YAZARLAR

Komisyon değil kâh komedi kâh trajedi

Bir kere daha söylemek gerekirse nur topu gibi komisyonumuzun hiçbir şey yapmayacak olma ihtimali, ihtimaller içinde en tehlikesiz olanı...

Meclis'te nur topu gibi yeni bir komisyon doğdu malum ve ilk toplantısından itibaren etrafa inciler saçmaya başladı. TBMM Kadına Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu 9 Mart'ta kurulduktan sonra 21 ve 22 Nisan'daki ilk iki toplantısıyla, gündemde yerini aldı. İlk toplantısında açılış konuşmasını yapan İyi Parti Milletvekili Şenol Sunat’ın katılımcı, çoğulcu, demokratik ölçütlerle görev dağılımı gerçekleştirilmesine dair sunduğu öneri ret edilerek işe başlandığı için bu yolun varacağı yer şimdiden belli. Görev dağılımı ve iş bölümünün muhalefet partilerine mensup komisyon üyelerinin de katılımıyla gerçekleştirilmesi görüşünü dile getiren Şenol Sunat’a verilen cevap, komisyon çalışmalarını tamamladıktan sonra ortaya çıkması beklenen raporun içeriğine dair haberci niteliğinde. “Biz zaten nezaketen davet etmiştik” sözleri ilk toplantıya damga vuran Öznur Çalık komisyon başkanı oldu ve iktidar bloğu vekilleri kendi aralarında birbirlerini seçtiler, görevlendirdiler. Bu haliyle anılan komisyon, TBMM komisyonu olma niteliği taşımaktan uzak. Cumhur ittifakı komisyonu olarak değerlendirilmesi yerinde olur.

Kadına yönelik şiddetle mücadele için yeni bir araştırma komisyonuna hiç ihtiyaç yoktu esasen. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu tarafından kurulan İstanbul Sözleşmesi alt komisyonu çalışmalarını tamamlayıp raporunu hazırladığı halde iki yıldır yayınlanmadı. Daha önce 2014 yılında yine aynı isimle, Kadına Yönelik Şiddet Araştırma Komisyonu kurulmuş, çalışmış, raporunu yazmış ama o rapor da yayınlanmamıştı. Komisyonlar kuruluyor, vekiller ve davet ettikleri, kurum, kişi ve örgütler çalışıyor fakat Meclis Başkanlığı zahmet edip o raporları yayınlamadığı için önerileri uygulanmıyor. Uygulanmadığı gibi toplum haberdar bile değil konuşulanların ortaya koyduğu sonuçlardan. Böylesi komisyon deneyimleri doğrultusunda akla ilk gelen ihtimal doğal olarak şiddetle mücadelenin uyutulmak ve toplumu yatıştırmak niyetiyle komisyona havale edildiği. Gerçi kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda TBMM Komisyonları tarihinde iyi örnekler de yok değil. Örneğin 2005 tarihli Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesine Dair Meclis Araştırma Komisyonu tarafından hazırlanan raporun içeriği sonuçları itibariyle çok kıymetliydi. 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi, bu komisyon raporun sonuçlarından birisi olarak geçmişti tarihe. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayınlanan genelge halen yürürlükte, uygulanmaya devam edilse başka bir komisyona ihtiyaç kalmaz. Töre ve namus cinayetleri adıyla dile getirilen de bugünkü erkek şiddetinin aynısıydı zaten. Sadece aile meclisleri kararıyla küçük yaştaki çocuklara cinayetlerin işlettirilmesi yönünden farklıydı. Genelge uygulanıp azmettiriciler failden daha yüksek ceza alır olduğunda aile meclisleri karar almaktan vaz geçmedi kuşkusuz ama sadece küçük yaştaki çocuklara cinayet işlettirmekten vaz geçtiler, muhtemelen kocaları azmettirmeye başladılar. O tarihlerden sonra artan boşanmış ya da boşanma aşamasındaki kocaların fail olduğu cinayetler de bu genelge doğrultusunda soruşturulup, kovuşturulsa sanırım hayli ilginç sonuçlarla karşılaşırız.

Neyse komisyonlara dönecek olursam hatırlanacağı üzere bir de meşhur 'BoşanMA Komisyonu'muz var. Çok yazdığım için tekrar anlatmaya girişmeyeceğim bu yazıda. 2016’dan itibaren bu komisyonun ele aldığı konular adeta gizli hükümet programı gibi uygulanıyor. O tarihten bu yana kadın kazanımlarına yönelik tüm saldırıların işaret fişeği niteliğindeydi bu rapor. Buradan yola çıkılarak düşünülünce şimdi kurulan yeni komisyonun 'BoşanMA Komisyonu' benzeri bir çalışma yürütme ihtimalinin olduğunu da görmek gerektiğini düşünüyorum. Bir başka deyişle yeni komisyonun kurulmasındaki amaç sorunu uyutmak yerine 'BoşanMA Komisyonu'nun eksik bıraktıklarını tamamlamak olabilir. 6284’ün özellikle koruyucu ve önleyici tedbir kararlarını, işlevsizleştirecek öneriler geliştirmeleri ihtimali hiç göz ardı edilemez. Diğer yandan iktidar cenahından resmi açıklamalar yapılmadığı halde kulis bilgisi şeklinde basına servis edilen Ankara Sözleşmesi veya Mutabakatı gibi isimlerle İstanbul Sözleşmesi'ne alternatif, sözüm ona yerli ve milli olacak bir metin önerisi bile bu komisyonda pişirilebilir. Kadına yönelik şiddet, erkek şiddeti ki cinayet boyutu kadın cins kırımı halinde tüm dünyada yani ortadaki çözülmeyi bekleyen evrensel bir sorun var. Şiddet insan hakları ihlali ve insan hakları hukuku evrenseldir. Hal böyleyken nasıl olur da sorunun çözümü için evrensel değerler bir kenara bırakılıp yerli ve milli arayışlara girişilir, akıl alır gibi değil. Ancak erkek şiddeti sorununu önlemek değil beslemek isteyenlerin arayacağı bir politika olur böylesi.

Komisyon, şiddeti önlemek değil görünmez kılmak ve aile içinde şiddeti koruma altına almak işlevini üstlenmiş olabilir. Bu cümle ister peşin hüküm ister niyet okuma ister aşırı yorum olarak değerlendirilsin sonucun değişeceğini sanmıyorum. Komisyon’un 22 Nisan tarihli ikinci toplantı tutanağını inceleyenler aynı izlenimi edinebilir. Duvar Arkası haberinde de görüldüğü gibi “AK Parti Balıkesir Milletvekili Pakize Mutlu Aydemir her kesimin dinlenmesi gerektiğini söylerken İstanbul Sözleşmesi'ne karşı olan derneklerin fikirlerinin de alınması” önerisiyle gündeme geliyor. Aylardır İstanbul Sözleşmesi’ni anmaktan özenle kaçınanların, Sözleşme'nin aleyhine olacak şekilde zikredilmesinde sakınca görmüyorlar. Hali hazırda Meclis'te ve iktidar partisinde olanların, komisyonca dinlenmesi bile kabul gören bir öneri oluyor. Hatta “İYİ Parti’den ayrılıp AK Parti’ye katılan Tuba Vural Çokal da destek verdi. “Mutlu Başkanımız ‘Özlem Hanım’ı dinleyelim’ dedi. Ben de şiddete uğramış, sosyal medyada ciddi şiddete uğramış bir kadınım. Bu konuda ben de fikirlerimi dile getireceğim bir parlamenter olarak.” Komisyonca görüşlerinin dinlenilmesi gereken kişiler arasında kendisini öneren komisyon üyesi milletvekili şeklinde bir karikatür yapılsa “amma da abartmış” derdik ama bu şaka değil tutanakla sabit gerçek.

Gülseren Budayıcıoğlu dahil “dizi ve filmlerden görüş almaca” diyebileceğimiz yapımcı, yönetmen, senarist önerileri dile getiriliyor Komisyon'da. Bana en vahim görünen iki teklif örneği ile bitireyim bu yazıyı, nasıl olsa komisyon radarımızda Özlem Çalık’ın belirttiği gibi sürekli izleyeceğiz. AKP Konya Milletvekili Hacı Ahmet Özdemir, uzun uzun konuşup inciler saçarken, komisyon hakkındaki bazılarınca önyargı sayılacak endişelerimi ispatlayacak öneriler getirmiş: “…filmlerde, dizilerde -detayına girmeyelim- yani belki çirkinliğini ortaya koyma adına bir şeyler yapılması lazım. Hâlbuki buralarda özendirici şeyler yapıldığını hatta cinsel eğilimlerle -ben sevmiyorum bu tabiri ama diyeceğiz yani öyle diyeceğiz çünkü artık terimleşti- yönelimlerle alakalı da medyayla bir irtibat kurulması gerekir kanaatindeyim… Osmanlı’daki Aile Hukuku Kararnamesi biliyorsunuz kodifikasyon yani İslam hukukunun kanunlaştırılması çalışmalarında çok önemli bir şeydi, Mecelle’nin ötesindeydi. Bunu çalışan Türkiye’de tek uzmanımız var…” Dizi ve filmlerde LGBTİ+ların görünürlüğüne itiraz edenlere tercüman olarak bir nevi sansür uygulatmak niyetiyle yapımcılarla irtibata geçme işlevi yüklüyor komisyona. Erkek şiddetini araştıracak komisyon LGBTİ+ bireylere yönelik şiddeti önlemeyi değil şiddetin ve insanların görünürlüğünü önlemeyi düşünecek gibi görünüyor. Benzer bir başka öneri de MHP Konya Milletvekili Esin Kara tarafından dile getiriliyor ve anaokulu çağındaki çocukların kendi cinsiyet kimliği bilincine ulaşması aşamasında aldıkları eğitim açısından Milli Eğitim Bakanlığı'nın dinlenmesini öneriyor. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği üzerine bu komisyon, hayli kuşatıcı ve hak ihlali içerecek kararlar almaya hazırlanıyor diyebiliriz.

Bu arada Hacı Ahmet Özdemir’in, kadın hakları açısından, Osmanlı son dönemine ait ve 1917 tarihli olduğu için pek de uygulanamamış Aile Hukuku Nizamnamesi üzerine çalışmış bir hukukçudan görüş alınması yönündeki öneri üzerine ciddi ciddi düşünmek gerekiyor. Bizim oraların (Acıpayam) söyleyişiyle “eski dığan eski aş, ya karın ağrıtır ya baş” deyimi Konya’da duyulmamış gibi. "Raf ömrü yüz yıl önce tükenmiş bir hukuk metni bugünün sosyolojisine ne çözüm üretebilir?" sorusu gelmemiş galiba akıllarına. Kaldı ki kadına yönelik şiddetin hukukun konusu oluşu tüm dünya genelinde çok yeni bir olgu. Erkek şiddetinin, aile içi şiddetin hukuk metinlerinde suç olarak sayılmadığı bir dönemin hukuk metni, günümüz TBMM Kadına Yönelik Şiddet Araştırma Komisyonu için ne tür bir ilham kaynağı olabilir, hiç aklına gelmemiş olmalı bu öneriyi getiren vekilin. Ki tutanakları inceleyenlerin göreceği gibi vekilin uzun konuşmasında kadına yönelik şiddetle mücadele kelimesi de geçmiyor.

Tüm bunlara dayanarak bir kere daha söylemek gerekirse nur topu gibi komisyonumuzun hiçbir şey yapmayacak olma ihtimali, ihtimaller içinde en tehlikesiz olanı. Tehlikeli olan bir ihtimal 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda yer alan şiddeti önleyecek tedbirlerin yok edilmesi olabilir. Bir diğer tehlikeli ihtimal İstanbul Sözleşmesi’ne alternatif yeni bir çerçeve metin hazırlanmasına zemin oluşturmak olabilir. Yerli ve milli iddiasında olacağı basına servis edilen muhtemel bir metin Osmanlı Aile Hukuku Nizamnamesi'ne mi benzer; Rusya’nın hazırlayıp Polonya, Macaristan gibi ülkelere teklif ettiği bilinen metne mi benzer; İslam İşbirliği Teşkilatı Kadın Birimi'nin deklarasyonuna mı benzer; Allah û âlem… Her hâlükârda sosyal mühendislik olacağına, kadın cinsini kırıma uğratan erkek şiddetine çözüm değil maske üreteceğine şüphem yok. Muhalefet vekillerinin ve davet edilen/edilecek bağımsız kadın örgütlerinin bu komisyonda yer alması, bu komedi trajedi karmaşasına katkıda bulunması gereksiz.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.