YAZARLAR

Kobani Davası: Erdoğan’ın boğazındaki kılçık

Kürt sorununda demokratik çözümü sonlandırmak yıllar sonra Erdoğan için yutamadığı bir lokmaya dönüştü. Kobani davası da bu sorunun tam merkezine yerleşmiş oldu çünkü bu dava hakkında verilecek karar iktidarın kayyım politikasına geri dönüp dönmeyeceğini ve tabii ki barış umutlarımızın ne yönde tecelli edeceğini de gösterecek.

31 Mart yerel seçimlerinin değerlendirilmesine dair duyduğum ilginç yorumlardan birisi belediye meclisi seçimleri üzerineydi. Öteden beri yerel seçim sonuçlarının yerel dinamikler gözetilerek okunması gerektiği söylenir ama belediye meclisi seçimlerinin genel seçim eğilimiyle uyumlu olduğu tespiti yaygın kabul görürdü. 31 Mart sonrası bir siyasal iletişimcinin, artık bu yargının değerini yitirdiğini söylemesi ilginçti. Büyükşehir belediyelerinin kurulmasından yani bir de il genel meclisi seçimi gerekiyor olmasından yola çıkarak büyükşehirler bağlamında yerel seçimlerin daha yerel dinamiklerle okunmasını gerekli görüyordu. Sadece o büyükşehir belediyesine özgüleyerek anlamaya çalışmak gerektiği yönündeki bu görüşe katılmak pek mümkün değil. Çünkü il genel meclisi, büyük şehir belediyesi sınırları içinde yaşayan en ücra köydeki seçmenin dahi söz sahibi olmasını sağladı. Yerel iktidarın kurulumunda oylarıyla pay sahibi kılındı, ilçelerdeki, köylerdeki seçmen. Dolayısıyla eskisinden çok daha fazla genel seçim eğilimi görmek mümkün il genel meclisi seçim sonuçlarında. Yerel iktidar kavramı, 1990’lardan itibaren pek çok demokrasinin yönetim şemasını yeniden şekillendiren, yerinden yönetim ilkesinin tarifiydi. Ve demokrasiden uzaklaştığımız ölçüde AKP iktidarı, yerel yönetimleri güçlendirmek yerine gücünü kıracak adımlar atmıştı.

Bu adımların doruk noktası olan kayyım politikasını da 31 Mart’ın ertesi günü bir kere daha denediler. Van halkının iradesine sahip çıkışı ve bu defa Türkiye genelinden sunulan desteğin de katkısıyla iktidar, geri adım atmak zorunda bırakıldı. Abdullah Zeydan’ın seçilerek hak ettiği mazbata salt YSK’nın hukuki gerekçe ile aldığı karar değildi. Öyle olsaydı Hatay kararı, YSK toplantısından birkaç saat önce Erdoğan’ın Meclis Grup kürsüsünden verdiği talimatla uyumlu olmazdı. Seçim öncesi Hatay seçmenine 'yerel yönetim-merkezi yönetim uyumu’ atıflı, şantaj kokulu kampanya konuşması unutulmadı elbette. Hatay Atatürk için ‘şahsi meselem’ diyecek kadar önemliydi. 6 Şubat depremleri sonrası günlerce müdahale edilmeyen, enkaz altında günlerce bekletildiği için can veren insanların diyarı oldu. Uzun zaman devam eden İskenderun Limanındaki yangına müdahale edilmeyişi bambaşka bir soru-n- alanı…  Gökhan Zan hadisesinde AKP parmağı zannı da öyle… GSMH payı en yüksek illeri kaybettikten sonra kara ve deniz ticaret hacmi en yüksek illerden birisi olan Hatay’ı bu yerel seçimde kazanmak anlaşılan depremler sonrası Erdoğan için de şahsi mesele haline gelmiş.

Kobani olaylarından yıllar sonra açılıp, yıllardır devam eden çok sanıklı, dosyaların bir ayrılıp ardından tekrar birleştirildiği, sürekli yeni sanık ve dosya eklendiği, hukuk çelişkilerinin saymakla tükenmediği, tanıkların suçla itham ettiği sanıkları duruşma salonunda tanıyamadığı kumpas davasının seyri bu yıl yerel seçim sonuçlarıyla doğrudan ilişkili hale geldi. Genel olarak Kobani davasına dair bilgileri gazetemiz okurları yıllardır okuduğu ve son duruşmaya ilişkin gelişmeleri bu hafta boyunca Ceren Bayar’dan izlediği için davanın detaylarına bu yazıda girmeyeceğim. Bilindiği üzere baştan itibaren siyasi bir davaydı ama şimdi siyasal iklimi değiştiren bu yerel seçim sonuçlarıyla yeniden şekillenme ilişkisine girdi. Karar duruşmasının yerel seçim sonrasına ertelenmesiyle başlayan bir ilişki bu. Kürt seçmeni kendi yanına çekmek ama bunu başaramıyorsa muhalefete kaymasını da önlemek istedi iktidar bu siyasi dava hükmünü erteleterek. Muhtemelen iktidarın hesabı Kürt seçmenin oyu ve DEM Parti'nin seçim politikasıyla bağlantılı bir karar açıklatmaktı. Ancak yerel seçim sonuçları "ya o ya bu" şeklinde bir karar verecek ölçüde basit bir kazanma kaybetme tablosu koymadı ortaya. Alınacak dersler, yapılacak ödevler bıraktı seçmen iktidarın önüne. Böylelikle Kobani davası Erdoğan ve iktidarı için yutmak istese yutamayacağı, tükürmek istese tüküremeyeceği bir lokmaya dönüştü.

17 Nisan tarihli karar duruşmasında hükmün açıklanmayacağı bilgisini bu hafta Meclis grup toplantısında DEM Parti eş genel başkanı Tülay Hatimoğulları kamuoyuna duyurmuştu. Duruşmadan karar beklenmiyordu evet ama bir iyimser beklenti oluşmuştu, kararın ertelenmesiyle. Tahliyeler olacağına dair bir umut yayıldı. Kararın ertelenmesinin yarattığı bu umut iklimi elbette yerel seçim sonuçlarıyla yakından ilişkiliydi. Hatta seçim kampanyasının bir parçası olarak AKP’nin özellikle pompaladığı kulis haberleriyle şişirilmiş, AKP ve Erdoğan’ın Kürt siyasesinde ılımlı, yumuşak bir politikaya döneceğine dair hormonlu bir umuttu bu. 1 Nisan Van deneyimine rağmen belki de YSK Zeydan kararından etkilenen bir tahliye beklentisi yayıldı. Keşke doğru çıksaydı dedirten bu umut gerçekleşmedi, tutuklu sanıklardan tahliye edilen olmadı maalesef. İktidarın yerel yönetimlere kayyım atama politikası ile Kobani davası arasındaki doğrudan ilişkiyi hatırda tutarsak DEM Parti'nin yerel seçim başarısını yükselttiği bir ortamda iktidarın, Kobani davasında yargının hukuka uygun karar açıklamasına göz yummayacağını kabul ederiz. Erdoğan buradan geri adım atmaz. Atmak istese Bahçeli attırmaz. Bahçeli’yi sırtından atmak istese ittifakı dağılınca MHP’ye yakın vekillerini partisinde tutamaz. Türk milliyetçileri yerine Kürt siyasetini yanına çekmek istese kendisi manevra yapabilir ama teşkilatı onun dönüş hızına yetişemez. Hadi teşkilat da yetişti, dağınıklık olmadı veya toparladı diyelim, Kürt siyaseti bu lokmayı kolay kolay yutamaz gibi geliyor. Ama Türkiye siyasetinde bir günde her şey değişebilir derler. Özetle mahkeme Erdoğan’a Kobani davası hakkında karar vermesi için bir ay daha zaman tanıdı.

Ancak şurası kesin ki çözüm süreci Türkiye için bir fırsattı. Türklerin ve Kürtlerin iç barışı kurmak için sadece bu toplumun ve ülkenin dinamiklerini gözeterek hareket edebileceği son şanstı. Kaçtı, kaçırıldı. Şimdi artık bölgenin ve büyük güçlerin çıkarlarını da gözeten bir ilişkilenme zorunluluğunu gözetmek kaçınılmaz hale geldi hem Türkler hem Kürtler için. Bir başka söyleyişle Kobani davasının seyri ve sonucu salt Türkiye’nin yerel siyasetiyle ve merkezi yönetimin politikalarıyla sınırlı sayılamaz. Kürt siyasetinin bu konuda yeni politika geliştirme yollarını araması da yetmez. Artık bölgesel gelişmeleri ve büyük güçlerin bölgedeki çıkar ilişkilerini dikkate almayı gerektirecek kadar önemli bir konu haline gelmiştir Kobani davası. Türkiye siyaseti bir günde değişir belki ama Ortadoğu bölgesinin çoklu çıkar ilişkilerini tek bir konu üzerinde ortaklaşır hale getirmek hem bir günde olmaz hem de Erdoğan’ın da Dem Parti'nin de boyunu çok çok aşar. Nitekim karar duruşmasının bir ay sonraya ertelenmesi, bu süreçte gerçekleşeceği iktidar kanadından duyurulan 9 Mayıs görüşmesini hatırlatıyor. Amerika tarafından doğrulandı mı bilmiyorum ama AKP’nin Beyaz Saray görüşmesi ilan ettiği bu tarihte konuşmaların merkezine bir icazet talebi yerleşeceğini düşündürüyor. Kaynak bulma ve Kuzey Irak harekatı için icazet alma zorunluluğu, verilebilirse eğer 16 Mayıs'a ertelenmiş olan Kobani davası kararını etkileyecek temel unsurlar arasına girmiş görünüyor.

Son grup toplantısında milletvekillerinin, partililerinin ve teşkilatının moralini yükseltme, yeniden enerji toplayarak tazelenmesini sağlamak üzere konuştu Erdoğan. Bu konuşmanın bir yerinde terör örgütüne değinmeyi de ihmal etmedi. “Bölücü terör örgütünün halkımızın zihniyetine ve sandıklarımıza tekrar musallat olmasına izin vermeyeceğiz.” dedi. Belki aynı güne denk geldiği için olabilir ama bu cümleyi doğrudan Kobani davasının akıbetiyle ilişkilendirmek gerektiğini düşünüyorum. Ve tabii bir yandan yumuşama politikasına dair beklenti yaratırken bir yandan da 40 km derinliğe kadar inilecek Kuzey Irak harekatına dair planlar sızdırılmıştı. AKP’nin birbirine taban tabana zıt iki vaadi aynı anda iki farklı kesime birden pazarlayabilme becerisine örnek olmuştu seçim öncesi. Seçim sonrası ilk meclis konuşmasındaki bu tek cümlede hem terör örgütünün gücünü kırdığını hem de terör örgütünün tehlike saçtığını ifade etmesi, seçim sonuçlarına rağmen harekattan vazgeçilmediğini düşündürüyor. Tabii bu kadar örtük söylemesi de ABD onayına muhtaç olunduğu gerçeğini görmemize yol açıyor. İsrail hakkında soykırım kavramını kullanamazken İran için misilleme hakkını onaylamak da dış politikadaki çetrefilli sorunların her birinin arka bahçesinde oluşumuzla ilgili. Kuzey Irak için planlanan harekat Ortadoğu ateşine odun taşımak olur ama büyük güçler bu yangının yayılmasını istiyorsa Türkiye de planlarını gerçekleştirebilir. Bir kere daha demokrasi barış umutlarını göze almadan önce Türkiye dış politikası ve Erdoğan yakın geçmişe ait hatalarını gözden geçirse keşke: Türkiye’nin Kürt sorununda çözüm politikasını terk etmesine yol açan şahin kanadı dinlemek ve siyasi başarı hırsıyla demokratik çözümü sonlandırmak yıllar sonra Erdoğan için yutamadığı bir lokmaya dönüştü. Kobani davası da bu sorunun tam merkezine yerleşmiş oldu çünkü bu dava hakkında verilecek karar iktidarın kayyım politikasına geri dönüp dönmeyeceğini ve tabii ki barış umutlarımızın ne yönde tecelli edeceğini de gösterecek.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.