Lübnan’da Osmanlı mirası: Ermeni Soykırımı

Dünyanın gözü 4 Ağustos’ta Beyrut’ta liman bölgesindeki patlama nedeniyle Lübnan’a çevrildi. Bu süreçte Ankara-Beyrut hattında da üst düzey görüşmeler gerçekleşti. İki ülke yaklaşık bir yıl önce bir kriz nedeniyle karşı karşıya gelmişti: Osmanlı…

Google Haberlere Abone ol

Serdar Korucu*

Ankara-Beyrut hattında 2019 yılındaki gerilimin nedeni, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aun’un 1 Eylül’de ülkesinin kuruluşunun 100'üncü yıl dönümü nedeniyle paylaştığı mesajdı. Bu mesajda Aun, Osmanlı’nın, Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkesinde “devlet terörü” estirdiğini söyledi, kıtlık ve zorla çalıştırmalar sonucu yüz binlerce insanın mahvolduğunu vurguladı. Ankara ise açıklamaya sert bir yanıt verdi. Dışişleri’ne göre Mişel Aun’ın açıklamaları “hezeyan”dı, “tarihi çarpıtma”ydı, “Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihinde 'devlet terörü' yoktu” ve hatta “iddia edildiğinin aksine, Osmanlı dönemi, Ortadoğu'da uzun bir istikrar dönemi”ydi.

İki ülke arasında ne tartışılırsa tartışılsın, ilişkiler ister soğuk, ister sıcak devam etsin ya da etmesin kopsun, Lübnan’ın hafızasında Osmanlı mirası denilince akla gelen konulardan biri, soykırım, Ermeni Soykırımı. Her ne kadar Lübnan Cumhurbaşkanı’nın geçen seneki mesajında altı çizilmemiş olsa da…

Fotoğraf: Serdar Korucu

Lübnan’da 1915’in izini taşıyan en önemli simge yapılardan biri, Antelias’ta bulunan Kilikya Kutsal Makamı Katolikosluğu. Katolikosluğun asıl merkezi Kilikya bölgesinin başkenti Sis’te, yani bugün Adana’nın Kozan ilçesindeydi, kaderi 1915 ile değişti.

Sis’teki Katolikosluğun hizmetindeki binden fazla rahip Ermeni Soykırımı sürecinde hayatını kaybetti. Katolikos Sahak Khabayan ise 1921’de Ankara güçlerinin bölgeyi Fransa’dan almasıyla Ermeni sürgünlerle birlikte Suriye’ye geçti. Oradan da Lübnan’a…

Yıllarca, 1930’a kadar Katolikosluğun yerleşebileceği bir arazisi olmadı. Sonunda Beyrut’un yakınındaki Antelias’a yerleşti. Kilikya Katolikosluğu’nun Ermeni kilisesi için önemi yadsınamaz. Çünkü kilise hiyerarşisindeki dört kutsal makamdan ikincisi. Katolikosluk, Lübnan ve Suriye’den Kıbrıs’a, Yunanistan’dan İran ve Körfez ülkelerine Ermenilerin dini merkezi konumunu sürdürüyor. Ayrıca Venezuela, ABD ve Kanada’da da ruhani önderlikleri var.

Kilikya Katolikosluğu içerisinde özellikle ziyaretçilerin en çok dikkatini çeken yerlerin başında Kilikya Müzesi geliyor. 1998 yılının Mart ayında Kilikya Katolikosu I. Aram müzenin açılışında “Bu müze Ermeni halkına, kültürde ve inançta yaşayan müzeler yaratan fakat kendisi asla müzelik olmayacak olan bir halka aittir” demişti.

Katolikos’un müzenin inşası için yardım edenlere teşekkür ederken, Lübnan’a duyduğu şükranı da aktarıyordu: “Lübnan’a, Ermeni katliamları sonrasında bizi çok sıcak karşılayan, diaspora Ermenilerinin ikinci vatanı olan bu ülkeye, kültür ve inanç anıtını sunuyoruz.”

Kilikya Katolikosu’nun da müze açılışında vurguladığı gibi, bu müze Ermenilerin Kilikya dönemine dair manevi ve kültürel miraslarının bir kısmını içeriyor. Ermeni Soykırımı’ndan sonra dört bir yana dağılan kültür hazinelerinin bir bölümünü…

Fotoğraf: Serdar Korucu

Müzenin birinci katında Hristiyanlığın kutsal emanetleri, azizlerin beden kalıntısı “relik”leri var. Aziz Nikola, Aziz Sylvestre ve Aziz Bar Sauma’nın sağ elleri gibi… Bunlar müzenin en değerli parçalarından ve altın ve gümüşten yapılan muhafazalar içerisinde saklanıyorlar. Sis’in hazineleri içerisinde çok sayıda başka aziz ve azizelere ait relikler de bulunuyor. Fakat aralarında Katolikosluk’ta bulunup sergilenmeyenler de var elbette. Mesela IV. yüzyılın başında Ermeni kralı III. Dırtad’ı vaftiz etmesi ardından Ermenilerin Hristiyanlığı devlet dini olarak kabul etmesini sağlayan Aziz Krikor Lusaroviç’in (Aydınlatıcı Krikor) sağ eli. Bu relik yılda bir kez, Aziz Krikor gününde ayin için çıkarılmakta ve tüm dünya, cemaat ve su takdis edilmekte. Ayrıca 7 yılda bir takdis edilen Kutsal Myuron yağı için de kullanılmakta. Yani müzede ziyarete açık değil.

Fotoğraf: Serdar Korucu

Katolikosluğun Sis’ten kesin çıkışı, Ermeni Soykırımı’ndan sonra, 1921’de Ankara güçlerinin bölgeyi denetim altına alması ardından yaşandı. Bu tahliye öncesinde Sis’teki rahipler, katedralin mihrabının iki yanında duran mumluklar, 1804’te yapılmış orta nefte yer alan büyük gümüş avize, kilisenin altarında bulunan sunağın ipek perdesi ve Kutsal Myuron yağının gümüş kazanı başta olmak üzere pek çok eseri korumayı başardı. Böylece yok olmadan, daha doğrusu yok edilmekten kurtularak Lübnan’da sergilenebiliyorlar.

Fotoğraf: Serdar Korucu

Müzede gümüş ciltli İnciller, değerli taşlarla süslü dini kitaplar ile buhurlar, gümüş kaplar ve kadehler de bulunuyor. Bu eserlerin bir özelliği soykırım öncesi bir döneme ait olmaları ve Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetindeki bölgelerde, Kilikya’da ve elbette başkent İstanbul’daki Ermenilerin eşsiz el işçiliklerini yansıtması.

Fotoğraf: Serdar Korucu

Müzenin ikinci katında el yazmaları bulunuyor. Bunlar arasında en eşsiz eserlerse Partsırpert İncili ve Ermenice yazılmış kadim ritüeller kitabı Mayr Maşdots. Işıklandırılarak sergilenen el yazmalarının çoğuysa reprodüksiyon. Fakat yine de yüzlerce yıl önceki Ermeni ustaların eserleri hakkında ziyaretçilerine fikir verebiliyorlar. El yazması geleneği 17'nci yüzyılın sonuna kadar devam etti, fakat onların yerini alan matbu kitaplar da müzenin önemli parçaları arasında. Çünkü Ermenice matbaa 1512’de Avrupa’da çalışmaya başladı ve sonrasında 1567’de Osmanlı başkentinde de devam etti. Kilikya Müzesi’nde Venedik, İstanbul, Amsterdam, Marsilya gibi önemli merkezlerdeki ilk matbaalarda basılmış kitap örnekleri var. Aynı katta arkeolojik kalıntılar ve Ermeni madeni paralarına dair geniş bir koleksiyon da bulunmakta.

Fotoğraf: Serdar Korucu

Müzenin ikinci katı 18'inci yüzyıldan 20'nci yüzyıla uzanan halı geleneğini yansıtıyor. Üçüncü kattaysa resimler ve heykeller bulunuyor. Yaklaşık 350 resim ve 20 heykel sergileniyor. Bu katın da özelliği ziyaretçilerine soykırımın birinci, ikinci ve üçüncü jenerasyonunun eserlerini bir arada görme şansı vermesi…

Antelias’taki Katolikosluk manastırı içinde Kilikya Müzesi dışında bir başka yapı daha bulunmakta: Ermeni Soykırım Anıtı. Anıt, Katolikosluk binası gibi, 1922’de soykırımda ebeveynlerini kaybetmiş Ermeni çocukları için yetimhane görevi yapan Amerikan kuruluşu Near East Relief’in binasının arazi üzerine inşa edilmiş.

Fotoğraf: Serdar Korucu

1938’de yapılmış olan bu soykırım anıtı benzerlerinden farklı. Anıtın içine girildiğinde 1918 Aralık’ında Meclis-i Mebusan’da konuşan, Madteos Nalbantyan Efendi’nin sözleri akla gelebilir: “Anadolu Vilayatında bulunan Ermeniler (…) pırasa gibi doğranıldı. Oraları Mezaristan'a döndü.” Bu anıtta o “mezaristan”dan bir bölüm var. Aslında mezarı bile olmayanların, olamayanların anıtı burası.

Türkiye medyasında daha çok Ruanda ya da Bosna gibi soykırımlar sonrası görülen iskeletlerin hepsi Ermeni Soykırımı’ndan kalma. Kilise yetkililerine göre kafatasları ve kemikler 1930’lu yıllarda Suriye’den, “Ermenilerin Auschwitz’i” olarak anılan, son dönemde IŞİD tarafından izleri yok edilmeye çalışılmış Der Zor çölünden getirilmiş ve camdan bir sütunun içinde sergileniyor. İsimleri, doğum yerleri, cinsiyetleri, yaşları asla bilinmeden, bilinemeden… Ortadoğu’daki, Lübnan’daki Osmanlı mirası olarak…

Fotoğraf: Serdar Korucu

Not: Kilikya Müzesi içindeki fotoğraflar özel izinle çekilmiştir. Rahip Tatul Kardanakyan ve müze rehberi Nare Sağdıçyan ile Alex Köşkeryan’a teşekkürü borç bilirim.

*Gazeteci