Esra Erdoğan'dan ilk kitap: Kocamın Adı Ağzımın Tadı
Geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları’ndan Esra Erdoğan’ın ilk öykü kitabı 'Kocamın Adı Ağzımın Tadı' yayımlandı. Erdoğan, 'Kocamın Adı Ağzımın Tadı’nda yer alan öykülerde, dili ustalıklı bir hünerle kullanıyor. Kısa ve sarih cümleler, vurgulu bir diziliş ve ritimle peş peşe dizilirken, güncelde kendine yer bulan sözcükler, edebi olanla nezih bir ortaklık kuruyor.
İlk kitap, gerek edebi türde, gerekse de yazın alanının farklı türlerinde olsun, her daim zordur. Yazarının telaşı, herkese yüreğini açıyor olma tedirginliğiyle birleşip, bir çığ etkisi gibi günden güne büyürken, bir an önce okura seslenme gayretiyle de peşi sıra ilerler. İlk değerlendirmeydi, editörlüktü, düzeltiydi, kapak seçimiydi, arka kapak yazısıydı, fiyatının makul olup olmamasıydı derken, “o kutlu gün” kapınızı çalıverir. Edebiyatımızın usta isimleri, bütün bu sürecin çoğu zaman pişmanlıkla sonuçlandığını, yazarların “ikinci kitaplarını yayımlayarak yazarlığa başlaması gerektiğini” söyler.
Geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları’ndan Esra Erdoğan’ın ilk öykü kitabı 'Kocamın Adı Ağzımın Tadı' yayımlandı. Erdoğan, yazarlığa -iyi ki- ilk kitabıyla başlayan isimlerden…
Erdoğan, 'Kocamın Adı Ağzımın Tadı'nda yer alan öykülerde, dili ustalıklı bir hünerle kullanıyor. Bir klişeye sığınmak gerekirse, “ilk kitaptan beklenmeyecek bir olgunlukla”. Kısa ve sarih cümleler, vurgulu bir diziliş ve ritimle peş peşe dizilirken, güncelde kendine yer bulan sözcükler, edebi olanla nezih bir ortaklık kuruyor. Erdoğan, derdini anlatırken dilin olanaklarını, kullanım alanlarını genişletiyor, hikâyesini tasarlarken kurduğu dünyayı kendine has kelimelerle aktarıyor. Ritim, var olan atmosferden kopup, ayrı bir dünyaya savrulmanıza izin vermiyor. Sarkmayan, gereksiz ayrıntılara boğulmayan, sade bir anlatımla kısa öykü türünün en gözde örnekleri sunuyor, yazar.
Dili keskin ve bitirim fakat arabeske, kuru bir öfkeye sığınmıyor. İlmek ilmek örülü, kelime kelime gerçek… “Annem dünden inat. Darboğaz. Ayak diredi. Gergin ayak izleri evin her yerinde. Leke leke…”
Erdoğan’ın dili, sade ve enerjik. Vurgulu fakat asla sinik değil. Kitaba ismini veren öykünün bir bölümünde yazar, çalışmanın hemen tamamında fark edileceği üslubunu harf harf kuruyor. “Yetişin komşular, duaları tutanlar! Bir ucundan tutun da, şu acıyı, şu çürümüş, kurtlanmış, şu bir dünya lafı, şayet bildiğiniz daha korunaklı bir yer yoksa, yedi dula dağıtılan, iyi niyetlerle okunmuş tuz torbalarına gömelim. Hayatla sarısabır arasında beklemede duran kadınlıklarını, kat kat entariler altında tutan dulların aşlarına kattıkları tuz, hangi safraları akıtır, eğilip bir bakalım diyorum. Kötü mü ediyorum?”
Bahse konu olan kitapta yer alan öykülerde yazar, yüzeyde gibi görünen küçük detayları irdeliyor, çekip çeviriyor, gittikçe derine uzanıyor. Her teftiş bir hüzün barındırıyor günün sonunda. Keyifliymiş gibi görünen ikili ilişkiler, ailelerin girdaplı yapıları, öteye savrulmak zorunda kalan küçük yaşamlar ayyuka çıkıyor. Duygular asla sağaltılıp, sündürülmüyor. Olduğu gibi, yaşamda nasıl karşılığı varsa, öyle, hızlıca gerçekleşip, bitiveriyor.
Erdoğan, karakterlerine bir erdem biçmiyor. Onları sütten çıkmış ak kaşık gibi sunmuyor. Mevcut durum içinde ele alıp, yer yer kısa betimlemelerle, yer yer de diyalogla anlatıp geçiveriyor. Kitapta yer alan öykülerin, en belirgin özelliği de bu. Yaşamın sahici yanı korunurken, Erdoğan yarattığı dille yeni bir yaşam üretiyor. Heybesinde taşıdıklarını, kıyıda köşede kalmışları, kendi perspektifinden anlatıyor.