Moria: Avrupa’nın ve dünyanın sınırında bir yangın
Afgan bir kadına nasıl olduğunu sorduğumda elleri ile gözlerini kapatarak ağlamaya başladı. Tülbentleri ağaç dalları ile tutturarak yaptığı çadırın altında iki çocuğu ile oturuyordu. Eli ile karnını sarıp “hamile” dedi. Üç gündür hiç su içmemiş, yemek yememişlerdi.
Begüm Başdaş*
Midilli Adası’ndaki Moria sığınmacı kampında geçen hafta çıkan yangın ilk değildi. Geçen sene bu zamanlar çıkan yangında bir sığınmacı kadın öldü. Ancak bu yangından sonra yetkililer hiçbir önlem almadı. Ufak ufak yangınlar çıkmaya devam etti çünkü insanlar bulundukları koşullarda kendi çözümleri ile yaşamaya çalışıyordu. 9 Eylül’de arka arkaya çıkan yangınlarla kampın tamamı kül oldu. Ölen ve ağır yaralanan kimse olmadığı söyleniyor ama emin olmak mümkün değil. Yangın söndürüldükten sonra Moria Kampı’nın görüntüsü ise çoğumuzda karmaşık hisler yarattı. Herkes Moria Kampı’nın kapatılmasını istiyordu. Ama böyle olmamalıydı elbette. Moria gerçek bir cehennemdi ama aynı zamanda yıllarca üst üste inşa edilen emeklerin, akıl almayacak yaratıcı taktiklerle hayatta kalma direncinin, insanların yollarda kurdukları dostluklar, yoldaşlıklar ve aileler ile anılarının da olduğu bir yerdi. Onca yoldan yanlarında sımsıkı taşıdıkları üç beş parça eşyayı da güvenlik arayışında geldikleri Avrupa’da kaybettiler. İnsanlar yıllarca bu “geçici” yerde kendi kalıcı çözümlerini yaratarak yaşadılar ve yangınla bu yeri de kaybettiler. Devletlerin ayrımcı politikaları onları bir kez daha yolda bıraktı.
'ÖZGÜRLÜK SAAT KAÇTA?'
Azad kollarının arasındaki dizlerini göğsüne çekmiş yerde oturuyordu. Biz de iki kadın gittik yanına oturduk. Etraftaki diğer çocuklar koşturuyor, ağaç dalları ile yetişkinleri taklit ederek sokağı süpürüyordu. 11 yaşındaki Azad, aynı cümleleri birkaç kere tekrar etti: “Yemeğe ihtiyacımız yok. Suya ihtiyacımız yok. Özgürlüğe ihtiyacımız var.” Bakışlarında ne korku ne de öfke vardı, sadece çok yorgun, yaşlanmış ve kararlıydı. Öyle bakıştık birbirimizle uzun süre. Sonra çok durgun bir halde bize sordu, “Özgürlük saat kaçta?”
Moria yangınından kaçan 13 bin sığınmacının tek bir talebi var: Özgürlük. Yangından sonra ağaçların altında, otoban kaldırımında, süpermarket otoparkında, benzin istasyonunda, yanan kamptan kalan yıkıntılarda, mezar taşlarının arasında yaşayan sığınmacıların neredeyse hiçbiri askeri alana kurulan yeni kampa gitmek istemiyor. Yeni kampın hapishane gibi tamamen kapalı olacağından korkuyorlar. Göç ve Sığınma Bakanlığı’nın farklı dillerde dağıttığı bilgilendirme kâğıtlarında ise yeni kampa geçmeleri gerektiği, sığınma başvuru süreçlerinin sadece bu şekilde yeniden başlayacağı ve adadan “en yakın zamanda” ayrılabilmeleri için bunun şart olduğu bildiriliyor. Metinde yeni kampla ilgili sahte haberlere inanılmaması gerektiği de yazıyor. Ama metnin kendi dili de insanları kandırmak için yazılmış hissi veriyor. Bugüne kadar yaşananlar ve Moria Kampı’nın koşulları yüzünden çok haklı bir güvensizlik var. Hükümet yetkilileri her gün farklı bir açıklama yaptıkları için herhangi bir planlama olmadığı anlaşılıyor. Bir bakan adaya kapalı kamp inşa edileceğini söylerken, başka bir bakan sığınmacıların Noel’e ya da en geç Paskalya’ya kadar adadan ayrılacaklarını açıklıyor. Adada yaşayan herkes Midilli’nin bir hapishaneye dönüşmesinden korkuyor.
Kamptaki yangından canını kurtarmak için polis barikatına doğru kaçan sığınmacılara biber gazı sıkan polis, sonraki günlerde ellerinde “Özgürlük” ve “Moria’yı istemiyoruz” gibi taleplerin yazdığı kartonlarla barışçıl eylemler düzenleyen sığınmacılara çok fazla biber gazı attı. Sadece eylem yapanlar değil, asfaltın kenarlarına sığınan herkes defalarca atılan biber gazından çok ağır bir şekilde etkilendi. Biber gazı silahlarının sesleri ve dumanın acısıyla çocuklar çığlıklar atarak ağlarken, kusmak zorunda kalan insanlar oldu. Günlerdir susuz ve aç olan sığınmacıların bazıları biber gazının etkisiyle fenalaştı ve baygınlık geçirdi. Nadiren gelen ambulans dışında tek bir sağlık görevlisi bulunmuyordu. Biber gazı atıldıktan saatler sonra bile koku asfalta sinmiş gibiydi ve gözlerimiz ara ara yanmaya devam etti.
Midilli Adası’na sıkıştırılan sığınmacılar artık adadan çıkmak istiyorlar. Çoğu Yunanistan’da kalmak istemiyor. Kuzey Avrupa ülkelerine gitmek istiyorlar. Türkiyeli olduğumu söylediğimde “Türkiye çok güzel” dedikten sonra yanımdaki Alman gazeteciye dönüp “bizi de Almanya’ya götür” diyorlar.
Akşam saatlerinde yerleştikleri alanda bulunan bir binanın çatısına çıkmış kalabalığın içinde, ayakta duran genç Afgan kadınlara gözüm takılınca, uzaktan el salladım. Onlar da bana geri el salladılar. Uzun süre birbirimize gülerek, kalp işaretleri yapıp, elimizle öpücükler yolladıktan sonra beni binanın aşağısına çağırdılar. Koşarak insanların arasından onlara en yakın yere geldiğimde birden yerden aldıkları kağıtlarla ufak bir eylem yaparak fotoğraflarını çekmemi istediler. Bir tanesinde şu yazıyordu: “Özgürlük için ölmek, bütün hayatını ve gününü hapishanede geçirmekten iyidir.”
Savaştan ve zulümden kaçarak Yunanistan’a ulaşan sığınmacılar, Avrupa sınırlarının sıkıştırıldıkları bu köşesinde aylarca, hatta yıllarca bambaşka bir savaşla karşı karşıya. Ne zaman özgür bir şekilde yaşamaya başlayabileceklerini kimse bilmiyor. Herkes çok umutsuz.
MORIA YANDI, ŞİMDİ 'YENİ KAMP'
Yangından sonra hem hükümet yetkilileri hem de bazı haber manşetleri kamp alanı dışına kaçan sığınmacıların “evsiz” kaldığını söylüyordu. Yıllarca insanların zorla tutuldukları Moria Kampı ev miydi? Şöyle de sorabiliriz: Yetkililerin sığınmacılara layık gördükleri ev Moria mıydı? Moria çatısı, duvarı, akan suyu, yeterli yemeği, elektriği, tuvaleti, iklim koşullarına karşı koruması olmayan, her türlü şiddetin yaşandığı, ağır ruhsal travmaların katmanlaştığı ve kimsenin kendini güvende hissetmediği çok zor bir evdi belki. Bazı çocuklar kendilerine yeni oyunlar icat ederken, bazılarının tamamen içe kapanıp hiç konuşmaz olduğu bir ev.
Moria yandıktan sonra kalıcı ve güvenli bir çözüm üretilebileceği umudu kısa sürdü. Hükümet birkaç gün süren belirsizlikten sonra hızlıca kapasitesini her yeni açıklamasında artırdığı çadır kamp alanını kurdu. Henüz adı konulmayan bu alan için hükümet “geçici konaklama merkezi” tabirini kullanırken, herkes “yeni kamp” diyor. Onlarca asker ve askeri araçla, deniz kenarında bulunan askeri atış alanının toprağı üstüne taşlar döküldükten sonra, BMMYK çadırlarını boncuk gibi dip dibe dizdiler. Çok gerçeküstü bir inşaat çalışması vardı karşımızda. Sığınmacılar, askerler, gazeteciler, STK çalışanları ile hep beraber durup yeni kampın inşasını izledik.
Yapılan en son açıklamaya göre altı bin sığınmacı bu kampa yerleştirilecek. Geriye kalan altı bin sığınmacı nereye gidecek bilinmiyor. Sığınmacıların bu kışı geçici olduğu söylenen bu yeni kampta geçirecekleri kesin. Adanın kış koşullarında, denizin tam dibinde ve hiçbir alt yapısı olmayan bu yer, denizin yükselmesine, fırtınaya, dalgalara, soğuğa ve neme karşı nasıl bir “ev” olacak bilmiyoruz. Yeni bir yangında, bu kadar yakın kurulan çadırların hepsinin yanması an meselesi. Onlarca portatif tuvalet geldi. Fakat elektrik ve herhangi bir yerde akan temiz su var mı, kimse bilmiyor. En son ziyaretimde, kamp alanına giren çocukların bazıları denizde oynuyordu.
Bu süreçte yeni kampa gitmek istemeyenler otoban asfaltına kendi evciklerini kurmaya başladı. Çadırını getirebilenler ufak çadırları otoban boyunca dizmişlerdi. Her geçtiğimde etraftan buldukları ağaç dalları, plastik ve kartonlarla yenilenen bir yaşam alanı oluştu. Fakat herkes aynı koşullarda değil. Özellikle Afrikalı sığınmacıların çok ciddi bir yoksunluk yaşadıkları görülüyor. Yeterli gıda dağıtımı yapılmadığı ya da dağıtılan yemek pek yenebilir olmadığından, eski kamp alanından topladıkları tencerelerle kaldırım kenarına ocak yapıp, ateşte yemek pişirenler gördük. Küçük bir çocuk, sönmek üzere olan ateşle oynarken kendini yakmasından korktuğum için yanına gidince, babası geldi hemen. “Yemek yaptık da ondan ateş” dedi. Yüzü o kadar yorgun ve hastaydı ki, yanımdaki arkadaşım elimdeki su şişesini alıp uzattı. “Suyumuz var” dedi, almadı. Kalabalık bir aileydi ve sadece birkaç şişe su vardı. Pilav pişirmişler, bizi battaniyelerine davet ettiler. Teşekkür edip, yürümeye devam ettik.
MİDİLLİ’DE OLAĞANÜSTÜ HÂL
Yangının hemen ardından hükümet yetkilileri Midilli Adası’nda olağanüstü hal ilan etti. Böyle bir trajedinin ardından, önceliğin insani yardım olması beklenirdi. Ama hükümet anakaradan 13 çevik kuvvet birliği ve zırhlı araçlar gönderdi. Daha fazla birlik gönderileceği, yeni birliklerde kadın polislerin de olacağı söyleniyor. Çeşitli yerlere dağılan sığınmacılar günlerce aç ve susuz bırakıldı. Polis ve yerel halk tarafından kurulan barikatlarla dayanışma gruplarının yardım ulaştırması engellendi. Birkaç gün sonra başlayan gıda ve su yardımı çok yetersiz. Buna rağmen sığınmacılar iki saat sırada bekleyerek ya da su taşıyan araçların arkasından koşarak yardıma ulaşmaya çalışıyor. Afgan bir kadına nasıl olduğunu sorduğumda elleri ile gözlerini kapatarak ağlamaya başladı. Tülbentleri ağaç dalları ile tutturarak yaptığı çadırın altında iki çocuğu ile oturuyordu. Eli ile karnını sarıp “hamile” dedi. Üç gündür hiç su içmemiş, yemek yememişlerdi.
Tuvalet ve akan temiz suya herhangi bir erişim olmadığından insanlar atık su borularından sızdırdıkları sularla ellerini yıkıyor. Yol kenarında ailesi ile oturan Latife, tahtanın üstüne açtığı plastik torbaya şişe suyu doldurarak bir şeyler yıkamaya çalışıyordu. Yanına gittiğimizde torbayı topladı, alttaki tahtada “Yerimizden edilmiştik, şimdi daha çok yerimizden edildik” yazıyordu.
Sığınmacıların yaşadıkları koşulları görüntülemek ve konuyu kamuoyuna duyurmak için onlarca uluslararası ve yerel gazeteci adaya geldi. Fakat son birkaç gündür polis alana girmelerini engelliyor.
YANGININ SORUMLUSU KİM?
Moria Kampı 2015’te kurulmaya başladı. Midilli ilk zamanlar, gelenlerin kayıt olup adadan ayrılabildikleri bir geçiş noktasıydı. Moria’nın korkunç hikâyesi her şey “hotspot” politikaları ve AB-Türkiye Mutabakatı ile değişince başladı. Coğrafi sınırlama getirilerek, sığınma başvuru süreçleri tamamlanana dek adadan ayrılmalarına izin verilmiyor. Beş yıl önce üç bin kişi kapasite ile kurulan kampta, yılbaşında 20 bin kişi bulunuyordu. Yılbaşından sonra adadaki sayıların azaltılması için anakaraya gönderilenler konaklama verilmeden sokaklarda yaşamak zorunda bırakıldı. Yangından yaklaşık 13 bin sığınmacı etkilendi.
Bu plansız ve insan onurunu yok sayan uygulamaların tek sorumlusu Yunanistan değil. Beş yıldır devam eden süreç ve bir haftadır yaşananlar, AB’nin göçü dışsallaştırma politikalarının bir sonucu. Avrupa, Yunanistan adalarını kendi sığınmacı deposuymuş gibi kullandı. Pandemiden çok önce insan hakları örgütleri ve insani yardım kuruluşları Moria’nın hızla büyük bir felakete yaklaştığını söylüyordu. Fakat AB hiçbir şey yapmadan adaların yavaş yavaş hapishaneye dönüştürülmesine seyirci kaldı. Covid-19, halk sağlığının korunması için mültecilerin yok sayılmasının mazereti oldu. Mart'tan beri hareket sınırlılığı getirilen binlerce sığınmacı, aylardır kamp alanında mahpustu. Bu ayın başında Covid-19 pozitif olan vakaların çıkması ile kampa giriş ve çıkışların tamamen kapatılması son merhaleydi. Yangından mültecileri ve onlarla dayanışan STK’ları sorumlu tutan Yunanistan yetkilileri, yangını çıkardığını iddia ettikleri beş genç sığınmacıyı gözaltına aldı.
Yangının ardından kampta kalan 406 refakatsiz çocuk, AB ülkelerine gönderilmek üzere anakaraya taşındı. Geriye kaldı en az dört bin çocuk. Almanya zamanla mülteci statüsü tanınan bin 500 sığınmacıyı daha kabul edeceğini açıkladı. Avrupa Komisyonu Başkanı en son konuşmasında Yunanistan yetkilileri ile ortak “pilot” (!) çalışma yürüterek Midilli Adası’ndaki sığınmacıların koşullarının iyileştirilmesi için yeni bir kamp yapacaklarını, sığınma başvuru ve geri gönderme süreçlerine destek verecekleri açıkladı.
Avrupa Birliği geçen beş yılın deneyiminden hiçbir şey öğrenmeden sorunu dışsallaştırma politikaları ile mülteci ve sığınmacıların hayatlarını yok saymaya devam ediyor. Moria’daki yangının asıl sebebinin ne olduğundan bu nedenle eminiz. O yangının gerçek sebebi, devletlerin ayrımcı ve mülteci karşıtı politikalarından başka bir şey değil.
**İsimler güvenlik nedeni ile değiştirildi.
*Dr., Humboldt Üniversitesi Berlin