Kompradora şahin, devlete güvercin mi?
“Kilittaşı” rolü oynamak da, “tarihe geçmek” amacı gütmek de bence, keza siyaseten, çok da bir şey ifade etmiyordu. Bu durumun yarattığı durağanlık, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasıyla silkelenmiş ve ırmak akıp, yatağını bulmuşa benzer.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, saygın gazeteci Murat Sabuncu’nun aktarımıyla "Türkiye'nin gözbebeği kurumları’ diyor, ‘isimlere bağlı kalmadan’ başta TSK olmak üzere, devlet kurumlarındaki Fethullahçı yapılanmalar konusunda, bu kurumların MGK toplantılarında iktidara uyarı görevlerini yerine getirdiklerini söylüyor. Bu kurumlarda güvenlik bürokrasisindeki isimlerin görevlerini yaptığını anlatıyor.”
Aynı Kılıçdaroğlu TBMM kürsüsünden yaptığı bütçe konuşmasında ise, ahiren bir başka vesileyle Selin Sayek Böke’nin ardını getirmekten imtina ettiği çıkışı tamamlayarak, “bu soygun düzenine son vereceğiz, beşli çetenin bizim torunlarımızı dahi sömürecek olan yatırımlarını kamulaştıracağız ve alacağız.” diyor.
Şimdilik bu iki ifade duvara asılı önümüzde dursun. Kılıçdaroğlu’nun, herhalde “özlenen” demekte beis görülmeyecek, içerik ve biçemdeki sözkonusu bütçe konuşmasının, bu konuları benden çok daha iyi bilecek konumdaki pek çoklarınca olduğu gibi, örtülü bir adaylık açıklaması olduğunu düşündüm. Ne muhalefeti, ne muhalefetin içinden dikkate alınacak büyüklükte bir seçmen tabanının düşünce yapısını temsil etmek gibi bir iddiam haşa olamamakla birlikte, bence doğrusu da buydu.
Zira, yaşamın ve siyasetin doğal akışı gereği, anamuhalefeti oluşturan (2+3)+1’lik (?) koalisyonun en büyük bileşeninin ve güncel kamuoyu yoklamalarına göre HDP ile birlikte barajı geçen iki muhalefet partisinden birinin lideri olarak Kılıçdaroğlu’nun “siyasetten kişisel beklentim yoktu” demek lüksü bulunmuyordu. “Ama Kürtler oy verir mi?” diye sorgulayanların aksine, Kılıçdaroğlu’nun kendinde vehmettiği yahut ona zorla dayatılan “handikapları” bağlamında yine aday olamaması durumunda, İmamoğlu veya Yavaş değil, sözkonusu koalisyonun “de facto” eşbaşkanı Meral Akşener’in aday olması gerekeceğini savunuyordum. (“Nerede aslanım” derseniz, “oturduğum yerden”, “bu köşeden” tabii.)
Türkiye’nin devcileyin bir büyükşehir belediyesi olmadığını, siyasetin karar-iddia-hamle işi (de) olduğunu, liderin temsilden feragat edemeyeceğini söyleyegeldim. Perde gerisindeki “al takke-ver külah” kulis pazarlıklarının ve eşgüdüm arayışlarının, siyaseten anlamsız ve gün ışığında, kamuoyu önünde olmadıkları için temsil açısından içerikten yoksun olduklarını da. Dolayısıyla, “kilittaşı” rolü oynamak da, “tarihe geçmek” amacı gütmek de bence, keza siyaseten, çok da bir şey ifade etmiyordu. Bu durumun yarattığı durağanlık, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasıyla silkelenmiş ve ırmak akıp, yatağını bulmuşa benzer.
Dış kulvardan da Ali Babacan’ın Ruşen Çakır’la yaptığı MedyascopeTV ve Kurdistan24 ekonomiyi düze çıkarma ve hukuk devletini restore etme odaklı söyleşileri de, hiç yoktan, düşünsel planda yarışı “forse eder” nitelikte. Kılıçdaroğlu’nun atağı, bakalım Babacan’ı da “kamçıyı çekmeye” zorlayacak mı, göreceğiz. HDP açısından da anladığım kadarıyla “kim yeni anayasa yapacaksa yapsın, Allah ondan razı olsun” gibi bir yaklaşım sözkonusu ve bu tutum da gayet anlaşılır. Bu yönden, HDP “yarının partisi” olmak özelliğini de, tüm hukuk dışı baskılara rağmen, koruyor.
Eski TRT radyodan canlı maç yayını gibi olsun madem: “Ve şimdi mikrofonlarımız Vaşington’da…” Biden ekibini hep sağlamcı kuruyor. Hep daha önce aynı dosya üzerinde çalışmış isimlere dükkânı teslim ediyor. Son olarak, favori (Obama döneminde Pentagon’un üç numarası) Michele Flournoy yerine eski CENTCOM (e.) Lloyd Austin’i Savunma Bakanlığı’na (yani Pentagon) tercih etti. Malum CENTCOM kurulduğundan beri Ankara “flu görür” o tarafı, Brüksel’e EUCOM’a bakar ama nafile.
Şimdi fiziken ağır sıklet Org. Austin’in şahsında zebellah gibi CENTCOM’la konuşmak durumunda kalacak Ankara. Hayırlısı. “Eee…” diyeceksiniz, e’si şu: Bir, bu atamalar (ki henüz onaylanmadılar) kimi kaşları “bu denli fazla eski askere ne gerek var?” diye kaldırdı. İki, bu yeni takımla kafa kafaya girildiğinde anamuhalefetin tutumu ne olacak, ne olmalı? “Ekmek nerede” diye de sorulabilir, “doğrusu nedir” diye merak da edilebilir.
Parantezi kapatıp geri gelelim. Kompradorun, yağmahasanınböreğicinin, baltutanparmakyalarcının, çeşmeakarkengüğümüdolduracancının eyvallah her birinin o tombul o pembe yanacıklarından acıtan makasını aldı Kılıçdaroğlu ziyade olsun. Sanıyorum bundan böyle patates püresi lezzetinde herkesolayımcı siyaset yerine düşünarkamacı siyasete evrilir. Diye umut etmek istiyor düş kırıklığı yorgunu amadeniz.
Buna karşılık yanlışlık burada. Benzeri bir temiz tezgâh açma işlemini aynı yaklaşımla dönüp MİT, TSK ve İçişleri’ne de yapmak zorunda Kılıçdaroğlu. Sadece o da değil, tüm muhalifler de. Yoksa “giden ağam, gelen paşam” ile olacak gibi değil. MİT, TSK, ve İçişleri’ni de kamuya geri kazandırmak başat görevi olmalı “önce cumhuriyet” diyenlerin.
*Zeynep Tüfekçi’nin son The Atlantic makalesini özellikle önermek isterim.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI