Kızılcık Şerbeti övüyoruz: Huzurunuz bozulsun!
Yakarsa dünyayı Nursemalar yakar. Kadınların ve hakikatin yanında olacağız, sonuna kadar. Bu düzen, bu dünya böyle böyle değişecek. Huzurunuz bozulsun ki huzur bulalım.
Evliliğin adı konmamış bir kuralı şu bizde: İki insan değil, iki aile evlenir. Aile yapıları, anlayışları farklıysa hele, erkeğin ailesi de kadınla taşın altına elini bile koymadan öyle bir evlenir ki… Kadın, çocuk sahibi olup olmama arzusundan evinin temizliği ve düzenine, bedeninden beynine, iyi niyet süsü verilmiş türlü sınır ihlaliyle bir adamın değil bir ailenin tahakkümü altında hisseder kendini.
Kadını erkeğin ve ailesinin mülkü gören bu anlayış dönüşmedikçe ne “ev”e huzur var, ne ülkeye. Pek çoğumuzun türlü yollarla ifade ettiği üzere, bu önümüzdeki seçim, sözleşmemizi geri almak ve 6284’ü korumak, kadınlar, çocuklar ve LGBTI+lar için hayati önemde. Giderek daha çok “katil” yaratacak bir ittifakla kendi hayatlarımız arasında bir seçim bu. Buna elbette her yönüyle toplumsal adalet ve yaşam tarzı, dilediği gibi sevme, yeme içme özgürlüğü de dahil, bu sırayla. İşte tüm bu konuları haftalardır şahane biçimde işleyen ve gündemde tutan bir dizimiz var, üstelik ana akım TV’de: “Kızılcık Şerbeti”. Ben de övmelere doyamayanlardanım. Bugün artık derli toplu, yazılı biçimde öveyim istedim.
Kendi ayakları üzerinde durabilen, “çağdaş” bir kadınla alt tonlarda muhafazakâr, feodal eğilimleri güçlü bir erkeğin evliliği, büyük ihtimalle buna zemin sağlayan ailesi nedeniyle de, çifte risk altındadır. Kadınlarda çevrelerini ve kendilerini aşma, uyum sağlama becerisi genellikle ve öğretilmiş biçimde, daha yüksek. Doğuştan varlığı lütuf sayılmış, “ağam, paşam, kurban olam”larla büyütülmüş erkeğinse habitatını kırmak değil sorgulama becerisi bile maalesef zayıf oluyor. Buna rağmen eşleri ve aileleriyle ilişkilerini iki ayrı düzgün hat üzerinde kurup sürdürmeyi başaran pek çok erkek var. İşte bir erkekle değil bir aileyle evlenmek gibi dehşetli bir yük altına girmemenin tek ölçütü de bu. Ailesine düşkün insan aile konusunda çok travmatik olandan, bir ilişkiyi yürütme konusunda daha iyi olabilir de, olmayabilir de. Ailesiyle (aslında kendisiyle) sevdiği kadın arasındaki dengeyi iyi kurabiliyor mu, kuramıyor mu… Mesele bu.
Sırf evlilikleri değil, ilişkileri de yürütmenin çok zorlaştığı günümüzde tüm evlilikler açısından mühim bir mesele bu. Üstelik bunlar sadece muhafazakâr erkeklerle yaşanan sorunlar değil. Etrafımdaki ne kadar çok kadının gayet ilerici görünümlü adamların içinden çıkan Truva öküzüyle yıllarca mücadelesine şahit oldum, anlatamam. Bunu az çok yaşamamış hiçbir yetişkin kadının olduğunu sanmıyorum hatta.
Elbette tüm bunlarda kadınların kurdukları ya da kuramadıkları dengelerin de payı var. Yine de özellikle bir erkekten maddi, somut beklentileri azaltıp son derece makul seçimler yaptıkları halde (bile) hezimete uğrayan kadınları ayırmadan edemiyorum. Kadın alttan alsa olmuyor, üste çıksa hazmedilemiyor, tevazu gösterse tepesine çıkılıyor, artık sabır gösteremeyip isyan ettiği anda da mağdurken şirret, cadı ilan ediliyor. Üstelik bu, karşısındaki erkeğin devasa defolarına rağmen yapılıyor. Sesini çıkarmadan sessizce ağlayıp sabreden, “kan kusup kızılcık şerbeti içtim” diyen kadın, makbul sayılıyor. Bu algı nedeniyle de kadınlar kendilerini ifade etmekte, hakkını aramakta zorlanıyor.
Erkeklere yüklenen mertlik ve cesaret de günümüzde kadınların kucağında. Kendini gerçekleştirememiş, büyüyememiş olmanın acısını türlü eziyetle karşısındaki kadından çıkaran erkekler cennetiyiz. Sevip de hayal kırıklığına uğramanın olağan acısına bu somut sorunlar da eklenince kadınların hayatı iyice zorlaşıyor. Sürekli erkeği pışpışlayıp karısına gösterdiği şiddeti göz ardı eden ailesi dahil tüm sistemin desteğiyle potansiyel katili karşısında “hayatım kurtuldu, ona da şükür” demek bile şans sayılabiliyor. Her konuda olduğu gibi bu konuda da berbat bir hayatı çok pahalı yaşıyor ve bazen de ömürleriyle ödüyor, kadınlar.
“Nafaka mağdurlarının” yırtınmalarına bakmayın, ortalamada bir evlilikten maddi ve manevi açıdan “kârlı” olmayı bırak, başladığı noktada bile çıkabilen kadın çok az, göründüğü kadarıyla. Bir erkekten beklentileri sadece duygular ve paylaşım alanında olduğunda bile hem o erkek hem de ailesi tarafından mağdur edilense çok fazla kadın var.
Her durumda, erkeklere değil hep kadınlara neden yanlış seçimler yapıp zarar gördükleri soruluyor bir de. Sanki ortalık doğru adayla kaynıyor gibi. Bu konuda vaziyet, seçim pusulasından beş beter. Bir erkeğin “hayat boyu hayal ettiğim kadın işte” dediği kadına yaptıklarına ya da yapabileceklerine bakmadan hem suçlu hem mağdur söylenmelerine kulak asmayın. Hep yaralı, iyiliğinden kaybetmiş, özünde iyi, büyümemiş erkek hikayelerinden de, kalbinde bir ilk yardım çantasıyla dolaşan iyilik perisi kadın hikayelerinden de gına geldi. Her erkek kendi yaralarının, travmalarının çaresine baksın ve karşısındakini gerçekten sevme kapasitesine sahip yetişkinler birbiriyle ilişkilensin. Gerisi ya yoktan eziyet ya suiistimal…
Gold Film yapımı “Kızılcık Şerbeti” hep gerçeklerden kopuk birer peri masalı olma ısrarındaki dizilerimizin bir türlü “hikâyeye” dahil edemediği yüz yıllık muhafazakar/seküler çatışmasını televizyona taşıdı. Bunu da başından sonuna çok cesur biçimde ve hem de ana akım TV’de yaptı, hiç de geri basmadı. Daha sonra bu açıdan benzer bir temayı işleyen “Ömer” dizisinden de bahsedeceğim. Ama Netflix’in hâlâ en başarılı yerli yapımlarından biri olan “Bir Başkadır” dışında bu temayı işleyen ilk dizi oldu. Ki dijitalin sağladığı görece özgürlük dışında 2.5 saatlik süreler nedeniyle de, ana akımda böyle bir hikayeyi olabildiğince iyi anlatmak çok zor. Yazarı Melis Civelek ve ekibiyle, muhteşem oyuncularından başlayarak emeği geçen herkesi tebrik ediyor ve övüyoruz.
Karakterleri karikatürize etmeden, her iki tarafı da hem kendi açmazları hem de birbirleriyle “karşılaştırarak” günümüz siyasetinin de en büyük sorunu olan bir konuyu pek güzel ve cesurca işliyor, evet. Ama “Kızılcık Şerbeti”nin bir başka büyük başarısı da hem bu “aileler ve evlilik” meselesine hem de kadınlar arası dayanışmaya güçlü biçimde değinmesi. Bunu da muhazakardan sekülere, bekardan evli ya da boşanmış ve çocuklu kadınlara uzanan geniş ve çok iyi çizilmiş bir karakterler yelpazesiyle yapması. Bu erkekler dünyasına kendi meşreplerince “yeto” diyen, inandırıcı kadın karakterler ve yan hikâyeler aracılığıyla…
Diziyi izleyen izliyordur, izlemeyenler için bu noktadan sonra yazı bir miktar spoiler içerecek. Dizimizin başrolünde modern görünümlü ama içinden sorumsuz bir Truva öküzü çıkmış bir adamla erken yaşta yaptığı evlilikten iki kız çocuğuyla ayrılmış, kızları ve annesiyle yaşayan Kıvılcım (muhteşem Evrim Alasya) var aslında. Yani bir amazonlar topluluğu, erkeksiz kadınlar. İlk bölümde mağazada gördüğü başörtülü kadınları “ay bunlar da her yerde”,”medeniyet düşmanları” vb. diye nefret söylemine boğan, müdiresi olduğu kolejde terör estiren, evde de kızlarını çok sert bir disiplinle yetiştiren Kıvılcım. Öbür uçta da son derece zeki bir genç kadın olarak ailesinden başlayan tüm toplumsal çelişki ve haksızlıkları görmesi gerektiği halde hayatını ailesinin çizdiği sınırlar içinde yaşamayı seçmiş, yine sert ve yargılayıcı bir muhafazakar, başörtülü kadın olarak Nursema (Ceren Yalazoğlu Karakoç). İkinci ve sürpriz başrol de o. Dizinin bir güzelliği de bu kadınların ikisini de temel inanç ve değerlerinden vazgeçmeden, erkeklere değil hayata karşı esneyerek gerçekçi biçimde dönüştürmüş olması.
Kıvılcım’ın üniversite son sınıf öğrencisi kızı Doğa (Sıla Türkoğlu), üst sınıf muhazakar bir ailenin oğlu Fatih’e aşık olmakla kalmayıp bir de ondan hamile kalınca kopuyor kızılca kıyamet. Aileler ilk tanıştığında Kıvılcımların şok üstüne şok geçirmesinden, Nursema’nın gelinin annesi ve şuh teyzesi Alev’in (dizinin en tatlı ve güzel karakterlerinden biriyle, Müjde Uzman) “açık saçık” giyimini sürekli göz devirip türban sıkılayarak “töbe töbe”lemesine dek… Beklenebilecek her türlü çatışmaya ve Kıvılcım’ın güçlü itirazına rağmen aşırı aşık bebeler evleniyor. Sonrasında elbette aşk flörtte durduğu gibi durmuyor. Dün dizi çekiştirmeyi çok sevdiğim oyuncu arkadaşım Aykut Sezgi Mengi’yle telefon konuşmamızda dediği gibi tam bir “dar pantolonlu zengin nargile cafe çocuğu” olan Fatih karakteri de muazzam işleniyor ve Doğukan Güngör çok iyi oynuyor.
Fatih sürekli olarak ailesiyle karısı arasında kalan, yine başta örneklenen “iyi pakette gelen dev sıkıntı” erkeğinin iyi bir örneği. Dizinin gizli “kötü”sü, “evimin huzuru kaçmasın da isterse dünya yansın yıkılsın”cı tatlı dilli yılan annesi Pembik (Pembe, Sibel Taşçıoğlu) bekleneceği gibi tam bir oğluna aşık anne. Tabii “güçlü, Alfa” oğlu Fatih’e daha bir aşık, iyi ama biraz “yarım akıllı” Mustafa’ya (Emrah Altıntoprak) karşı sadece korumacı. Daima güçten taraf, eşi Abdullah Bey’le (Alev’in deyişiyle Apo) arasının bozulmamasından başka aslında pek de fazla bir şeyi umursamayan bir kadın. Evde her istediğini yaptırdığı kızı Nursema’ya kendini gerçekleştirebildiği tek alan olan hat yapımı konusunda bile çelme oluyor. İşte bu duygu sömürüsünden suskunluğa her şeyi bir güzel kullanan, en olmadı başı tutup yataklara düşen maalesef çok gerçekçi anneyle oğlu Fatih arasındaki “aşk” bu yeni evliliğin başına dert. Doğa bu kendisine zıt ortama ne kadar uyum sağlamaya çalışırsa çalışsın gözünü çevirse “sen benim anama mı sövdün şimdi” ya da haklı bir eleştiride bulunsa “niye benim ailemden nefret ediyorsun”larla karşılaşıyor. Fatih üstelik evlendikten sonra değişiyor da tabii, tüm sekülerliğiyle aşık olduğu kadınının giyiminden okuluna devam etmesine her şeyine karışır hale geliyor. Doğa aşkından vazgeçmese de hem aileye hem de Fatih’in bu yersiz çıkışlarına direnmeyi sürdürüyor. Bu nedenle o cephede “aşk her şeye rağmen galip gelecek” gibi görünüyor, hayırlısı bakalım.
Dizi aslında kapalı kapılar ardında, “saray gibi” evlerde ne tür muhabbetlerin, ritüellerin döndüğü yollu merakımızı da epey giderdi. Yani işin seküler yalılı ya da siyasi arka zeminden tamamen kopuk konaklı kısımlarına yerli dizilerde tepe tepe doymuştuk da, buraları pek göremiyorduk. Son zaman türlü cepheden başlatılan karalama kampanyasının iddialarının aksine, her iki cephede karakterler gayet dengeli ve adil işleniyor. Mesela Kıvılcım’ın annesi Sönmez (Aliye Uzunatağan) da seküler ve dürüst ama çocuklarına karşı şefkatten çok tenkit gösteren ve Pembe kadar olmasa da çocuklarının mutluluğundan çok “el gün ne der”i önemseyen bir anne. Kıvılcım’ın eski kocası Kayhan (Soydan Soydaş) zamanında solcumsu, şimdi düzene, muktedire zenginlere yaltaklanmak için yarı yaşındaki manken tipli nişanlısını yalandan tesettüre sokan tam bir yancı, çapsız. Mustafa’nın eşi Nilay (Feyza Civelek) de kompleksli, maddiyat düşkünü, çıkarcı, aslen apolitik ama ailenin suyuna gitmek için onlar gibi davranan, hamile kalır kalmaz tesettüre giren, iyi çizilmiş bir karakter.
Bu dizinin aslında başından beri en “gerçek olamayacak kadar iyi” iki karakteri de muhafazakâr taraftan. Ekranda daima parlayıp yerini dolduran Settar Tanrıöğen’in canladırdığı Abdullah Bey ve Fatih’in amcası, Çimen’le beraber dizinin muhtemelen yine karşıt cephelerden aşk temasının ergen karşılığı olacak, Kıvılcım’ın müdür olduğu okuldaki Metehan’ın da babası Ömer. (Çok iyi oynayan, karizmatik Barış Kılıç) Abdullah Bey gayet eski usul ama daima adalete önem veren, “güçsüz” oğlu Mustafa’yı düzenli hor görmesi dışında pek bir kusuru olmayan bir karakterdi. Bu dizide yürüyüp gitmesinden en korktuğumuz aşksa Apo-Alev aşkı idi. Neyse ki Abdullah Bey sonunda kendini tutamayıp kızı yaşındaki kadına ilanı aşk eder (ve reddedilirken) kızı Nursema’yı istemediği bir adamla zorla evlendirmek gibi büyük hatalar yaparak “karakter” olmayı sürdürüyor.
Gençken istemediği bir evlilik yapmak ve türlü bedel ödemek zorunda kalmış Ömer’se temelde muhafazakar bir ailenin yırtmış oğlu karakterinde, Kıvılcım’la sürdürdüğü sıfır falso aşkla “fazla” iyi. Bir tık grileşmeyi bekliyoruz böyle bir arka plandan. Bir yandan da gönül her şey yolunda gitsin, ergenlikten yeni çıkmış kız ve olgun adam aşklarıyla dopdolu ekranda 40’lı yaşlarda birbirine çok yakışan bir çift hikayesi izleyelim diye, dilese de. Gerçi 21. Bölüm fragmanından anlaşıldığı kadarıyla Ömer bir nebze dark side’a geçecek.
Ve Nursema… Doğa Fatih evliliğiyle başlayan bu “çatışmalı karşılaşmalar” dizisinin yıldızlı pekiyisi, çok zor bir rolün altından müthiş bir performansla kalkan Ceren Karakoç’un da sayesinde giderek devleşen Nursema. İçindeki adalet duygusu, Doğa eve girdiği andan itibaren yaşanan bazı ataerkil çelişkileri görmesine yol açıyor. Yani bu kız sadece aşk nedeniyle değişmiyor aslında, aşkı da dönüşümünün bir parçası. Alev’in ortağı, barda çalan, düğün organizasyonu yapan gayet laik bir genç olan Umut (Serkan Tınaz)la aralarında adım adım gelişen aşk o kadar “a tabii niye olmasın ki” denecek bir doğallıkla işleniyor ki… Dizilerdeki birbirinin kucağına düşme, asansörde mahsur kalma vb. numaralarına hiç gerek kalmadan hem de, su gibi doğal. Nursema’nın ilk bölümden son bölüme beden duruşu bile değişti ama ne aşkından ne başörtüsünden vazgeçti. (Ki öyle de olabilirdi, kendi tercihi ama bu kez o süreç de bambaşka türlü işlenirdi) Sonunda da kendisini bu duruma düşüren, istemediği zengin bir adamla zorla evlendiren ailesine ve patriyarkaya “o evdeki huzurunuz bozulsun biraz!” diye öyle bir isyan edip nanik yaptı ki… Seçim öncesinde günde bir kez izlemeyle bile rahatlatacak türden bir sahneyle hepimizin içini açtı. Yüksekten düşerek ölen kadınlar ülkesinde, isyanını var gücüyle haykırarak hepimize tercüman oldu.
Dizi son zamanlarda izlenme oranlarının giderek artmasına paralel bir karalamayla karşı karşıya. Emre Erbirer bana ismini çok sevdiğim “Kızılcık Şerbeti Övüyoruz” WhatsApp grubu için davetiye gönderince gülümsedim, bu yazının ismi de oradan ilhamla.
RTÜK, gerdek gecesinde kocasının “niye soyunmuyorsun, kusurlu musun” diye Nursema’nın üstüne yürüdüğü ve sonunda camdan attığı sahnenin “kadına şiddete özendirme”si gerekçesiyle diziye ağır bir para cezası kesti ve 5 bölüm durdurma kararı çıkardı. Mafya dizilerini geçtik, esas kızı zorla kolundan tutup bardan çıkaran, kolunu sıkan Alfa erkeklerle dolu romantik komediler bile daha çok özendiriyor şiddete, ne özendirmesi. Buradaki, gerçek hayatta maalesef çok da karşılığı olan bir şiddet türünü ve akabindeki isyanı göstermek, yüzleştirmek. İzleyen çoğu kişi de bunu biliyor, hissediyor sanırım.
Yakarsa dünyayı Nursemalar yakar. Kadınların ve hakikatin yanında olacağız, sonuna kadar. Bu düzen, bu dünya böyle böyle değişecek. Huzurunuz bozulsun ki huzur bulalım.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI