Seyyidhan Kömürcü'den şiirler: Kendinin Ağacı
Seyyidhan Kömürcü’nün şiir kitabı 'Kendinin Ağacı', Everest Yayınları tarafından raflarda yerini aldı. Kitaba ismini veren şiir John Fowles’un 'Ağaçlar' kitabına ithaf edilmiştir. Burada oğul babanın bahçesini sorgular, onu nasıl ekip biçtiğine, ona nasıl şekil verdiğine bakar fakat insan eliyle biçimini kazanan bahçenin aksine doğa yabanidir. Doğada kaos varmış gibi gözükse de aslında bu insanın algısıdır.
2003 yılında Hasar Ayini’nin, 2012 yılında Dünya Lekesi’nin yayımlanmasının ardından uzunca bir süre sonra Yaşar Nabi (2003) ve Nüzhet Erman (2004) Şiir Ödülleri'nin sahibi Seyyidhan Kömürcü’nün son şiir kitabı 'Kendinin Ağacı', Everest Yayınları tarafından okurla buluştu.
Şiir yazmak da yazılan şiiri incelemek de zordur zira şiir, edebi türler arasında en çetrefilli olanıdır. Düzyazıda belli bir iskelet varken, bu iskelet eğilip bükülüp yeni biçimler doğururken şiir için bu durum farklıdır. Şiirin tanımı dahi zordur, sözcük Arapça “kıl” kelimesinden gelip anlamın kıl kadar ince olmasını, bir kelime ekonomisini kast ederken, “nazım” sözcüğü “ipe inci dizmek” anlamına gelerek doğru kelimelerin yan yana gelmesini vurgular; Ahmet Haşim’e göreyse söz ve musiki arasında sözden ziyade musikiye yakın mutavassıt bir lisandır. Hem Batı dillerinde hem Doğu dillerinde eski tanımı en kaba haliyle vezinli ve kafiyeli sözlerdir. Şiir tehlikelidir, Platon şairlere gençleri kötü etkilediği için köpürür durur. Hazreti Muhammed’in ise şiiri yasakladığı ancak daha sonra İslâm inancını yaymaya, öğretmeye yönelik şiirleri onayladığı, hatta bir şaire hırkasını vererek onu taltif ettiği rivayet edilmektedir. Şairlerde bir tanrısallık, yüksek bir elektrik, bir gizem, adına ne dersek diyelim farklı bir ruh haleti vardır. Nitekim, meşhur divan şairi Nef’î kalbini söz dünyasının Levh-i Mahfûz’una benzetecek kadar ileri gider. Türk edebiyatında şiir türünün gelişmesi de tabiî olarak klasik şiirin yıkımı üzerine kuruludur. Abdülhak Hamit Tarhan, kadim şiiri hercümerç ettiklerini söyler, Turgut Uyar salihat-ı nisvandan Saffet Hanımefendi’nin ölümünü anlatır, Attîlâ İlhan ise Ahmet Nedîm Efendi’yi “kim arar kim sorar” demektedir. Ece Ayhan da “Mor Külhani” şiirinde eski şiirinin gününün geçtiğini vurgular. Eski şiirin yıkımı ve yeni şiirin inşası sürecinde Yalçın Armağan “İmkânsız Özerklik” kitabında Türkiye şiirinin özerkliğini sorgular, bu özerkliğin İkinci Yeni ile birlikte oturmaya başladığını belirtir.
Kısaca şiir meselesi karmaşıktır...
Günümüzde ise Türkiye şiiri bana göre bir buhran içerisindedir zira gençler pek tanımadıkları Beat Kuşağı’na öykünmektedir, birçoğunun bu kuşağı anlayacak yabancı dil yetkinliği dahi yoktur. Deneysel şiir ise alıp başını yürümüş, belirsiz bir hal almıştır. Fransa’nın “otomatik yazarları”, sürrealistleri, hipnoz, uyuşturucu kullanımı gibi deneylerle deneyseli zaten göstermiştir, Dadaist akımın önde gelen şairi Tristan Tzara ise gazete kupürlerini kesip torbada karıştırıp bu torbadan rastgele seçilen metinlerin şiir olacağını iddia etmiştir.(1) Ancak tüm bu akımlar hem döneminde yeni olup hem de belli bir paradigmanın ürünüdür. Öte yandan bizde şiir dergilerini “baba” figürler işgal etmiştir. Aynı “babalar” şiir yarışmalarının jürilerinde kombine bilet sahibidir. Cılız köklü şiirler ve kök salmış babalar arasında 'Kendinin Ağacı' nerededir?
Kitaba ismini veren şiir John Fowles’un 'Ağaçlar' kitabına ithaf edilmiştir. Burada oğul babanın bahçesini sorgular, onu nasıl ekip biçtiğine, ona nasıl şekil verdiğine bakar fakat insan eliyle biçimini kazanan bahçenin aksine doğa yabanidir. Doğada kaos varmış gibi gözükse de aslında bu insanın algısıdır. Fowles, kendi bahçelerinin İngiltere’deki ve Fransa’daki giderek unutulmuş ormanlar olduğunu söyler. Doğa, orada isimsiz, etiketsiz, insan makasından nasibini almamış hâldedir; devlet, sistem, kurum, sömürü de yoktur. Bu bağlamda bakir ve yabanidir. Kömürcü’nün şiirlerine “yabani” sıfatını eklememin sebebi de budur zira şair çetrefilli, budanmış, baltalanmış bir dil kullanmak yerine yabani bir dil kullanmıştır. Buradan şairin poetikasını yorumlamaya cüret edersek, kendi inşa ettiği dilin yabani olması Ionesco’nun resim çizerken onun değil ellerinin çizdiğini kast etmesine benzer yani dil kendi kendini yaratmış gibidir, dilin kendini yaratması ise şairin dil işçiliğinin ürünüdür. Şair, dilin yabaniliğine halel getiren çoğu unsuru kovalamıştır, dersek kastım daha doğru anlaşılacaktır. Başka bir deyişle, Wittgenstein nasıl ki “Dünya olduğu gibi olan her şeydir” diyorsa 'Kendinin Ağacı' da olduğu gibi olan, şiirin doğasına uygun düşen bir metin topluluğu olarak karşımıza çıkar.
ama istemeye istemeye büyümüş bir ağaç daha ağaçtır
biri beni bulsun diye beklemediğim yeryüzü
daha yeryüzü
Burada ne zorlama bir imge ne de ithal ikameci bir damar vardır, Ece Ayhan şiiri gibi karmaşık değildir, Garip şiiri kadar da yalın değildir fakat sezdirme gücü yüksektir. Öte yandan pek çok şiirinde kısa tahkiyelere yer vermeyi tercih etmiştir şair, bazen de monolog tekniğine veya mektup türüne göz kırpan bir üslup görülür. Olgun, oturmuş bir üslup vardır, zaten her sene kitap yayımlayan bir şair değildir Kömürcü, metinlerini demlendirmekten yanadır. Şiirlerindeki tabiat unsurları metinlere lirik ve pastoral bir damar katar: ağaç, çiçek, orman, ova, yağmur, deniz, çöl… “Ağaç” kelimesinin kitapta 33 defa geçtiğini de belirtelim. Bu sayı bir tesadüf müdür bilmem fakat bilimde, dinde ve felsefede çokça bahsi geçen bir sayı olması aynı zamanda felsefi bir damarı da olan kitapta manidar gözükmektedir. Bu pastoral ve lirik unsurların yanında bir tefekkür, meditasyon, kafa yorma, bir dertle hemhal olma durumu da sezilmektedir. Şiirde “sevgilim” denildikçe, bir ayrılık fakat ayrıl(a)mamışlık bahis olunca şairin derdi/dertleri biraz daha ete kemiğe bürünür. Nitekim bu bölüm hem şairin derdine hem de benim yazımın başında ortaya koyduğum derde temas eder gibidir:
sevgilim üç ay
sevgilim beş ay
sevgilim çok şair
çok günümüz şiiri
gözümden düştünüz
Yani şairin tek derdi “sevgili” değildir. Sevgiliyle birlikte yan yana yürür dertler. Tüm bu özellikleriyle 'Kendinin Ağacı' kendine has bir yer edinen, ithal ikameci anlayışı kıran metinlerden mürettep bir kitap olarak karşımıza çıkmaktadır lâkin şunu da belirtmekte fayda var ki şiirin bir ölçütü yoktur. Bir kuyumcunun madeni değerlendirdiği gibi belli bir seviyeye ulaşmış şiirleri değerlendirecek ne bir merci ne de bir mecra vardır fakat pek çok şairin yahut şiirle uğraşan kişinin üzerinde durduğu bir nokta da şiirde edat kullanımıdır. Metinlerde “gibi” edatının çokça kullanımı şairin yabani diline ehli bir makas olmaktadır bazen. Tüm bu edatlar şiirin sırtına yük bindirmektedir.
Dipnot
- Burada Fethi Naci’nin roman konusunda açtığı tartışma gibi bir tartışma açma amacı, deneysel şiir yazanlara taşlama da yoktur, sadece Türkiye şiiri için tehlike olarak görülen ithal ikame tavrının aldığı boyut vurgulanmıştır.