı da düşünmüyorum. Güney diğer gittiğim her yerden daha huzur dolu oldu. Ama aynı zamanda da daha ilkel. Daha zamansız. Daha tekinsiz. Daha ruhani. Daha nefret dolu. Daha güzel. Daha yaralı. Bu seri de bununla ilgili. Aynı anda sevip nefret edeceğiniz, özleyip korkacağınız bir yer hakkında.”
Earl Tubb adındaki yaşlı bir adamın Craw County’e girişiyle başlar her şey. Buhl amca huzurevine kaldırıldıktan sonra Tubb ailesinin evi boş kalır, Earl de eşyaları altındaki kamyonete yükleyip şehre geri dönmenin peşindedir. Hatta ortaya çıktığı ilk panelde “Üç gün,” der. “Bence üç günden uzun sürmez.”
Craw County, Aaron’la Latour’un anılarından yarattıkları tipik bir güney kasabasıdır. Üçüncü sınıf barlar, işsiz güçsüz takımı, serseri çeteler her yere yayılmış durumdadır. Şiddet, günlük hayatın her yerine o denli sirayet etmiştir ki bir sokak kavgasına kimse dönüp bakmaz bile; bu gibi şeyler oldukça sıradanlaşmıştır. Daha büyük şeyler lazımdır; daha kanlı, daha büyük amaçlara hizmet eden ve tabii ki daha vahşi.
Earl de işte bu yüzden çocukluğunu, gençliği geçirdiği bu kasabadan uzun yıllar önce, Vietnam Savaşı’na giderken ayrılmış, bir daha da dönmemiştir. Kasabaya dair, Tubb evine dair kat ettiği her kilometrede geçmişine dair bir yolculuğa çıkar. Tıpkı Aaron ve Latour gibi. Ancak ilerleyen sayfalarda anlarız ki Earl’ün asıl derdi kasaba değil, kasabanın simgesi haline gelmiş olan babası Bertrand Tubb’dır.
FUTBOL, SADECE FUTBOL DEĞİLDİR
Bertrand, Craw County’nin suçlulara göz açtırmayan, otoriter şerifidir. Son derece kuralcı ve mesafelidir; kendi ailesine bile asla taviz vermez. Onu diğer şeriflerden ayıran ve kasabanın simgesi haline getiren olay ise meşhur odunudur. Günün birinde belleri dolu şekilde Tubb’ların evini basmaya gelen kötü adamları işte bu odunla yere serer ve odun, adeta sihirli değnek gibi bir efsaneye dönüşür. Düşmanları bile o oduna büyük saygı gösterirler.
Earl’ü olayların içine çeken, onu, nefret ettiği babasına dönüştürecek olan şeyse kasabanın restoranında açığa çıkar. Sadece kaburga yemek için gelen Earl, hayatını kasabada tüketmiş olan çocukluk arkadaşı Dusty için istemeden birilerinin kaburgalarını kırmaya başlar. Craw County’nin her karışına sahip olan Koç Boss’un adamlarını bir güzel tepeler.
Bu aşamadan sonra bildik iyiler-kötüler çekişmesi yaşanmaz; dahası çizgi romanda iyiler ve kötüler yoktur, herkes biraz iyi, biraz kötüdür. Aaron ve Latour okuru ezberlediği yolun dışında tutmaya çalışır. Earl, hâlâ eşyaları toparlayıp gitme derdindedir, çocukluk travmalarından kaçmaya çalışarak, babasının altında ezilmişliğini unutmayı deneyerek hazırlıklara girişir.
Koç Boss da bildiğimiz kötülere benzemez zaten. Kasabanın şerifi, futbol kulübü, restoranlar ve bütün gayrimeşru onun tekelindedir ancak o koçluğunu yaptığı Running Rebs’e yeni oyun taktikleri geliştirmeye çalışır. Karşısına çıkan her şeyi yok etmesinin sebebini biraz da Amerikan futbolundaki alışkanlıktan ileri geldiğini anlamaya başlarız sonra.
“Adam gibi Adamdı” alt başlığını taşıyan serinin ilk kitabı, daha çok Earl’e, Earl’ün geçmişine ve kasabadaki çatışmalara onun gözünden bakar. Böylelikle, geçmişte Bertrand’ın elinde “doğan” odun, daha sonra Earl’ün eline geçer ve büyümeye başlar.
“Arena” alt başlığındaki ikinci kitapsa, geçmişi, çatışmaları, Craw County’i ve tabii ki her şeyin başladığı yer olan Amerikan futbolunu Koç Boss’un bakış açısından anlatır.
Koç Boss’un da tıpkı Earl gibi babasından nefret eden biri olduğunu fark ederiz kısa sürede ancak bir fark vardır; Bertrand ne kadar adil, yıldız ve “iyi”yse, Koç Boss’un babası o denli ayyaş, hırsız ve serseridir. İki çocuk da babalarından kurtulmanın farklı yollarını arayarak büyürler ve onları şimdiki hallerine dönüştüren şey, babalarıyla yaşadıkları çatışmalardır.
Aslında Southern Bastards, Earl ile Koç Boss arasındaki çatışmadan ziyade onların geçmişleriyle, babalarıyla olan çatışmanın hikâyesini anlatır.
“O zamanlar New York gibi yerler süper kahramanlar içindi. Bizim oralarda süper kahraman vardıysa bile kafamızı kaldırıp da onları görmek için hiç sebebimiz olmadı,” diyen Latour’sa seriye dair şunları söylüyor.
“Bu kitap onlar için. Güneyliler denince aklınıza gelen g*t oğlanları için. Gerçekten olduğumuzdan korktuğumuz çomarlar için. Bu kitap or*spu çocuklarını gömmek için. Mezarlarına tükürmek için. Çünkü o piçlerden varlığımız her bir zerresiyle tiksiniyorum. Çünkü Güney’i her şeyimle seviyorum.”
Southern Bastards’ın bu denli başarılı bir çalışma olmasının altında yatan sebep sanıyorum budur. Aaron ve Latour adeta kendi geçmişleriyle hesaplaşıyorlar; Bertrand’dan Earl’e, Earl’den Koç Boss’a geçen odunu ellerine alıp şöyle bir tartıyor ve “Güney’in gözlerinin içine” bakıyorlar.