'Konut üretim politikalarında referans kamu yararı olmalı'
Hasar gören binalara yönelik kamuoyunda kentsel dönüşüm tartışmaları sürerken Şehir Plancıları Odası İzmir Yönetim Kurulu üyesi Zafer Mutluer, konut üretim politikalarında sağlıklı bir kent sürecinde temel referansın toplum ve kamu yararı olması gerektiğini düşündüklerini ifade ederek, "Böyle bakmamız gerekiyor. Aksi halde yeni yaşam kayıpları ve sağlıksız kentlerle karşılaşmamız muhtemeldir" dedi.
Cihan Başakçıoğlu
İZMİR - Seferihisar depremi sonrası İzmir'de Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca İzmir'de 10 bin 287 binada yapılan hasar tespit çalışmasında 124 ağır, 119 orta, 730 az hasarlı bina tespit edildi. Bayraklı bölgesinde 6 binanın yıkıldığı bilinirken, şehir genelinde ise özellikle Bayraklı, Alsancak ve karşı kıyıda Bostanlı olmak üzere birçok bina bir şekilde hasar görerek tahliye edildi. Yaşanan durum kamuoyunda bir çok binanın yıkılacağı ve yeniden yapılarak bir kentsel dönüşüm başlatılacağı tartışmalarını gündeme getirdi. Yine yıkılan binalarla ilgili olarak zemin kattaki dükkanlarda bulunan kolanların yer açmak amacıyla kesildiği yönünde tartışamalar da hala sıcaklığını koruyor. TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Yönetim Kurulu üyesi Zafer Mutluer tartışmaları Gazete Duvar'a değerlendirdi.
'JEOLOJİK ETÜT ÇALIŞMALARI DAHA GÖZLEMSEL BİR BİÇİMDE YAPILMIŞ'
Depremden en çok etkilenen bölgede bulunan bir çok binanın 1980'li yıllarda planlarının onaylandığını ifade ederek, o dönemde yapılan jeolojik etüt çalışmalarının bugünki gibi teknik ve bilimsel biçimde yapılmadığını tahmin ettiklerini söyledi. Mutluer, "Bizim planlama disiplini aslında bir çok farklı disiplinle ortak çalışan bir disiplin. Örneğin bir çok analizleri sentezleyerek plan kararları alıyoruz. Jeolojik yapıya ilişkin analizler, ekonomik veriler, kalkınma kararları, toplumun sosyo-ekonomik yapısı gibi bir çok etken var. Dolayısıyla biz bu bilgileri bir harç ile bütünleştiriyoruz. Bu harcın kendisinde planlama disiplini, toplum yararı, kamu yararı olmak zorunda. Bölgeye baktığımız zaman planlı bir alan ruhsatlı yapılar var. Enkaz haline gelmiş ya da bir biçimde hasar almış binaların hepsi planlı bir alanda kalıyor. Bu planlara baktığımızda 1980'li yıllarda onaylanan planlarla yapılaşmış. O dönemde ciddi bir nüfus akışı var İzmir'e. Bu akışla birlikte sermaye aslında kendine bir alan buluyor kentlerde. O dönemde jeolojik etüt çalışmalarının nasıl bir kapsamda yapıldığını veya yapılıp yapılmadığını henüz bilmiyoruz. Ama bu konuları araştıracağız. Ancak bugünki gibi teknik bilimsel bir biçimde yapılmadığını tahmin ediyoruz. Daha gözlemsel bir şekle dayandığını tahmin ediyoruz" diye kaydetti.
'BU YOĞUNLUĞU KALDIRAMADIK'
Bugün kente dair üretilen politikalarda temel referansın sermayenin çıkarları olduğunu söyleyen Mutluer, "Bu tür alanlarda zeminin bu kadar yoğun yapılaşmaya izin vermediği bir bölgede yerleşim sağlanmış. Bu bölgeler biliyorsunuz zemin açısından hem uygun değil hem de geçmişte tarım alanları olan bir bölge. Bu bölgede yerleşim sağlanmış. 8-10 katlı yapıların aslında hasar gördüğünü görüyoruz. 3-4 katlı yapılar var, dışardan yapılan gözlemlerde bir hasar görünmüyor. Bu yoğunluğu kaldıramadık. Bu depremde bu açıkça bir biçimde görüldü. Malesef bugünki kente dair politikalarda da temel referans kar güdüsü ve sermayenin çıkarları olduğunu görüyoruz. Bu doğrultuda planlar hiçe sayılıyor. Plan kararlarını bu dürtü veriyor. Burası yüksek yapıların olduğu rantın yoğun olduğu bir bölge aynı zamanda. Bu alanlarda biz bu yoğunlukta bir yapılaşmanın doğru olmadığını defalarca söyledik. Bu yaklaşım aslında hala kendisini sürdürüyor. Bugün deprem oldu hemen bir iki gün sonrasında kentsel dönüşüm buranın tekrardan nasıl sermayeye nin çıkarı doğrultusunda nasıl şekilleneceği tartışılıyor. Kar hırsının bir afet sonrasında bile açık bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz" dedi.
'KAMUNUN BASKIN OLDUĞU BİR SÜRECİ OLUŞTURMAK ZORUNDAYIZ'
Kentsel dönüşümden anlaşılan yoğunluğun imar hakkının arttırılmasından ibaret olduğunu belirten Mutluer, Türkiye'de şimdiye kadar yapılmış uygulamalarda da bunu gördüklerini belirtti. Kentsel dönüşüm süreçlerine aynı mantıkla devam edilirse önümüzdeki süreçlerde daha fazla yaşam kaybının yaşanmasının muhtemel olduğunu ifade eden Mutluer, son olarak şunları söyledi:
"Mevcut yapılaşmış alanlarda plan revizyonlarının bölgelerin yeniden dönüştürülmesi ele alındığında hep şu yakşlaşımla hareket edildi; nüfus arttırılmadan imar hakkı arttırılmadan burada dönüşüm yapılamaz denildi ve bu gerçekleştirildi. Bu yaklaşım da kentlere sürekli yeni yükler bindirdi. Bindirmeye de devam ediyor. Biz kentsel dönüşüm dile getirildiğinde böyle yaklaşacaklarını biliyoruz. Çünkü anladıkları bundan ibaret. Bu bizim açımızdan endişe verici bir durum ortaya çıkarıyor. Oysa ki bugün konut üretim politikalarında sağlıklı bir kent sürecinde temel referansın toplum ve kamu yararı olması gerektiğini düşünüyoruz. Toprak parçasına mülkiyet refensı ile bakan bir yaklaşım, sürekli o toprak parçasından daha fazla karı elde etme dürtüsüyle yaklaşıyor. Oysa biz sağlıklı kentlere ve güvenilir insana yaraşır konutlar oluşmasını istiyorusak üretim sürecinde de denetim sürecinde de kamunun baskın olduğu bir süreci oluşturmak zorundayız. Böyle bakmamız gerekiyor. Aksi halde yeni yaşam kayıpları ve sağlıksız kentlerle karşılaşmamız muhtemeldir."