Kızılcıklar ve kara kına: Cumhurbaşkanı seçimlerinde Hizbullah

Mendilime “her şeye rağmen sandığa gidelim” yazdım. Gidelim ki Kemal Kılıçdaroğlu seçilsin. Muhalefetin kurduğu ittifakları bozmak AKP’ye değil, muhalefet iktidara geldiğinde bize nasip olsun.

Google Haberlere Abone ol
Serra Hakyemez
 

Yok sayılan muhaliflerin Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermek icin “kan kusup kızılcık şerbeti içtiği” günler. Bu nasıl bir ülkedir ki herkese illa ki kızılcık şerbeti içiriyor. Yazılarını heyecanla okuduğum Yeşiller Sol Parti’nin Diyarbakır milletvekili, derslerini alamadığım KHK’li hocam, imzadaşım, meslektaşım Sevilay Çelenk’e özenerek bir not düşeyim. Ataların kızılcık şerbetini kan kusarken akıllarına getirmeleri ne yazık! Biz kadınlar kızılcığın şerbetini yapıp az mı içtik. Sistit (idrar enfeksiyonu) mi oldun, kızılcık kaynat. Sindiremedin mi yediklerini, kızılcık kaynat. Kolesterol tavan yaptı, kalbin dayanmıyor, iç kızılcık şerbetini. Arka fonda “Kızılcıklar oldu mu?” türküsü de çalsın sen tencerede kızılcıkları kaynatırken.

Amerika’nın Minnesota eyaletinde bir üniversitede çalışıyorum. Şikago’daki Türkiye Büyükelçiliği’nde oy kullanmaya gitmeden önce dolabıma şişe şişe kızılcık şerbeti doldurdum. Oy kullanamadan kalp krizi ile bu dünyadan göçmemek ve kullanacağım oyu sindirebilmek için. Bilgisayarımdaki eski zamanlardan kalma fotoğraflara bakmaya başladım. Diyarbakır’da (bugünlerde Amed demek oyları bölebilir) doktora araştırmam için saha çalışması yaparken çektiğim fotoğraflar bunlar. Doktora konum 1980 dönemi Diyarbakir Askeri Cezaevi. Militarizm, milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, işkence… Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nin önden, arkadan, yandan, havadan, karadan fotoğraflarını çektim. Cezaevinin fotoğrafını çekmek yasak olduğundan bir apartmanın damına çıkıp çektim. O apartmandakiler de benim yüzümden askerden çekti.

Çekilmesi yasaklı fotoğraflar 2008 yılından. Siyasi olmanın ne demek olduğunu Kürt yoldaşlarımdan ve özellikle feminist Kürt kadınlardan öğrendiğim yıllar. Bilgisayarda cezaevi fotoğraflarının arasında o dönem tanıştığım bir kadın arkadaşımın iki fotoğrafını buldum. Arkadaşımı riske atmamak için ona Hevin diyeceğim.

Hevin ile Fiskaya’daki Arsev kafede oturmuşuz. Daha 2015-2016 şehir savaşları yaşanmamış; Fiskaya’ya lüks zincir oteller açılmamış. Envai çeşit kahve dükkanları ve bardağı 25 liradan satılan kahveler henüz yok. Ard arda içilen çayların parasının hesabının yapılmadığı, üstüne bir de dibek kahve içildiği zamanlar. Mevsimlerden yaz, hepimiz yanıp kavruluyoruz. Ben keten yakası işlemeli yarım kollu bir bluz giymişim, Hevin mavi kolsuz bir bluz giymiş. Bluzunun üst kısmında mavi iplikten işlemeler, alt kısmında minik minik çiçekler. Kolsuz bluzunun üstünde omuzlarını örten beyaz merserize bir hırka. Hem mütevazi hem delidolu. Bir fotoğrafta ellerini dizlerine koymuş kameraya hüzün dolu bakıyor; bir diğerinde kollarını havaya açmış kahkahalar atıyor. Kadınların dost meclislerinde doyasıya kahkaha attığı günler.

Hevin Diyarbakır’ın Silvan (Farqin demeyelim oylar bölünür) ilçesinde doğmuş. Hevin’in lise yıllarında Hizbullah Silvan’da merkez kurmuş. Zırh gibi kapalı örgüt evlerinin zemin katında yurtsever Kürtlerin işkence ile öldürüldüğü zamanlar. Hevin o zamanlarda Hizbullah'tan kaçıp Diyarbakır’a yerleşmiş. Yerleşmiş yerleşmesine de üniversitede okurken birçok kadın gibi o da Hizbullah’la yeniden karşılaşmış. Hizbullah’ın üniversitede okuyan kadın öğrencileri yüzlerine kezzap atmakla tehdit ettiği ve de attığı dönemler. Kovid zamanı af ile çıkan bir erkeğin kızgın yağı uyuyan eşinin üzerine soğukkanlılıkla döktüğü bir kadın-kıyımcı toplumda Hizbullah’ın yaptıklarına çok şaşırmayın. Domuz bağını da ne yazık ki Hizbullah icat etmedi. Bu konuda sanatsal bir çalışma için Bir Zamanlar Anadolu’da filmine dönebilirsiniz. Güzelim Anadolu… Bunlar yetmezse 78’liler Vakfı’nın arşivinden Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde neler yaşandığına bakmak da faydalı olabilir. Eril şiddet, devlet eliyle şiddet, devlet tarafından kurulan örgüt eliyle şiddet. Faillerin hepsine af.

Hizbullah üzerine çalışma yapan akademisyenler bu örgütü çok iyi anlattılar (bkz Mehmet Kurt). Dedim ya ben Hizbullah’ı Hevin’den dinledim. Hevin’in gözlerinde, oturuşunda, merserize hırkasında gördüm. Gel zaman Hevin ile iletişimim koptu. Onun arkadaşlarından haberini aldım. Ayrılmaya çalıştığı eşinin manipülatif psikolojik işkenceleri (gaslighting) sonucunda rahatsızlandığını söylediler. Hevin’in kamuya açık bir avluda ayağa kalkarak birdenbire ezan okuduğunu duyanlar olmuş. Etraftakiler onu susturmaya çalışmış ama o susmamış. İçinde hangi failin ne fırtınalar kopardığı bilinmez ama dışarıdan çok dingin görünüyormuş. Hepimize cinnet geçirten kadın düşmanı erkekliğe karşı ezan okumuş. Hevin’in ezanıyla bütün kadınlar ayağa kalkmış mıdır? Hevin’in hüzünlü kahkahası ve dingin fırtınası kadınları ayaklandırır mı?

Hizbullah’ın psikolojik/fiziksel şiddetinden evdeki psikolojik/fiziksel şiddete AKP otoban yol yapar mı dersiniz? Teşvik amaçlı olarak otobandan geçen herkese on galon benzin hediye eder mi? Peki ya Hizbullah ile aralarına mesafe koyan milliyetçi muhalefet? Onlara Hizbullah’ın bir semptom olduğunu hatırlatmak isterim. Irkçılığın, devletçiliğin, militarizmin ve kadın düşmanlığının semptomu. Evet Hizbullah’ın mecliste olması bütün kadınlara ve özellikle Kürt kadınlarına kan kusturan bir gerçek. Eğer onların mecliste olması hazmedilemezse, o zaman ırkçılığın, milliyetçiliğin, devletçiliğin, militarizmin ve kadın düşmanlığının da cumhurbaşkanı makamında olması kabul edilemez. O makamı kim tutarsa tutsun.

Binbir fedakarlıkla Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verilmesi için çalışan herkesin, bütün kız kardeşlerimin, emeklerine minnettarım. Oylara sahip çıkmak için sandıklarda görev alacak olanlara da. İktidar tarafından ayrımcılığa uğrayan, tehdit edilen bir grubun parçası olarak, muhalefetin akıl almaz ittifaklarına rağmen muhalefetin liderine oy veriyorum. 28 Mayıs seçim sonuçlarını selelere doldurduğum kızılcıklar ile Minnesota’daki kız kardeşimle izleyeceğim. Ben mendilime “herşeye rağmen sandığa gidelim” yazdım–iktidara gelmek için değil, iktidarı devirmek için. Hepimiz sandığa gidelim ki 29 Mayıs’ta kara kınalar göndereceğimiz Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilsin. Muhalefetin kurduğu ittifakları bozmak da AKP rejimine değil, o rejimi iktidardan indiren bizlere nasip olsun!